17 Mart 2012 Cumartesi

Bazen...



Bazen sesin duyulmadığı çığlıklar yükselir yüreğinden!!
Gün olur ki sanki uyandıkların kayıp gider ellerinden..
Herşey yokken var, varken yok edenin adını düşünürsün kendince içinden..
İstesende kurtulamazsın bu ince sızının elinden...
Ne yapsan dolduramazsın yerini "O" lütfedip vermeden..
Ta ki Vedud ismi dillenir, bir gün ansızın çıkagelir..
Çünkü O sevgidir ve ancak O isterse kalpleri dize getirir..
Vedud ismine tecelli olmak duasıyla..


15 Mart 2012 Perşembe

Affetmek ve Unutmak İyi İnsanların İntikamıdır..




İki tip insanın mutsuzluğa mahkum olacağı belirtiliyor. Birincisi, mutluluğunu gelecekte yaşayacaklarına endeksleyen insanlardır. Bu insanlar mutlu olabilmek için sürekli olarak bir takım şartların yerine gelmesini beklerler. Farkında olmadan yaşamı ertelerler. Mutluluklarını şartlara bağlamışlardır. Adeta gelecekleri bugünlerine ipotek koymuştur.

Mutluluğumuzu engelleyecek olan şey, ancak beklentilerimizin doyumuna ulaştıktan sonra mutlu olabileceğimize inanmaktır. İkincisi, geçmişte yaşayanlardır. Geçmişte yaşadıkları bir dönem veya olayın sorgulamalarıyla günlerini geçirirler. Kafalarından geçen düşünceler, geçmişe yönelik ?eğer?ler ve ?keşke?lerle başlıyordur. Eskinin muhasebesinin içinde boğulurlar. Kendilerine acıma eğilimleri vardır. Kaderleriyle uğraşırlar. Şansızlıklarını anlatır veya uğradıkları bir haksızlığın hayatlarına nasıl bedeller getirdiğine yakınarak yaşarlar. Bu tip insanlar geçmişte yaşadıkları için bugünü ıskalarlar. Mutluluk ise yaşanılan andadır. Geçmişten çıkıp bugüne gelemeyenler için mutluluk yaşanabilir bir duygu olamaz.
Geçmiş yüklerle doludur. Herbirimizin yükü bir diğerinden farklıdır.
Kimimiz eşine, kimimiz bir arkadaşına, kimimiz bir akrabasına kırgın.
Kimimizin yükü, işyerinde yaşadığımız güç savaşlarına bağlı sürtüşmelerden doğar. Birisine kızmışızdır. İlişkimiz gergindir. Kafamızda bu kişiyle verdiğimiz savaş enerjimizden çalar. Kafamızdaki savaş için strateji üretmeye çalışmaktan verimliliğimizi kaybederiz.
Kimimizin yükü yaşadığı bir ilişkidir. İlişki çoktan bitmiştir. Verdiğimiz emeğin, yaptığımız sevgi yatırımının haksızlığa uğradığını düşünmüşüzdür. Kırgın ve öfkeliyizdir. Bu yaşantımızın izleri daha sonraki ilişkilerimizde de kendini hissettirir.
Kimimize çocukluğumuzda alamadığımız sevgi, yük olmuştur. Ebeveynlerimiz tarafından seçilmediğimizi düşünmüşüzdür. Hatta bu yükün etkisiyle bugünümüzde seçilmek ve sevilmek için o kadar çok çaba vermeye kalkışırız ki, sevmeyi unutan sevilme uğraşında biri olur çıkarız.
Yükle yaşayan insanlar yorulurlar. Genel bir hoşgörü kaybı oluşmaya başlar. Niye olduğunu da bilemeyiz. Hırçınlaşmaya başlarız. Kendi yakınımızda aslında hiçbir problemimiz olmayacak sevdiğimiz insanlara karşı toleranssız davranmaya başlar hatta onları yok yere kırar sonrada üzülürüz.
Yaşantımızın bir sonraki perdesinin bir öncekinin gölgesinde yaşanmasını istemiyorsak, yaşadığımız her ilişkiye hakkını vermek istiyorsak mutlaka bu yüklerden kurtulmamız gerekir.
 
 Şimdi bu bölüme dikkat edin;

1. Mutlu olabilmeniz, bugününüzü yaşayabilmenize bağlıdır.
2. Bugününüzü yaşayabilmek ise üzerinizdeki yüklerden kurtulmanıza bağlıdır,
3. Üzerinizdeki yüklerden kurtulmanız, onları affetmenize bağlıdır.

Bu hafta sonu herkesi affedin, kendiniz dahil!
Hesabınızı bitirin onlarla. Onların da, sizin de, insani zaafları olabileceğini görün. Onlarla paylaştıklarınızın içinde hoşluklar olduğunu da hatırlayın. Yaşadığınız en kötü deneyimin dahi sizi güçlendiren izler bıraktığını bilin. Affettikleriniz içinde mutlaka kendiniz de olmalısınız bunu da sakın atlamayın.
Affettikçe hafifleyeceksiniz. Hırslardan ve kavgalardan arınmaya başlayacaksınız. Enerjinizi kendiniz için verimli alanlara kullanabilecek ve başarılarınızın arttığını göreceksiniz.
Affetmek ruhu temizler. Herkesin ihtiyacı var buna. Bir kez düşünün.
 
alıntı...





13 Mart 2012 Salı

Bir Gün Daha Bitti..



Bir gün daha bitti..
Ufukta yeni batan güneşin büyüleyici kızıllığı duruyor hala.
Ve ay güneşin görevini devralmak için bekliyor,yıldızlar da aya eşlik etmek için...
Bir gün daha bitti.
Geçmişin ağır yükü omuzlarımızda,dostlukların,sevdaların yıprattığı yüreklerimiz artık bitap düşmüş.
Yeni sevdalara kapı aralamak istemiyor.
İki büklüm olmuşuz menfaatler karşısında,hayattan zevk almayı unutmuşuz gündelik telaşlar denizinde kaybolurken..
Birine nasıl ihanet edebileceğimizi,en vefasız insan olmak için neler yapılacağını,sürekli somurtmayı,dostlukları ,sevdaları çöpe atmayı bazen, bazen de çıkar ilişkileri çerçevesinde yaşamayı en saf duygularımızı bile, kazık atmayı sözde çok sevdiklerimize,nefreti , kini çok iyi öğrenmişiz.
Tecrübemiz büyük bu konularda.Lakin henüz öğrenememişiz;
Sevdaların,dostlukların yüceliğini,hayattan zevk alabilmenin tek yolunun sevgiden geçtiğini,telaşları bir kenara bırakıp içimizden geldiğince yaşamamız gerektiğini, kimsenin başaramadığını,başarıp vefalı olmayı,yürekten sevmeyi,içten gülümsemeyi..
Ne de çok şey öğrenememişiz!!!
Daha doğrusu öğrenmek istememişiz galiba.
Ne kadar güzellik varsa çevremizde elimizden geldiğince uzak tarihlere ertelemişiz bunları yaşama zevkini tatmayı.
Sevdiklerimize SENİ SEVİYORUM dememişiz tereddütsüz,sarılamamışız sıkı sıkıya.
Belki yolda gördüğümüz sıradan birine , belki en yakınımızdakine yürekten gülememişiz İyilik etmemişiz acaba döner mi tekrar bana demeden.
Affedememişiz en küçük hataları ,candostları silmişiz belki de kocaman hiçler uğruna.
Bir gün daha bitti.
Ve belki hayattaki son günlerimiz kaybolup gidiyor sezdirmeden bizlere...
Yapamadıklarımız için , içimizdeki keşkeler için ek süre tanınmayacak hiç birimize.
İyisi mi daha geç olmadan bir yerlerinden tutmalı hayatın,güneşin güzelliğini farketmeli,yıldızlara sevdalar yükleyip sahiplerine ulaştırmalı,SENİ SEVİYORUMMMM demeli,affetmeli herkesi,dostluğun değerini bilmeli...
Bir gün daha kaymadan yüreğimizin ömründen ’’keşkeleri iyiliklere çevirmeli''Son gündür belki de diyip bir günü de dolu dolu eskitmeli....
Asla farkına varamıyoruz ama yarın geriye kalan ömrümüzün ilk günü...








11 Mart 2012 Pazar

Kendini sevmekle başlar; bir insanı sevebilmek...



Kaçımızın hayatında halâ çocukluk ve okul yıllarından kalma dostlukları var.
Kaçımız bir sokak çocuğunun ve bir yetimin yüzünü güldürebiliyoruz.
Kaçımız hiç tanımadığımız bir insanın acısına ortak olup kendi acımız bilip gözyaşı dökebiliyoruz.
Kaçımızın sımsıkı sarılabileceği, başını omuzuna koyabileceği, bütün sıkıntılarını anlatabileceği dostları var.
Kaçımız sevdiğimiz birinin doğum gününü kendi doğum günümüz gibi unutmuyoruz.
Kaçımızın adı yaşadığımız şehrin sınırlarını aştı.
Kaçımız gerçek bir dost, bir sırdaş ve bir sevgili diye anıldık. Kaç kişi size sevdiğim, yüreğim, dostum, kardeşim iyi ki varsın ve hep yanımda ol diyebildi. Ve kaç kişi sizi ailesinden bir parça gibi görüp anne, baba, abla, abi, kardeş diyebildi. Bugüne kadar yüreğinizin kapısını kaç kişi çaldı ve siz *tanrı misafiri* diyerek yüreğinizi ona açtınız.
Kaçınız dost ve düşmanı birbirinden ayırıp dostunuzu düşmanınıza satmadınız. Kaçınız bir çiçeği dalında sevdiniz. Kaçınız yaşadıklarınızdan ders alıp bir daha tekrarlamadınız. Kaçınız her gece ettiğiniz duâ da kendiniz için istediklerinizi sevdikleriniz için, yüzünü bile görmediğiniz insanların mutluluğu için dilediniz.
Kaçınız şimdi adını bile hatırlamadığınız bir insanın sayesinde şu an ki bulunduğunuz konuma gelmeniz de büyük bir etkisi
olduğunun farkına varabildiniz.
*Kaçınız yüzünü bile görmediğiniz birine dostum dediğiniz için kalemi elinize aldığınız da yazabildiniz.*:)
Kaçınızın hiç gerçekleşmeyecek bir hayali gerçekleştiğinde mutlu olduğunuz zaman, *bende bir insanın hayalinin
gerçekleşmesi için bir umut, bir ışık olacağım* diyebildiniz.
Kaçınızın yıllar sonra bile anlatırken gülümsenildiği hatta gözyaşı dökebildiği anıları var.
*Kaçınız size yapılan bir hatayı görmemezlikten gelip bende yanlış yapabilirim, bende yanılabilirim diyerek o insanı affedebildiniz?
Aslında düşündüğünüz de bütün bunları yapabilecek hem yüreğimiz hemde vaktimiz var.
Hayatta her şeyin bir bedeli var. Ama insanları sevmenin yok.
Hepimiz bu hayat yolunda bir şekilde giden yolcularız. Beraber yolculuğa çıktığımız ve hayatı paylaştığımız sevdiklerimizi gelip geçici değerler için ihmal etmeyelim.
Unutmayalım ki hayatımız da olan her insan yüreğimizin bir sahibi.
Ve bizler onlara olan *sevgi aidatımızı* zamanın da ödeyelim.
Hem kendimizi hem de sevdiklerimizi mutlu edelim.
Hayatta ki her şey ertelenebilir ama sevdiklerimiz ertelenmeye gelmez.
Bizden beklenen sıcacık bir sevgiyi, bir tebessümü, bir merhabayı onlara çok görmeyelim.
Hadi dostlar bugün hepimiz üzerimize düşen *sevgi aidatımızı* ödeyelim...
Kendini sevmekle başlar; bir insanı sevebilmek...
Rabbime şükrediyorum bana bütün bu güzellikleri yaşattığı için...


 alıntı




MODERN KÖLELİK- ONLAR KÖLEYDİ YA SİZ?



Köle karakterli insanlar kimlerdir? Cahiliye döneminde veya Romalılar döneminde yaşamadığımıza göre kölelik konusunu da nereden çıkardınız diye sorabilirsiniz. Öyle ya, çağlar öncesinin kölelik ve efendilik esaslı yönetim anlayışları şekil olarak günümüzde yaşamadığına göre nereden çıktı bu köle konusu diye bana kızabilirsiniz de. İnsan köle olarak doğmadığına göre bu bahsettiğiniz başka bir şey olmalı diye düşünebilirsiniz. Hayır, bahsettiğim şey başka bir şey değil. Tam da köle olmaktan bahsediyorum. Hem de geçmişteki kölelik durumunun daha ilerisinde bir kölelik anlayışından bahsediyorum.

Tarihe baktığımızda kadim zamanların köleleri, köle olduklarını biliyorlardı ve bir gün kurtulma umutları vardı. Bir eşya gibi köle adıyla alınıp satılırlardı. Yükümlülükleri çoktu, ağır işlerde çalıştırılırlardı, hiçbir hakları yoktu. Günümüzle kıyasladığımızda en azından açlık sorunları yoktu. Aç ve açıkta kalma dertleri yoktu. Oysaki modern zamanların köleleri böyle mi? Modern kölelik de çağ atlamış, isim değiştirmiş sadece. Esasında değişen bir şey yok. Modernizm, birtakım kolaylıkları, imkânları ve yenilikleri getirmiş olsa da aslında eskinin kölelik anlayışı yeni dönemde de devam ediyor. Kılık değiştiren yeni nesil köleliğin ortaya çıkmasından başka bir şey değildir. Kadim zamanlarda Firavunun ya da bir kralın adamlarının elinde kılıçla insan öldürmesiyle, Emperyalizmin ve sömürgeciliğin kimyasal bombayla insan öldürmesi arasında bir fark var mı? Irgat olarak çalışan, deve ve at bakıcılığı yapan köleyle, modern fabrikalarda karın tokluğuna çalışıp patronlarını zengin ve mutlu eden işçilerin arasında ne fark var. Aralarında hiçbir fark yok diyemeyiz. Elbette bir fark var. En azından kadim zamanlarda kölelerin aç ve açıkta kalma tehlikesi yoktu. Oysa modern zamanların köleleri bu şansa da sahip değiller. Her an aç ve açıkta kalma tehlikesiyle karşı karşıdırlar. Aynı sömürgecilik anlayışı, aynı zalim düzen, aynı katliamlar günümüzde de devam etmiyor mu? Güleryüz ve merhametin matruşlu yüzlerde, sevgi, adalet ve doğruluğun kravatlı adamlarda bulunduğunu söyleyebilir miyiz? Kadim zamanlarda efendilerin daha namuslu, daha dürüst olduklarını, modern zamanlarda ise namussuz ve hilekâr olduklarını mı söyleyeceğiz? At arabasına binen insanlarda daha az merhamet ve insanlık, uçak ya da otomobile binen insanlarda daha çok sevgi, merhamet ve insanlık olduğunu söyleyebilir miyiz?

Kadim zamanlarda kölelerin efendileri belliydi. Peki, Modern kölelerin efendileri kim? Şimdi görünmeyen efendiler var. Modern köleler, köle olduklarının farkında olmadıkları için birileri onları uyandırıncaya kadar köle olarak yaşamaya mahkûmdurlar. Çoğu zaman da ebedi olarak köleliğe mahkûmdurlar. Efendilerini tanımadıkları için, bu şuura sahip olmadıkları için kölelikten kurtulma gayreti içinde de olamazlar. Modern kölelere efendilerini kim gösterecek. Burada suçlu kim? Köleler mi? Efendiler mi?

Modernizm, hak ile batılın arasındaki mücadeleden doğmuştur. Helvadan ilah yapıp acıkınca yiyenler ne kadar ilkel ve kaba ise, liberalizm, materyalizm, komünizm, faşizm gibi çağdaş ideolojilerin ilahlarının çocuklarını yemesi de o kadar ilkel ve bedevidir. İlkel ve medeni ayrımı yapmak sadece şekilleri değiştirebilir. Şeklin değişmiş olması özü değiştirmez. Tarihten günümüze hak batıl mücadelesinde değişen sadece şekil ve kelimelerdir. Ruh ve kavram olarak değişen bir şey yok aslında. Şimdi derebeylere karşılık Aristokratlar, para babaları var. Toprak ağalarına karşılık fabrika ağaları var. İlahlık iddiasında bulunan firavunlara karşılık devlet ideolojiler var. Topraklarda karın tokluğuyla çalışanlar köle olurken, kapitalist düzenin fabrikalarında sermaye patronlarına karın tokluğu ile çalışanlar köle olmaktan kurtuluyorlar mı?

Alışveriş merkezlerinin, bankaların, eğlence yerlerinin, şatafatlı çarşıların mabet, maddenin, zevk ve paranın mabut olarak kabul edildiği çağdaş ilahlar dönemini yaşıyoruz. Hani “Stalin’in Tavuğu” diye bir hikâye var. Tam da bu hikâyedeki duruma uygun düşen halk yığınları, bundan zevk alan yöneticiler yok mu günümüzde. Stalin’in tavuğu gibi tüyleri yolundukça, yani sömürüldükçe, ezildikçe, horlandıkça, haksızlığı yaşadıkça efendisinin bacakları arasına sığınıp ondan medet uman, düşünemeyen, kurtulmak için mücadele etmeyen, kurtarılmayı bekleyen halk yığınları yok mu günümüzde.

Belli bir davası olmayan, fikirsiz, hatta herhangi bir batıl dava sahibi olan insanlar; her zaman emir almaya alışık, güçlüye boyun eğen, itiraz etmeyi bilmeyen, sorgulamayan, düşünmeyen, koyun kişilikli, ezik ruhlu ve köle karakterli kimseler yok mu günümüzde. İşte köle karakterli insanlar bunlardır. Hani Voltair’e ait bir söz var; ‘‘Kendisini başkalarının kurtarmasını bekleyen kişiler yalnızca kölelerdir.’’

9 Mart 2012 Cuma

Yazılanı Yaşar Gönül..



Vazgecmek midir kaybetmek, yada tutundugun bir dalin kırılması mı?
Korkmak mıdır veya, yaptıklarından,yapacaklarından, umut ettiklerinden, yarınlarından…
Bekletmektir belki de, söz veripte zamanını ayarlayamadıgın.
Umut olmadan yaşayabilir mi insan_?
Düs kurmadan hayal etmeden…
Hep yarin dersin ya hani, yarinlari beklerken
Dünde kalan yarinlar bile hala umuttur yapamadiklarina
Günün inanci yarinin umududur hayatimizda…
Yürüdügün yol camur, firtinalardasin, ey gönül
Elbet bu camuruda asar bu ömür
Feryadin sarinca dört bir yani, inleyince yerle gök
Sessizligin dahi feryad olup icindeki karanliga yagar
Ah bir aglasan, caglayan irmaklar misali aksa gözün yasi
Aksa da kurtulsan icindeki karanliktan…
Sorgulayinca kendini kaybettigin seylerden, sebepsiz sebepli
O zaman anlarsin zamana kafa tutmakla kaybettigini
Gecerken ömrün yarinlarin umuduyla, ne kadar kafa tutarsan tut zamana,
Bir cizgisi vardir Hayatin asilamayan, yazilani yasar gönül…
alıntı

Düşün Ya incittiğin,kırdıgın gönlü ALLAH (cc) seviyorsa!!!.

 
Düşün Ya incittiğin,kırdıgın gönlü ALLAH (cc) seviyorsa!!!.

                    Yaralı yürekler, okşanmaktan hoşlanır yumuşak ellerle.

Uzattığın el, ipekten olsun.. söylediğin söz kalbten.. bakışların içten.. kucak açışın candan… iltifatın inancından ve gadabın da adaletinden olsun..!!
*Başkalarına karşı alabildiğine müsamahalı, nefsine karşı da yüzde yüz acımasız ve katı ol. Eden kendisine eder
. Yapan bulur ve çeker..!!
Unutma! Kazanmak, koca bir ömür ister. Kaybetmeye ise ânlık gaflet yeter..!!
*Vefasız kimsenin gönlü gamla, matemle dolsun; vefası olmayan, şu alemde olmasın, yok olsun!”
*Bir gönlü mü kırdın; ağlamalısın. Hele özür dilemesini bilmiyorsan; senden dost olmaz, Senden yâren olmaz.. ya incittiğin, kırdığın gönlü ALLAH (c.c.)
seviyorsa..! RASULULLAH (S.A.V.) seviyorsa..! hatta arz-ü sema dahi seviyorsa..!!
Nerden bileceksin, bilmiyorsun.. Bilseydin ödün kopardı dokunmaktan.. *Her varlığı yalnızca ALLAH’tan (c.c.) ötürü sevmek ve övmek gerektiğini asla
unutmamalısın…!!

”ALLAH (c.c.) seni mahlukattan uzaklaştırdığı zaman, bil ki sana kendi dostluğunun
kapısını açmak istiyordur”
(Ataullah İskenderani)
 

Utanmayı Unuttuk mu?

 Eskiden büyüklerimiz "Utanmıyorsan, dilediğini yap!" derdi. Çünkü utanmayan insan, her türlü kötülüğü, haksızlığı, ahlaksızlığı y...