13 Nisan 2012 Cuma

Yüce Kuran yaşatın diyor, biz vuruyoruz!!!


Bu günlerde ruh dünyamız hayli karışık. Etrafımızda kötü şeyler oluyor.
 İnsan onurunu zedeleyen gelişmeleri endişe ile izliyoruz. Ahlaki erdemleri olan bir toplumun fertleri olarak, meydana gelen bazı olayları bir taraflara sığdıramıyoruz.
Bugünlerde vuruyoruz. Dinlemeden vuruyoruz. Konuşturmadan vuruyoruz. Diyecek sözü olanı, daha konuşmadan vuruyoruz. Kinimizi hayatımızın hedefi haline getirmişiz. Kinimizi, nefretimizi dinimizin önüne almışız. Kalemle vuruyoruz, kelamla vuruyoruz, insafsızca vuruyoruz.
Yıllarca önce olmuş bir olayın hıncını yıllar sonrasına taşıyoruz, tüfeklerle insanları tarıyoruz. Yani vuruyoruz. Siyasetçileri, geleceği olan insanları kasetlerle vuruyoruz. Zafiyeti olan insanları zayıf noktalarından vuruyoruz. Zafiyeti yoksa, zafiyeti oluşturacak birilerini kurgulayıp öylece vuruyoruz. Anlayışı vuruyoruz. Diyaloğu vuruyoruz. Barış için uzanan eli vuruyoruz.
Ülkesi için bir şeyler yapabilecek insanımızı muhalifimizdir diye açığını bulamıyorsak, çocuğuyla, çevresiyle vuruyoruz. Ya madden öldürmek veya manen öldürmek için vuruyoruz. Hizmet etmiş veya eden insanların hiçbir iyiliğine bakmadan vuruyoruz.
Kuran-ı Kerim yaşatın diyor. Biz vuruyoruz. Kuran-ı Kerim “Bir insanı öldüren bütün insanlığı öldürmüş gibidir” buyuruyor. Biz bir filmde binlerce insanı vuruyoruz. Kuran-ı Kerim “Bir insanı dirilten bütün insanlığı diriltmiş gibidir” buyuruyor. Biz dirilenleri, hem de dikeyine toprağın derinlerine gömüyoruz.
Biz sadece kendimize Müslüman'ız; biz sadece kendimize demokratız, biz sadece kendimize özgürüz. Neticede vurmayı uyumak gibi, koşmak gibi olağan hale getiriyoruz.
Bizim helal, haram, sevap ve günah kavramlarımızda aşınmışlık var. İbadet anlayışımız çok dar bir alanda seyrediyor. Beynelmilel bir iman ve aksiyon dini olan İslam'ı, bir yerel din haline getirmeye çabalıyoruz. İslam'ı doğru anlamadığımız gibi, doğru anlayacakların önüne de bariyerler oluşturuyoruz.
Derin denizlerde balina avına çıkan zıpkın gemilerine direnen ‘doğa savaşçılarını' izliyorsunuz. Balinaları koruyan, doğanın dengesi için savaşan bu iyi niyetli insanların içinde niçin Müslümanlar yok diye hayıflanıyorum. Belki de vardır diye ümit ediyorum. Sizce bu direnme bir ibadet değil mi? Bence bu da bir namaz kadar, bir hac kadar ibadettir.
Fok balıklarını korumak için canını dişine takan insanları gıpta ile izliyorum. O mücadele içinde keşke ben de olabilseydim diyorum.
Yeşil doğayı korumak için eylem yapan gençlerin bu eylemi bence Yüce Rabbim tarafından karşılıksız kalmaz. Ormanların içine beton blokların yerleştirilmesi sizi rahatsız etmiyorsa Müslümanlığınız, hassasiyetiniz aşınmış demektir. İnsanları namaza çağırdığımız kadar en azından apartmanımızdaki veya mahallemizdeki yetim ve yoksulların listesini çıkarıp onlara yardıma birbirimizi çağırabiliyor muyuz?
Zenginlerimiz ve refah düzeyi yüksek insanlarımız maddi açıdan alt seviyedeki insanlarımızla ne kadar ilgililer. Bir kesimimizin dostlarına ikram ettiği bir öğle yemeğine ödediği hesabın, diğer bazı ailelerin bir aylık geçimine denk olduğunu düşünebiliyor muyuz? En azından düşünebiliyor muyuz? Yoksa hiç mi aklımıza gelmedi. Yoksa hiç mi ilgilendirmedi bugüne kadar. Mısır'la, Libya'yla, Filistin'le, Hindistan'la ilgilendiğimiz kadar elbette ilgilenmeliyiz de keşke bunlara da zaman ayırabilsek.
İnancı güçlü insanımız; ateist, deist, satanist, Makyavelist ve benzeri inanç ve ahlak unsurlarına anlayışla yaklaşamaz mı? Onların sıkıntılarını, kuşkularını, çıkmazlarını anlamak için gayret göstermez mi? Zor anlarında yanlarında olamaz mı? Yanlarında olmak, onları anlamak, onların inancını onaylamak değil ki! Onların imanını iman edinmek değil ki! Onları anlamaya çalışmak insani ve vicdani bir sorumluluktur.
İslam'a soğuk olan insanların da müminlerin problemlerini, isteklerini dertlerini, şikâyetlerini dinlemeleri gerekmez mi? Bir kesimimiz, neden müminlerin taleplerinin hepsine kuşkuyla yaklaşıyor. Neden onların taleplerinin imanlarından kaynaklanabileceğine kafa yormuyoruz? Neden Allah için bir araya gelen insanlardan zaman zaman endişe duyuyoruz?
Müslümanlık sadece, “Allah bir, Hz. Muhammed (s.a.v.) O'nun kulu ve elçisidir” demek değildir. Bu bir amentüdür. Bu bir fezlekedir. Müslümanlığa girişin önşartıdır. Müslümanlık sadece namaz kılmak, oruç tutmak da değildir. Bunlar deminki amentüye işlev kazandırmaktadır. Önemlidir. Mutlaka yerine getirilmelidir. Ama Müslümanlık sadece bu da değildir. Çünkü Kuran'da insanlık var, vicdan var, Firavun'a bile merhamet var, hatta Firavun'a tatlı söz söylemek var, öldürmek değil, yaşatmak var. Sermayeyi paylaşmak var. Karınca ezmemek var. Karıncaya, karıncanın penceresinden bakmak var. Birileri görüyorken değil, birileri görmüyorken secdeyi uzatmak var. İyilik yaparken göstermemek var. Doğru olan yolda yürürken sokağa serpilmiş dikenlere aldırmamak var. Bu yolda ayağına diken batmışa omuz vurmak değil, omuz vermek var.
Peki bu ayrıntılar çok mu önemli. Evet son derece önemli. Çünkü İslam bütün bunları düşünmeyi gerektirir. Bundan ötürüdür ki Hz. Peygamber: “Kıyametin kopacağı anda elinizde bir fidan varsa onu mutlaka dikin” buyurmuştur. Basit gibi görünen bir şey değil mi? Ama kıyamet kopacağı anda ‘Fidanı dikin' buyuruyor. Secde edin demiyor. Secdesiz kalın da demiyor. Ama fidan dikin buyuruyor Allah'ın elçisi. Onun için doğadan, öldürülen balinadan bahsettim. Onun için vuranlardan bahsettim.

Prof.Dr.Nihat Hatipoğlu



Bir Çocuk İçin Zaman Sevgidir..



Çocuk


Genç bir adam ceza evini boylamak üzereymiş. Yargıç onu çocukluğundan beri tanıyormuş ve ünlü bir yazar olan babasıyla da tanışıyormuş. Sulh yargıcı,
-“Babanı hatırlıyor musun?” diye sormuş.
Bu soruya
-“Onu oldukça iyi hatırlıyorum” şeklinde cevap vermiş.
Suçlunun vicdanını yoklamaya çalışan yargıç şöyle demiş:
-“Mahkum edilmek üzereyken ve şu anda mükemmel bir insan olan babanı düşünürken, onun hakkında net olarak ne hatırladığını anlatır mısın?“
Bir sessizlik olmuş. Daha sonra yargıç beklenmeyen bir cevap almış;
-“Öğüt almak için yanına gittiğimde, yazdığı kitaptan başını kaldırarak bana baktığını ve “Çek git başımdan; çok meşgulüm !” dediğini hatırlıyorum. Ona arkadaşlık etmek için yaklaştığımda bana dönerek “Çek git başımda oğul; bu kitabı bitirmeliyim !” derdi. Sayın yargıcım siz onu büyük bir yazar olarak hatırlarsınız fakat ben onu kaybedilmiş bir arkadaş olarak hatırlıyorum”

Yargıç kendi kendine söylenmiş;
-“Yazık ! Kitabı bitirdi ama oğlunu kaybetti ! ”

Siz ister çocuğunuza çok zaman ayırmak arzusunda olun, ister olmayın, çocuk her şeyin farkındadır. Ne onu oyuncağa boğmak, ne bol öpücükle karşılamak, ne eğitim konusunda ona üstün olanaklar hazırlamak, ne de sosyal açıdan her türlü avantajı sağlamak onunla birlikte sevgi ile bütünleşerek geçirilen zamanın yerini doldurabilir. Çocuk onunla geçireceğiniz zamana bakarak, onu sevip sevmediğinizi bilecektir. Bu nedenle anne-babalar, çocuklarına olan sevgilerini onlara zamanlarını vermekle  göstermelidirler.

11 Nisan 2012 Çarşamba

Gözlerin Gökyüzünde Bir Dolunay

 
Diyelim  ki sessiz gecede poyraz…
 Sis çökmüş o heybetli dağlara;
yurdun da kar altında,
gözlerin gök- yüzünde bir dolunay.

Diyelim ki sınamışsın uzaklığın ihanetini.
Seslere çarpmış sesin,
ama ulaşmamış hiçbir yere nefesin…

Diyelim ki şarabın dökülmüş, suların kesik,
bu hayat seni bir oyuncak sanıyor.

Diyelim ki sana çıldırmak yasak, sana ağlamak
yasak, yarın yasak, düş yasak.
Diyelim ki üşüyorsun kısacık bir ömrün sığınağında;
bir çay bile ısmarlamıyor hayat!

Diyelim ki lekesiz hiçbir şey kalmamış artık;
sis çökmüş güvendiğin dağlara...

Kederli bir süvari ol,
Orda, sen orda!
Bıkma atını mahmuzlamaktan,
bıkma bu puştlar panayırında
berrak nehirler aramaktan…

Yaslı bir kışa rehin düşse de günler,
kalbindeki tomurcuğu bahara büyüt;
o tomurcuk düşlerinin yağmuruyla ıslansın.

Çünkü her insan bir limandır başucunda tekneler;
çünkü herkesin hüznü kocaman, aşkları dalgın…
Kimi kanıyor şahdamarından,
kimi bozgununda yetim dervişan,
kimi aşklarıyla, düşleriyle perişan…

Yamalı yerlerinden kanıyor hayat,
tutunduğun günlerinden soluyor hayat.
Bu yüzden salıver düşlerini kendi uğruna yansın,
salıver düşlerini ateşlere abansın!

Tutunduğun günlerinden solarken hayat,
bıkma atını mahmuzlamaktan;
bıkma sendeki insan için,
derin uçurumlar arşınlamaktan...

Yaslı bir kışa rehin düşse de günler,
bir gün rüzgâr esecektir suların serinliğinden;
bir gün kırlangıçlar geçecektir göğün genişliğinden.

Yaslı bir kışa rehin düşse de günler,
kalbindeki tomurcuğu bahara büyüt,
o tomurcuk düşlerinin yağmuruyla ıslansın;
çünkü senin de bir ütopyan varsa,
i n s a n s ı n…

Yılmaz ODABAŞI

8 Nisan 2012 Pazar

DOST..


Bir şekilde hayatımıza giren insanlar vardır; Sokakta yürürken omzuyla çarpar kimi geçer gider; kimiyle her gün aynı saatte aynı yerde karşılaşır selamlaşırız; kimiyle internette  tanışır paylaşımlarımızla düşünce ikliminde yer alırırız, kimi arkadaştır keyifler paylaşılır kimi dosttur hüzünlere ortak.. Omzunda ağlanır kiminin, kiminin öğütleri dinlenir, kimine akıl verilir...
Dostları olmalı insanın,
Aynen gemilerin limanlari gibi
Zaman zaman uğradığın
Yükünü boşalttığın
Dalgalar dininceye kadar beklediğin koynunda ...
Bir de her şeyden vazgeçtiğimiz, en ihtiyacımız olduğu anlarda ansızın, hiç hesapsız kitapsız gelip, birden hayatımızın en önemli kısmını paylaştığımız, en mahrem sırları paylaşıp nerdeyse birlikte ağladıklarımız vardır. Derde ortak, sevince arkadaştır onlar.. Öyle ki bazen “işte mucize bu olmalı” diye düşünürüz. Umulmadık bir zaman ve şekilde hayatımıza girer ve hayatımızın merkezinde önemli yerini alır, bizimle ilgilenir; bazen abla , abi, bazen anne / baba, bazen sırdaş bir arkadaş,bazen vefalı bir yaren olur, sabırla sukunetle yaklaşır ve en önemlisi de bazen hayatlarımıza melek olurlar.. Yaşam yollarımızın kesişen bir bölümünde yanımızda yer alıp elimizi bırakmazlar...
Dostları olmalı insanın,
Ermiş, bilge, hayatı ezbere okuyabilen
Düşünmediklerini düşündüren
Seni bir cambaz ipinde güvenle tutabilen
Gerektiginde senin için ateşi yutabilen
Yolunu ısıtan ustan olmalı,
Şekillendirmeyi öğretmeli hayatın çömleğini
Sana verebilmeli soğuk bir kış gününde
Üzerindeki tek gömleğini...
En umutsuz olduğumuz anlarda her şeye bitti gözüyle baktığımız, hayatın yükünün altında ezildiğimizi hissettiğimiz bir anda çıkar ve umud olur umutsuzluğumuza.. 
Umutsuzluk bilmez umut satıyor
Sevgisi sevdası bir başka dostun
Gönül gözü ile dosta bakıyor
Hüzünü hasreti bir başka dostun 
Yüreğinde sevgi pınarı akar
Sevgiye susamış canları yıkar
Dost dediğin dosta hasretle kokar
Gönül sofrasında lokmadır dostun 
Ve bir gün yollar ayrılır; bir şekilde, bir nedenle.. Ama iyi ki gelmişlerdir ve iyi ki var olmuşlardır hayatımızda..
Sonra açık denizlere uğurlamalı seni,
Geri döneceğin günü bekleme umuduyla
Bazen rüzgara o açmalı yelkenini
Yanağına konan bir öpücüğün coşkusuyla
Halatlarını çözmeli
Seni çok ama çok özlemeli... 

7 Nisan 2012 Cumartesi

Biraz da Müzik. Karmate Karaduman-TÜRKÜLER ÖZÜMÜZDÜR


Geldi bi kara duman
Dağlarun arasina
Kaderum da benziyor
Dumanun karasina

Göresledum yarumi
Hasret yureği dağlar
Gözden yaş akmaz ama
Kalbum oturmiş ağlar

Sensuz bu yaylalarda
Gülum zaman geçer mi
Sen çikmazsan yaylaya
Dağlar çiçek açar mi

Sevduğum sigarani
Ne of çeker içersun
Al beni da yanuna
Ne hasretluk çekersun
not: Fon müziğini kapatmayı unutmayalım..:)

Ve Ağlıyordu İnsan..



Yolda yürürken, ya da arabanızla ağaçların yanından geçerken etrafı kaplamış hanımeli kokularını duydunuz mu bugün?..
Gitmek istemeyen baharla, gelmek isteyen yazın paylaşamadığı rüzgarlar bugün olabildiğince dağıtıyordu bu mis gibi kokuları
Bir de sapsarı bir dolunay vardı, henüz binalar arasından ayrılıp göğe yükselmemiş..
Dolunay burcu burcu hanımeli kokuyordu bugün.. 
Güneş tüm hararetiyle yanarken, uzaklardan kara bir bulut geliyor, birkaç damla yağmuru serpiştirip yeni açmış güllerin üzerine, geri gidiyordu.. Etraf serinliyor, çiçekler ışıldıyor ve sanki ferahlıyordu.. Gök ağlıyordu sanki ve bu hüzne güller, hanımelleri, menekşeler, leylaklar katılıyor da onlar da yapraklarının kenarından sarkıttıkları birer damla yaş ile katılıyorlardı
Ağlamak, sessiz sedasız olduğunda nasıl ferahlatıyor, nasıl bir lütuf oluyordu.
Ağlamak, hüznün, bazen çaresizliğin, bazen muhtaçlığın, bazen hüsranın taşıp gözlerden akmasıyla aslında insanoğlunun acizliğinin bir tecellisi, bir resmi oluyordu..
Ağlıyordu insan..
Elinden bir şey gelmediğinde, çaresiz kaldığında, kalbinde bir sızı duyduğunda, incindiğinde, canı yandığında, merhamet duyguları kabardığında..
Ağlıyordu insan..
Ne çok ağlayan insan gördüm.. Ne çok incinen ruh.. Ne çok yorgun beden..
Ama ben, bu gözyaşlarını sevdim.. Çünkü benliğin eridiğini gördüm gözyaşlarında..
Çaresizlik ifadesiyle yücelen yüce ruhlar tanıdım..
Bencillik yoktu gözyaşlarında, kibir yoktu..Sadece usul usul akan bir ruh vardı..
Hiç ağlamayan, kalbi burkulmayan, ağlamaya ihtiyaç hissetmeyen katı kalplerdense, acizliği yaşayıp hüzünlenen ve aslında ağlayarak Rahmete kalbini açanları sevdim.
Başka bir branş var mıdır acaba bu kadar gözyaşına şahit olan?..
Yoksa doktorlar mıdır insanların en gizli acılarına ortak olan?
Uzun tedavi süreci sonrası taburculuğunda ağlayan, aylar sonra kontrole geldiğinde hislenip ağlayan, bazen kimsesizliğinden, bazen yoksulluğundan ama hep çaresizlikten ağlayan insanlar..
İşte zahirde çok büyük üzüntünün müsebbibi olacak bu manzaraları, sürekli gülüp oynayan ve kendini hiç çaresiz hissetmeyen daha büyük insan topluluklarıyla kıyasladığımda, kalbime daha yakın, daha munis, daha aziz ve daha kıymetli görünüyor.
Çünkü tüm donanımlara, tüm nimetlere sahip bir şekilde yaşayıp tüketen insanların pek çoğu belki ihtiyaç duymayı ve nimeti vereni bilmiyor.. Nimeti Verene yönelip ondan gözyaşlarıyla bir şey istemiyor..Her şey zaten avuçlarında, öyle hissediyor..Sanki dünyaya hükmedebilir, kendini öyle güçlü sanıyor..
Oysa ne kadar güçsüz ve acizdir insan..Aldığı havadan, içtiği bir damla suya kadar nasıl da muhtaç Hayal yetisinden hafızaya, konuşmadan işitmeye kadar bunca kabiliyete nasıl da ihtiyacı var.. İhtiyacı var, ama farkında değil, çünkü eksikliğini hissetmemiş henüz..
İşte şahit olduğum nice gözyaşı, hep kainatın gerçek Sahibi ne iltica edilecek bir dua ile sonuçlanıyordu..Bir şeyler noksandı, ve Noksansız olandan talep edilecekti..
Acizdi, Aciz Olmayana yönelecekti o noktada insan..
İşte gözyaşı sessiz sedasız ve şekvasız aktığında bu nedenle pek kıymetli, pek güzeldi..
Hisseden, samimi bir kalbin işaretiydi..
Bunun için artık gözyaşlarını seviyorum..Artık gözyaşlarını akıtan hastalar gördüğümde, sabır diyorum..Sabır, geçecek, sadece birazcık sabır.
Evet, kolay değil sabretmek bazen, biliyorum..Ama zahmette rahmet var ve Cennette yüksek makamlara erişmek kolay olmasa gerek..Bu nedenle belki ahiretteki mekanı yüce olacak kimselere daha çok gözyaşı ve daha çok sabretme imkanı sunuluyor kim bilir..
Akan gözyaşları ve gözyaşlarına karışık dualar kim bilir sonsuzlukta nasıl bir hal alacak ve nasıl bir güzelliğe götürecek bir gün sahiplerini
İşte bu yüzden,
Artık, gözyaşlarını ve gözü yaşlı olanları seviyorum.

Ömer Hayyam Sözleri




Dedim: artık bilgiden yana eksiğim yok;
Şu dünyanın sırrına ermişim az çok...
Derken aklım geldi başıma, bir de baktım,
Ömrüm gelip geçmis, hiçbir şey bildiğim yok...
// Ömer HAYYAM //

Halimiz Ortada

  Dün, uzun süredir görüşemediğim bir arkadaşım aradı beni. Görüşmememizin özel bir nedeni yok. Hayat gailesi işte... Kendimizi öylesine kap...