10 Nisan 2015 Cuma

"DÜŞ BATIMI" OKUYUCU YORUMLARI; SEVGİLİ MÜJDE DİYOR Kİ;


DÜŞ BATIMI - 2 -



Sevgili blog arkadaşlarımdan Hanife'ciğimin ilk romanı olan Düş Batımı' nı okuduktan sonra yorumlarımı yazmaya bir türlü fırsat olmamıştı. Bugün işte o gün:)

Sevgili Hanife'nin kullandığı dil çok sade, gereksiz ya da abartılı tasvirlerden uzak, olanları son derece başarılı, gözümüzün önünde canlanacak şekilde betimliyor.

Kitabın kahramanı küçük Elif. Başlarda Elif'in annesinden korkmasının sebebini merak ediyorsunuz, sonra yavaş yavaş bunun nedenlerini anlıyorsunuz, (anlatmıyorum ki tadı kaçmasın yok öyle yağma:)

Maddiyata verilen aşırı önem (mesela komşunun kendi tarlasının sınırı geçmesi ya da geçtiğini düşünmek)ve bir anlık öfke ile kararan hayatlar! Onaltı yaşında evlenmenin doğurduğu sonuçlar! Cehaletle mücadelenin önemi, kumalık, başarısız evliliklerin, beklediği umduğu gibi anne, baba olamamanın, boşanmanın, insanda yarattığı suçluluk duygusu, psikolojisi, yaşananlar sonucu aklını kaybeden bir anne, bunun çocuklar üzerindeki tüm aile üzerindeki yıkıcı etkileri, kız kaçırmak, üvey annelik! Üvey evladın psikolojisi...:(
Romanı okurken ilk sayfadaki 'anasız oğlak yerde oynar, analı oğlak yarda oynar' atasözünün neden söylendiğini de ileriki sayfalarda anlayacaksınız.

Sahi unutmadan hikaye içinde bir de hikaye anlatmış Hanife'ki gülmekten öldüm:) çok yaşlı bir kadınla evlenen yakışıklı genç ve aşkın göreceliği ile ilgili.

Kitabın başında küçük bir kız olan Elif, büyüyecek, okula gidecek, aşık olacak ve yaşadığı onca acı yetmezmiş gibi bir de babasını kaybedecek. Aşık olduğu gençle evlenecek mi, hayat Elif'e bundan sonra neler gösterecek? Bilmiyoruz çünkü roman orada bitiyor ve siz devamını merak ediyorsunuz.

İnşallah devamı da gelir diyorum Hanife'ciğim.
Eline, yüreğine sağlık.



Sevgili Müjdeciğim güzel dileklerin ve kitabım ile ilgili hoş yorumun için çok teşekkür ediyorum.

Sevgilerimle canım..

5 Nisan 2015 Pazar

Mutluluk Yaşanılan Andadır!



İnsan var oluşundan beri mutlu olmanın mutlu yaşamanın çaresini aramış durmuş. Kimi geçmişte, kimi gelecekte, kimi maddiyatta, kimi maneviyatta bulmaya çalışmış. Kimi mevkide makamda, kimi yatta katta, kimi sevgide aşkta, kimi geçmişinde anılarında, kimi geleceğinde hayallerinde aramış. 
Mutluluğu geçmişinde arayanlar, geçmişte yaşadıklarına takılarak, bir dönemi veya olayı "keşkelerle" ve "eğerlerle"  sorgulayarak geçmişin muhasebesinde boğulurlar. Bunlar kendilerine acırlar.Kaderlerini suçlar, şansızlıklarını anlatır veya uğradıkları bir haksızlığın hayatlarına nasıl bedeller getirdiğine yakınarak yaşarlar. 
Bu tip insanlar geçmişte yaşadıkları için bugünü ıskalarlar. 
    Mutluluğunu gelecekte yaşayacaklarına endeksleyenler ise;  mutlu olmak için şartların olgunlaşmasını, bir takım şartların yerine gelmesini beklerler. Oysa böyle yaparak farkında olmadan yaşamı ertelemiş, mutluluklarını şarta bağlamış olmaktalar. Adeta gelecekleri bu günlerine ipotek koymuştur. Mutlu olmalarını engelleyen şey, beklentilerinin son noktasında doyuma ulaşacağına inanmalarıdır.
     Kaldık ki mutluluk yaşanılan andadır. Ne geçmişin "keşkeleri" ve "eğerleri" ile örülmüş çetin muhasebesinde, ne de geleceğin doyuma ulaşacak gerçekleşmemiş beklentilerinde... 
  Geçmişten çıkıp bugüne gelemeyenler için mutluluk yaşanabilir bir duygu olmaz. Zira geçmiş yüklerle doludur. Her birimizin geçmişten gelen yükü bir diğerinden farklıdır.
Kimimiz eşine, kimimiz arkadaşına, kimimiz bir akrabasına kırgın. Kimimizin yükü, iş yerinde yaşadığı güç savaşlarına bağlı sürtüşmelerden doğar.
  Kimimizin yükü yaşadığı bir ilişkidir. İlişki çoktan bitmiştir. Verdiğimiz emeğin, yaptığımız sevgi yatırımının haksızlığa uğradığını düşünmüşüzdür. Kırgın ve öfkeliyizdir.
Kimimize çocukluğumuzda alamadığımız sevgi, yük olmuştur. Anne babamız tarafından sevilmediğimizi düşünmüşüzdür. Hatta bu yükün etkisiyle bugünümüzde sevilmek için o kadar çok çaba vermeye kalkışırız ki, sevmeyi unutan sevilme uğraşında olan  biri olur çıkarız.
  Yükle yaşayan insanlar yorgundur.Yaşantımızın bir sonraki döneminin bir öncekinin gölgesinde geçmesini istemiyorsak, yaşadığımız her ana hakkını vererek yaşamalı ve mutlaka bu yüklerden kurtulmamız gerekir.Yüklerden kurtulmak ise; öncelikle anı yaşayabilmeye bağlı. Anı yaşayabilmek üzerimizdeki yüklerden kurtulmaya, üzerimizdeki yüklerden kurtulmak ise, bizi üzen mutsuz eden olayları ve kişileri affetmeye bağlı. Her insanın bir zaafı olduğunu bilmeli, onları olduğu gibi kabul etmeli ve empati kurmalı bu sayede  onları affetmek daha kolay olacaktır. Zira affetmek ruhu temizler. Hayata daha pozitif daha mutlu bakmayı sağlar. 

Gelin hep birlikte kendimiz dahil, geçmişimizde olumsuzluk yaşadığımız kimseleri  affederek ve olayları unutarak kendimizi rahatlatalım.../ ne dersiniz?

Hanife Mert

4 Nisan 2015 Cumartesi

"Düş Batımı" Kitabımdan Satır Araları

Her yaprak farklı bir umudu müjdeler.Yeşerdikçe dallanıp budaklandıkça hayatın yaşanmaya değer olduğunu hissettirir insana. Lakin kaçınılmaz bir gerçek vardır. O da yaprağın değişmeyen kaderi! Her sonbaharda dalından düşmek, her fırtınada da bilinmezliğe doğru savrulmaktır. "Yaprağın kaderiymiş düşmek." İnsanın kaderi ise, yazılanı yaşamak, çizilen yolda yürümekmiş.” Düşmekten, yaşamaktan, korkmadan yürümek. Hayata olumsuzluklara karşı direnmek... Hayatı yaşanır kılmak.





Kitabım ile ilgili zaman zaman benim için çok önemli bir o kadarda özel olan okuyucu yorumlarını ve kısa kısa satır aralarından bölümleri siz değerli blog dostlarımla paylaşarak sevincime ortak olmanızı düşündüm,ne dersiniz?
Muhabbetle,
Hanife Mert

29 Mart 2015 Pazar

Bayrak İndirilmez!


Uşak Üniversitesi Rektörlüğü, garip bir olaya daha imza attı. Rektörlük Türk Bayrağı’ndan rahatsız olan bir grubun talebi üzerine kantinde asılı duran Türk Bayrağı’nı "Artık bunun süresi dolmuştur" diyerek indirdi. Rektörlük tarafından bayrağı indirmesi için görevlendirilen Fen Edebiyat Fakültesi’nin Dekanı Prof. Dr.
Cengiz Soykan, bayraktan rahatsızlık duyan grubun bazı temsilcileri ve güvenlik nezaretinde kantindeki öğrencilerin şaşkın bakışları arasında adeta özrü kabahatinden büyük bir açıklama ile Türk Bayrağı’nı indirmesi şaşkınlığa neden oldu.
Daha öncede Ulu Önder Atatürk’ün ölüm yıl dönümünde anma programı düzenlemeyerek büyük tepkilere neden olan Uşak Üniversitesi rektörlüğü bu seferde kantinde asılı duran Türk Bayrağını indirerek farklı bir skandala imza attı. Haberin devamı;

http://www.hurriyet.com.tr/yerel-haberler/Usak-Haberleri/usak-universitesi-nde-sasirtan-olay_81421


Bayrak sevgisi saygısı bize, atalarımızdan kalan kutsal bir mirastır. Yalnız kendi bayrağımıza değil, tüm milletlerin bayrakları da kutsaldır. Çünkü bayrak bir milletin bağımsızlığının istiklalinin sembolüdür.
Şanlı bayrağımız da bizim istiklalimizin, namusumuzun, onurumuzun, özgürlüğümüzün, bağımsızlığımızın sembolüdür... 
O bizim her şeyimiz. O göklerimizde nazlı nazlı dalgalandıkça huzurluyuz, mutluyuz, güvendeyiz.
Daha ilkokul sıralarında öğrettiler bize bayrak sevgisini, vatan sevgisini, Atatürk sevgisini... Bağımsızlığımızın sembolü ay yıldızlı bayrağımızı gururla söylediğimiz İstiklal Marşımızla lisenin son yıllarına kadar göndere hep milli bir ruh ve heyecanla çektik. 

Öğretmenlerimiz, anne- babamız bayrak ve Atatürk sevgisini canımızdan aziz bilmemizi ilmek ilmek işlediler yüreklerimize…

Kutsal değerlerimize saygıyı biz küçücükken öğrendik.
İşte bu sebepledir ki, vatanımızın ve Milli Egemenliğimizin sembolü olan ve onun dalgalandığı yerde kendimizi güvende hissettiğimiz bayrağımızı hep yüksekte tuttuk. Onun yere düşürülmesine, indirilmesine asla tahammülümüz yoktur...

   Hal böyle iken, bu topraklarda yaşayan, ekmeğini yiyen suyunu içen insanların ata mirası bayrağımıza, bize bu cennet vatanı emanet eden atasına ihanet etme gibi bir özgürlüğü olamaz. Çünkü hepimiz onun dalgalandığı yerde, akşam huzur içinde uyuyor, sabah güvende hissederek kalkıyoruz.

O bayrak ki “Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü, Senin altında doğdum, Senin altında öleceğim, Tarihim, şerefim, her şeyim” diyen Arif Nihat Asya’nın dizelerinde en güzel ifadesini bulan hepimizin bayrağıdır.
Biz, bayrak denince Ulubatlı Hasan’ı biliriz; kınalı kuzularımızı biliriz. Kurtuluş Savaşında “Ölürsem kefenim olur” diyerek göğsünde bayrak taşıyan kahramanlarımızı hatırlarız. “Bayrak inmez, ezan dinmez” diye şehit olan yavrularımıza ağlarız. Bu millet, tarihin var olduğu günden bugüne değin kendisini, varlığını ve bağımsızlığını sembolleştirdiği ve kutsal bildiği bayrağı dalgalansın diye sayısız şehit vermiş, kan dökmüştür.

Üzerimize tarihin noterliğinde sayısız şehitlerimizin imzalarıyla tapulanan bu imanlı topraklarda şanlı bayrağımıza, Atamıza ve tüm kutsal değerlerimize  yapılan  saygısızlığı ihaneti lanetliyorum.



Hanife MERT

22 Mart 2015 Pazar

"Düş Batımı" Okuyucu Yorumları

Kitabımın tanıtımı ile ilgili zaman zaman okuyucu yorumlarını zaman zaman ise gelişmeleri bloğumda paylaşarak siz değerli dostlarımı bilgilendirmek istedim...

İkinci yorum blogspot arkadaşlarımdan sevgili Şayan Gültekin Varol'a ait;

Şayan Gültekin Varol
17 Şubat 

Sevgili arkadaşım Hanife Mert Hanımın kitabı şu an elimde
Düş Batımı daha ilk sayfalarda etkileyici etkisini gösterdi
Buram buram Anadolu kokuyor dram içinde dram hüzün var duygusallık var her şeyiyle anlatımı muhteşem tebrik ediyorum Hanife Mert arkadaşımı okumaya devam görüşlerimi yine yazacağım
Şayan Gültekin Varol/ Kitabı okuduktan sonra...
19 Şubat ·
Sevgili arkadaşım Hanife Mert Hanımın kitabını okudum ilk yorumumda dediğim gibi buram buram Anadolu kokuyor dram var acı var hüzün var pişmanlıklar var ve yalnız Anadolu kadınında değil şehirdeki roman kahramanlarının hepsinin bir acısı dramı var okurken gözlerimin dolduğu anlar çok oldu beni en çok etkileyen Zeynep oldu ve Elif ve Hasan'ın pişmanlıklarıyla geçen hayatı... geceleri geç saatlere kadar okudum elime alınca da bırakamadım hep sonunu merak ettim ben hep Zeynep'i düşünmüştüm:( çok çok güzel bir romandı herkes herşey anlatımı mükemmeldi her konuya yer verilmişti sevgiler canım arkadaşım anlatılmaz okuyunca anlaşılır okunması gereken bir roman bir kitap emeğine yüreğine kalemine sağlık canım arkadaşım tekrar hayırlı olsun diyorum sevgiler selamlar gönderiyorum..

Çok teşekkür ediyorum candan arkadaşım bu çok değerli yorumunla sevincime ve heyecanıma ortak olduğun için...

Hanife MERT

21 Mart 2015 Cumartesi

Türk Kültüründe Nevruz (Önceki Paylaşımımdan)


Nevruz Bayramı, Türk Milleti’nin yüzyıllar ötesinden devam edip gelen geleneksel bayramlarından biridir.
Nevruz Bayramı, Türk Milli Kültürü’nde baharın müjdecisi, gece ile gündüzün eşit olduğu ve tabiatın en adaletli günü olarak kabul edilir. Türkler’in yaşadığı en uzak bölgelerde dahi 21 Mart, Nevruz Bayramı olarak çeşitli yöresel etkinliklerle kutlanır.
Tabiat ile iç içe, kucak kucağa yaşayan, toprağı “ana” olarak vasıflandıran Türk Düşünce Sisteminde “Baharın gelişi” elbetteki önemli bir yere sahip olacaktı.
Kaşgarlı Mahmut, “Bayram” kelimesinin anlamını Divan-ı Lügat-it Türk’te “Bedhrem, halk arasında gülme ve sevinme, bir yerin ışıklarla ve çiçeklerle bezenmesi ve orada sevinç içinde eğlenilmesi” olarak tarif eder.
Bayramlar, insanlar arasında karşılıklı sevgi ve saygının perçinlendiği günlerdir.
Bayramlar, insanların birbirleriyle olan dargınlıklarını unuttukları, barıştıkları, kardeşçe kucaklaştıkları gündür.
Bayramlar, toplumlarda milli birlik ve beraberliğin, bir arada yaşama arzusunun kuvvetlendiği günlerdir.
Bayramlar, milli ve dini duyguların, inançların, örf ve adetlerin uygulandığı, sergilendiği, bir toplumda millet olma şuurunun şekillendiği, kuvvetlendiği günlerdir.
Eski Türkler’le İranlılar’ın “yıl-başı” kabul ettikleri gün, Farsça bir kelime olan “Nevruz” terimiyle ifade olunmaktadır. Ancak kelime anlamı bakımından “yeni gün” demektir. Araplar’a İranlılar’dan geçen bu adet, başta Oniki Hayvanlı Türk Takvimi’nde görüldüğü üzere Türkler’de çok eskiden beri bilinmekte ve bugün törenlerle kutlanmaktadır.
Türkler’de çok eskiden beri baharın gelişi, tabiatın canlanışı, destanlarda masallarda, türkülerde şiirlerde, aşıkların kopuzlarında terennüm edilir ve bahardan coşkunlukla söz edilirdi. Baharın gelişi; suların çoğalması, dünyanın nefesinin ısınması yani havaların ısınması, türlü çiçeklerin açılması, yeryüzüne yemyeşil bir ipek kumaşın serilmesi, hayvanların çoğalması olarak yorumlanmaktadır.
Türk topluluklarında Nevruz geleneği yaygındır. Türkler, Nevruz’u “Nevruz-ı Sultani”, Sultan Nevruz” veya Orta Asya Türk topluluklarında görüldüğü üzere “Sultan Navrız” olarak kutlamaktadırlar. Türkler’de Nevruz’la ilgili görülen rivayetlerin en önemlisi bu günün bir kurtuluş günü olarak kabul edilmesidir. Bu bakımdan bu gün Ergenekon veya Bozkurt Bayramı olarak kabul edilmektedir.
Ergenekon Destanı’na göre düşmanları Türkleri bir hile ile yenerler ve çoğunluğu öldürülür yada tutsak düşer. Kurtulanlar kimsenin bilmediği dağlık ,verimli bir yer olan Ergenekon’a gelirler. Zamanla nüfusları çoğalınca buradan çıkmak istediklerinde etrafın demir dağlarla çevrili olduğu görülür. Bunun için büyük ateşler yakıp dağları eritirler ve tekrar eski yurtlarına dönerler. İşte Türk Kültürüne göre Nevruz , takvim başlangıcı olan Ergenekon’dan çıkış günüdür. Bu adet Türkler’deki demirciliğin milli sanat olması ve demir kültü ile açıklanabilir. İşte Türk Kültürüne göre Nevruz, takvim başlangıcı olan Ergenekon’dan çıkış günüdür.
O günden beri yeni yılın başladığı gece Kök-Türkler’de adettir, o günü bayram sayarlar. Bir parça demiri ateşe salıp kızdırırlar. Önce Kağan bunu kıskaçla tutup örse koyar, çekiçle döver. Ondan sonra beyler de öyle yaparlar. Bunu mukaddes bilirler, böylece Tanrı’ya şükretmiş olurlar.
Nevruz, Türkler’in tabiatın dirilişini alkışladığı, yıl esaslı zaman değişiminin başlangıcı saydığı, değişmeler için Tanrıya şükrünü ifade ettiği özel bir törendir. Bu kutlama sarı, kırmızı, yeşilin yan yana gelmesiyle oluşan sembolleşme ile tamamlanır gibidir.
Sarı, kırmızı ve yeşili bir inanış ve varlık dünyasını yorumlayış sonucunda yeşili; dirilik, tazelik gençlik, sarıyı; merkez, hükümranlık, kırmızıyı; Tanrı, koruyucu ruh, ocak (ev), dirlik, bağımsızlık, hürriyet anlamlarının sembolü halinde yorumlayan sadece Türk kökenli halkalardır.
Türk boyları, söz konusu bayramda çeşitli eğlenceler düzenlemekte ve bir çok pratiği de yerine getirmektedirler. Mesela; Nevruz’da pişirilen özel yemekler, oynanan oyunlar, güreş müsabakaları, yarışmalar, musiki makamları, şiir söyleme gelenekleri gibi faaliyetler yüzyıllardan beri yapılmaktadır. Nevruz, bu özellikleriyle Türk boyları arasında tam manasıyla sanat, edebiyat, spor ve musiki erbabının hünerlerini gösterdikleri bir bayram haline dönüşmüştür.
Tarihi bakımdan Hun, Göktür, Uygur, Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde Nevruz, bir örfi bayram olarak kabul edilmiş, çeşitli eğlence ve merasimlerle idrak edilmiştir.
Cumhuriyetin ilanından sonra Atatürk’ün önderliğinde 1922, 1923, 1924 ve 1926 yıllarında Ergenekon Bayramı adıyla kutlanmış, daha sonraki yıllarda bu kutlamalar mahalli seviyede olmuştur.
Ülkemizin Batısında Mart Dokuzu, Hıdrellez veya Kakava Şenlikleri adıyla kutlanan Nevruz Bayramı, bizleri birbirimize daha çok yaklaştırır. Ortak bir kültüre, birlik ve beraberlik içinde sahip çıkar ve aynı kültürün insanları olarak kaynaşmamıza, birbirimizi sevmemize yardımcı olur.
Nevruz geleneği ne Sunilikle, ne Alevilikle, ne Bektaşilikle doğrudan bağlantısı olmayan, İslamiyetten çok öncelere giden bir gelenektir. Yani bir dinin ve mezhebin bayramı değildir. Bu yüzden herhangi bir şekilde bir mezhep adına, bir din adına, bir etnik menşe adına bağlı gösterilmesi, istismar edilmesi, bir ayrılık unsuru olarak takdim edilmeye çalışılması yanlıştır. Tarihin ve kültürün bütün gerçeklerine aykırıdır.
Milli Kültürü yozlaştırmak, yok etmek, milli kültür unsurları üzerinde şüphe yaratmak, milli tarih konularında spekülatif yayınlarda bulunmak bugün Türklük düşmanlarının en çok takip ettikleri metod bulunmaktadır. Kaleleri içerden ele geçirmek yani ülkeleri parçala, böl, sonra yok et prensibi emperyalist politikaların hedef seçtikleri ülkelere karşı uyguladıkları genel bir stratejidir. Bu strateji içinde milli kültür düşmanlığı, milli kültürün dejenere edilmesi, milli kültür değerleri üzerinde başka sahipler aranması en geçerli bir silah olarak kabul edilmektedir. Özellikle yurt dışında Türkiye ve Türklük aleyhine faaliyet gösteren Marksist-Leninist ve bölücü unsurlar sun’i bir topluma mal edilmeye çalışılan Ergenekon/ Nevruz Bayramı’nı Türk kültürü bünyesinden koparmak istemekte ve bu konuda gayret göstermektedirler. Bu durumda bizlere düşen görev tarihimizi ve kültürümüzü daha iyi öğrenip sahiplenmektir.
Atatürk’ün tarih öğrenmenin önemi üzerine söylemiş olduğu şu söz yukarıda izah etmeye çalıştığımız konunun önemini daha iyi açıklamaktadır.
“TÜRK ÇOCUĞU ECDADINI TANIDIKÇA DAHA BÜYÜK İŞLER YAPMAK İÇİN KENDİNDE KUVVET BULACAKTIR”
1990 yılında bağımsızlıklarını ilan eden Türk Cumhuriyetlerinde Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Azerbaycan ile Rusya Federasyonu bünyesindeki Tataristan 21 Mart Ergenekon/ Nevruz Bayramını “Milli Bayram” olarak ilan etmişlerdir. Bu günün coşkuyla kutlanmasına büyük önem vermektedirler.Türk Kültüründen kaynaklanan Ergenekon/Nevruz Bayramı, her yönüyle Türk gelenek ve görenekleriyle zenginleşmiş, an’anevi ve temeli beş bin yıllık Türk tarihine dayalı milli bir bayramdır.Türkiye’de de 1991 yılında Türk Dünyası ile birlikte ortak bir gün olarak resmi tatil olmaksızın bayram ilan edilmiştir.
Nevruz, Türk insanını birbirine kenetleyen, bağlayan, Ergenekon’dan demir dağları eriterek dirilen ataların ruhuyla yanan bir ateştir. Bu ateş hiç sönmeden binlerce yıl yandı ve gelecekte de kıvılcımlarından binlerce gönlü tutuşturarak ortak kültür ocağında binlerce ruhu ısıtacaktır. Avrasya’nın, Türk aleminin Nevruz toyu kutlu olsun, Nevruz gülleri geleceğe umutlar taşısın.

21 Mart Nevruz Bayramı, genç nesillerimize mutlaka öğretilmeli ve dünya durdukça Türk Milleti’nin geleneksel bayramı olarak yaşatılmalıdır.
Muhabbetle,
Hanife Mert
KAYNAKLAR:
1.Meydan Larousse “Nevruz” maddesi
2.Atatürk Diyor ki
3.Reşat GENÇ:Türk İnanışları İle Milli Geleneklerinde Renkler ve Sarı-Kırmızı-Yeşil
4.Abdulhaluk M.ÇAY:Türk Ergenekon Bayramı Nevruz
5.Bahaeddin ÖGEL:Türk Kültürünün Gelişme Çağları
6.Mehmet Emin BATUR:Nevruz 22 Mart 2004
7.İsa ÖZKAN:Uygur Efsanelerinde Nevruz
8:Enver MUHAMMET:Uygurlar’da Nevruz Geleneği, Türksoy Dergisi, Mayıs 2003
9.Hatice Emel AŞA:Nevruz’un Türk Dünyasındaki İsimleri-Türk Kültüründe Nevruz, Yeni Avrasya Dergisi Mart-Nisan 2000

Halimiz Ortada

  Dün, uzun süredir görüşemediğim bir arkadaşım aradı beni. Görüşmememizin özel bir nedeni yok. Hayat gailesi işte... Kendimizi öylesine kap...