31 Mart 2012 Cumartesi

Alçak Gönüllü olmak..


Gerçek sevginin oluşması için öncelikle sevginin önündeki bencillik, çıkarcılık,
samimiyetsizlik gibi engellerin kaldırılması gerekmektedir Kibir, sevginin
oluşmasını engelleyen en önemli sebeplerden biridir Tevazu ise sevginin en
önemli şartlarındandır Çünkü tevazu sahibi olmayan ve kendisini diğer
insanlardan üstün gören birinin, hayatta en değer verdiği varlık kendi nefsi
olur Diğer insanları kendinden daha değersiz, daha aşağı görür En akıllı, en
vicdanlı, en saygın insanın kendisi olduğuna inanır, bir anlamda nefsini
ilahlaştırmış olur Dolayısıyla, bu bakış açısına sahip olan bir insanın,
kendisinden daha değersiz gördüğü bir kişiye bağlanması, onun için fedakarlıkta
bulunması, onun nefsini kendisinden önde tutması, diğer bir deyişle kalbinde ona
karşı gerçek bir sevgi oluşması pek mümkün olmaz Bu nedenle sevgi ve kibir
birbirine tamamıyle zıt iki özelliktir Kibirli bir insan ne başkaları
tarafından sevilebilir, ne de kendisi insanlara karşı derin bir sevgi duyabilir

Kibirli insanların sevgisiz bir hayat yaşamalarının birçok sebebi vardır
Kibirli insanlar, nefislerindeki kendilerini yüceltme isteğinden dolayı
genellikle alaycı bir karakter sergilerler Çevrelerindeki insanların
kusurlarını dile getirdiklerinde, kendi üstünlüklerini daha iyi
vurgulayabileceklerini düşünürler Sürekli alay eden ve konuşmalarıyla
çevresindekileri küçük düşürmeye çalışan birine karşı ise, hiç kimse kalbinde
samimi bir sevgi duyamaz
Tevazulu insanlar ise, bu kimselerin aksine çok sevilirler Tevazulu insanın
karşısındaki kişiye değer verdiği hissedilir, bu nedenle bu ahlakı gösteren
kimselerin yanında herkes rahat eder Böyle bir insan, kendisine verilen
tavsiyeleri can kulağıyla dinler, hiçbir konuda “en iyiyi ben
bilirim” iddiasında olmaz, gurur yapmadan hemen en güzel olan tavrı
gösterir Doğruya karşı direnmez, yanlışa karşı öfkeyle yaklaşmaz İnsanların
sorunlarına karşı duyarlı davranır ve ince düşünceli olur Hiçbir konuda bir
üstünlük iddiası olmadığı için, “önce o sevgi göstersin, önce o selam
versin, önce o benimle konuşsun” gibi kibirden kaynaklanan hesaplar içine
girmez Karşısındaki insan katı ve kibirli olsa bile, alçakgönüllü davranır
Herkesin fikrine önem verir, herkesin selamına en güzeliyle cevap verir, herkese
karşı sevgi ve saygı dolu olur Kısacası Kuran ahlakının getirdiği tevazu, çok
uyumlu, her fikre açık, hiçbir konuda kibir yapmayan, her zaman karşısındaki
insanları onore eden, onlara ihtimam gösteren ve değer veren bir insan modeli
oluşturur Bu nedenle tevazulu insanlar çok sevilen insanlardır
Allah (c.c.) müminlerin bu güzel özelliğini Kuran’da şöyle bildirir:
O Rahman (olan Allah (c.c.))ın kulları, yeryüzü üzerinde alçakgönüllü olarak yürürler
ve cahiller kendileriyle muhatap oldukları zaman “Selam” derler
(Furkan Suresi, 63)
Allah (c.c.) bir başka ayetinde de, alçakgönüllü olan kullarını sonsuz cennet hayatıyla
müjdeler:
İşte sizin İlahınız bir tek İlahtır, artık yalnızca O’na teslim olun
Sen alçakgönüllü olanlara müjde ver” (Hac Suresi, 34)
Allah (c.c.) Al-i İmran Suresi’nde, insanların, tevazulu ve yumuşak huylu olması
nedeniyle Peygamberimiz (s.a.v)’in çevresinde toplandıklarını
belirtmektedir:
Allah (c.c.)’tan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın Eğer kaba,
katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi Öyleyse onları
bağışla, onlar için bağışlanma dile ve iş konusunda onlarla müşavere et Eğer
azmedersen artık Allah (c.c.)’a tevekkül et Şüphesiz Allah (c.c.), tevekkül edenleri
sever (Al-i İmran Suresi, 159)

alıntı



30 Mart 2012 Cuma

Ne Çok Şey Anlatır Gözyaşları...


Ağlıyorum işte..
Ne çok şey anlatır gözyaşları...
Bazen söylenemeyen sözlerin sesi, bazen bir pişmanlığın diyeti ,bazen de bir sevda nefesi...Sessizliğin çığlıklarıdır aslında gözyaşları...Anlatılamayanı anlatmak ister karşısındakine...Eğer anlayabilirse... 
İnsanoğlu bir garip...Sevinir ağlar, üzülür ağlar, hasret çeker ağlar, kavuşur yine ağlar. Kelimeler kifayetsiz kaldığında, gözyaşları görev başındadır. Aslında ağlayabilmek büyük bir nimet...Ve ağlamak taş kalpli olmadığımızı gösteriyor. Hala insan olduğumuzu, hissettiğimizi, DUYGUSUZ olmadığımızı... 
Ama bazen gözpınarlarından aşağı süzülemez gözyaşları...Onlar dışa akıp ziyan etmezler kendilerini...Çünkü çok daha önemli bir görevleri vardır. İçteki bir yangını söndürmek isterler. Göz kapaklarınızın alev alev yandığı, boğazınıza bir şeylerin düğümlendiği, burnunuzun direğinini sızladığı oldu mu hiç? Dikkat ettiniz mi o anlarda gözyaşlarınızın istikameti neresi? En zor olanı bu belki de... 
Ağlamak zayıflık mı? Neden ağlamamız gereken anlarda; yumruklarımızı, tırnaklarımız avuçlarımızı kanatıncaya kadar sıkar, boğazımızdaki düğümleri yutkunarak gidermeye çalışırız? Neden kaçırırız buğulanan gözlerimizi başkalarından? 
Bakın ağlıyorum işte! Utanmıyorum kimseden...O kadar içime akıttım ki gözyaşlarımı!...Artık zapdedemiyorum içimdeki çağlayanı.... 
Ağlıyorum dostlarımın vefasızlığı için 
Ağlıyorum Yaradana vefasızlığım için 
Ağlıyorum özlediklerim için 
Ağlıyorum özleyip de kavuşamadıklarım için 
Ağlıyorum içimi acıtan kalp kırıklıklarım için 
Ağlıyorum istemeden de olsa kalbini kırdıklarım için 
Ağlıyorum unutulmaması gerekenleri unuttuğum için 
Ağlıyorum unutamadığım için 
Ağlıyorum yaklaştıkça uzaklaştıklarıma 
Ağlıyorum tanıdıkça çirkinleşenlere 
Ağlıyorum kıymetini bilemediklerime 
Ağlıyorum sevsem de yüz bulamadıklarıma 
Ağlıyorum ziyan olan yıllarıma 
Ağlıyorum bir ömür ağlayamadıklarıma 
Alıntı… 







27 Mart 2012 Salı

Hayatımızı Yüzeysel Yaşıyoruz..


Hayatımızı yüzeysel yaşıyoruz..Her konuda derinlemesine düşünüp, fikir yürütme zahmetinden yoksunuz.. Anlık ilişkiler, günü birlik dostluklar, anlık mutluluklar, sevinçler ve gereksiz koşuşturmalar içinde kaybolan benliğimiz.. Tam anlamıyla bir hengamedir gidiyor..Hayatımızda koşuşturma öyle bir hal aldı ki, iç dünyamızda yapmamız gereken seyahat sekteye uğradı. Derin dostluklarımız, sığ ilişkilere döndü..Ne bir yetimin gözyaşı,ne bir hastanın ahı, ne bir annenin feryadı, ne zalimin zumlu artık zamana derinlik katmaktan uzak kaldı. 

Tüm bu, hayatın yıpratıcı etkisinin sonucu olarak, bazen bunalır insan tahammül edemez hayata, işe,işsizliğe,eşe,eşşizliğe,durağanlığa, harekete,hareketsizliğe, soğuğa, sıcağa…Aslında insanın tahammül edemediği kendisidir. Farkına varamaz. Can kafesinde sıkıldığını, uçmak istediğini, özgürleşmek istediğini anlayamaz..Kızacak, söylenecek, şikayet edecek, mutsuzluğunun, huzursuzluğunun sebebini bertaraf etmeye çalışsada, kafasında ki sorulardan kaçar. Farklı yerlerde farklı cevaplar bulmaya çalışır. Oysa aradığı kendindedir, İç alemindedir.Sebebi farklı yerlerde, farklı kişilerde arar..Bahaneyi havaya,suya,toprağa,eşine, arkadaşına,işine, dostuna, arabaya,eve, kariyere, sevgiye,sevgiliye,sevgisizliğe ve daha pek çok şeye bulma gayretindedir.Oysa kendini sorgulamadan dışarıda suçlu arayarak geçen zaman boşa geçen zaman değil midir? 

Hayat sadece yemek, içmek, gezmek, eğlenmek, çocuk büyütmek,işe gidip çalışmak mıdır? İnsanın iç dünyasına yönelip ruhunun isteklerine cevap bulması, ruhunu tanıması onu terbiye edip olgunlaştırması , iç alemiyle hemhal olması gerçek mutluluğa ulaşması değilmi dir? İnsan kendi ile barışık olmalı , büyük şeylerde kısa süreli geçici mutluluklar yerine küçük şeylerde uzun süreli kalıcı mutlulukları tercih etmeli. Kendi olmalı kendi gibi yaşamalı. Derin düşünmeli. Hayatın sorumluluğunu üstlenmeli. Unutmayalım ki, hayatımız daki, küçük şeylerde büyük tatlar bulmak bizim sorumluluğumuzdur. 

Aklını çok iyi kullanan ve çok derin düşünen insanların dünya hayatından aldıkları lezzetler, bu vesileyle elde ettikleri nimetler ve yaşadıkları konfor, düşünmekle kendilerini yormadan, yüzeysel basit düşünen bir akılla yaşayan insanların hayat kalitelerinden çok farklıdır. 

24 Mart 2012 Cumartesi

Suskunluk!!



Dilsiz değildir suskunluk, 
çok şey anlatır anlayana... 
Kelimelerin anlatamadıklarını haykırır aslında... 
Bir kaçış değildir susmak, 
bir bakıştan çok daha fazlasıdır... 
Sessiz çığlıkların bir adım ötesidir... 
Hayata olan öfken, insanlara olan kırgınlığın, 
ve daha nicesi saklıdır içinde sukunetin.. 
Rest çekmenin 
''Asıl' halidir anlayana SUSKUNLUK..
alıntı

23 Mart 2012 Cuma

“Ne” iseniz “O”nu Olunuz!!!

İnsanın en büyük açmazı, ne ise onu olmasını becerememesidir. İnsan olmak başlı başına bir ayrıcalıktır. Çoğu zaman da görevle sorumluluk birbirlerine karıştırılır. Görevde katılık vardır, özgürlük yoktur. Sorumlulukta katılık yoktur ama, özgürlük sınırsızdır. Sorumluluk; kişinin kendi özünü, insanlığını hissetmesi durumudur. 

İnsanın oluşturduğu karakteri, yaşamı boyunca karşılaştıklarına gösterdiği tepkilerin ruhundaki izdüşümüdür. Bir yerde çevresiyle karşılaşması ve buna tavır koymasıdır.
 

Yaşamını kolaylaştırdığı anda benimsediği durum tembelliği, kendini koruma içgüdüsüyle çevresine tavır koyması saldırganlığı yapısının temel taşı durumuna getirir. Bunlar ailelerin, toplumların kalıt bıraktıkları özellikler değil, bir arada yaşamanın, birbirlerinin oluşumlarına bakarak kendilerini geliştirme ve benzetme gereksinimidir. Kişinin kendini bilmesi, zihinsel acılarının noktalanmasıdır.
 

Gösteriş yapmak, büyüklük taslamak, hava atmak bugün en yaygın ve kangrenleşmiş bir durumdur. Kişinin olduğundan fazla, olduğundan başka görünme isteği, yalancı ve cilalı bir görüntü sergileme tutkusu, toplumun değer ölçülerinin kendisinde yarattığı en acımasız örneklerdir. “En büyük güçlülük insanın gerçek kimliğine razı olmasıdır.”
 

Paraya, üne, şana, güçlüye gösterile gelen olağanüstü itibar ve iltifat, insanı ister istemez böyle olmanın üstünlüğüne ve faziletine inandırır. Zayıf kişi hep beğenilmenin, güçlenmenin, iltifat görmenin peşindedir. “İnsanın kazandığı paradan değil, paranın kazandığı insandan korkun.”
 
    Ekrem Öztürk

Bir Millet Utanmayı Unutmuşsa...




Hintlilerin bir atasözü vardır. Derler ki:“Bir gün mes’ûd olmak isterseniz, yeni bir elbise giyiniz. Bir sene mes’ûd olmak isterseniz, evleniniz.Bir ömür boyu mes’ûd olmak arzusunda iseniz, namuslu olunuz...”

Hintlilere hak vermemek mümkün değil. Hayâsını kaybeden insanlığın haline baktığınız zaman bu sözün doğruluğuna insanın kalıbını basması gerekiyor. Hayâsı olmayanların mes’ûd olduğu, mutlu olduğu, huzurlu olduğu görülmüş şey değildir.

Napolyon’un kız kardeşi Altes çıplak bir heykelini yaptırdığında hizmetçilerinden biri kendisine şu soruyu sorar:- Aman Altes! Böyle çırılçıplak mı poz verdiniz? Altes şu cevabı verir:- Evet! Ne sakıncası var? Odam sımsıcaktı.Hayâsını yitirenler düşünme kabiliyetini de yitirirler. Altes bunun en müthiş örneğidir.

Aristo’ya sorarlar:- Kadınlarda en çok hoşa giden şey nedir?Aristo şu cevabı verir:- Yüzlerinde hayâ neticesinde hâsıl olan kızarmadır.Kadın, çok garip bir varlık. Garipliği elinden gelen varlık. Hayâ duygusu ile kızartamadığı yanağını boya ile kızartmakta!Hayâ perdesini kaldıranlar, alın damarını çatlatanlar, iffet örtüsünü yırtanlar insanlardan utanmazlar...

Utanmayı kaybetmiş insan, insanlığını da kaybeder. Şair ne güzel ifade etmiş:“Gecelerin sonunda korkmuyorsan,Her istediğini işle, utanmıyorsan.Dünyada ve yaşayışta hayır kalmaz,Hayâyı ortadan kaldırırsan.”Başka bir şairin söylediklerini de okuyalım. O da diyor ki:“Bir günah eden kişi bin gün ahh etmek gerek,Bin günahın sahibiyem bir gün ahh’ım yok benim.”

Efendimiz Aleyhisselâtu vesselâm buyurur ki:“İnsanların senden görmesini sevmediğin bir işi yalnız kaldığın zaman da yapma!”İnsan yalnız kaldığı zaman da bile onu gören Allah’tır. İnsanın sağında solunda yaptıklarını yazan melekler vardır. Bundan dolayı yalnız olduğunu sandığı zamanlar bile insanı görenler vardır. Onlardan hayâ etmelidir. Utanmanın gerçeği budur. Hayânın hakikisi budur.Hayâsızlık insanı rezil eder.

Şair, bu duygu için Allah’a yalvarır:
“Göster Allah’ım bu millet kurtulur tek bir mucize,Bir utanmak hissi ver gaib hazinenden

İsterdim ki..





İsterdim ki, her gidişin bir dönüşü olsun! Ardından buğulu gözlerle el sallayanların, yüzlerinde kocaman bir gülümsemeyle kollarını açtıklarını da görebilsin her insan!

İsterdim ki, söylenmemiş sözcüklerin, kurulmamış cümlelerin değil, sadece; söylenmişlerin, kurulmuşların pişmanlığını duyalım; “üzgünüm!” diyecek zamanımız olsun!
 Bağışlanmayacak kadar büyük olmasın suçlar!
 
İsterdim ki, sığınacak bir liman bulabilelim fırtınanın ortasında; yürek dardayken, “vazgeçme!” diyecek dostlarımız da olsun!

İsterdim ki, kaybetmeden önce ağlamayı, söylemeden önce düşünmeyi, nefretin tuzağına düşmeden tartışmayı da bilelim.

İlla, “savaş” tehdidi altındayken atmayalım, “barış” çığlıklarını...
İlla, sevilmemiz gerekmesin, sevebilmek için!

Dünyanın yalan olduğu genellikle bilinir de, hani bazen söyletirler insanı; “Dostluk, sevgi yalanmış!” diye... Gelip geçici dense, dilimizin ucundadır; şan, şöhret, güzellik... İsterdim ki, kimsenin aklından çıkmasın, gelip de geçtiğimiz...

Bir yolculuğu güzel yapan, yanımızdaki insanlardır ve her birimiz, bizlere ödünç verilmiş bir hayatı yaşarız. İsterdim ki; kadri, kıymeti bilinsin; aynı zaman dilimini paylaşıyor olmanın!

Kimse susmasın konuşması gerekirken; sadece, kazanacakları kavgalara girişmesin insanlar!

Düşlerimiz olsun, kimsenin cesaret edemediği türden!

İsterdim ki; acı rehberlik etmesin mutluluğa; ölüm, gözümüze sokup durmasın hayatı; hasrete ihtiyaç duymasın vuslat!

İhanetin karası sürülmesin alnımıza, ayazı vurmasın gözlerimize; kağıt üzerindeki gibi, öylece durmasın yüreğimizde sevgi, bir işe yarasın!

Yaşlılar kimsesiz, gençler yarınsız kalmasın. Hazan değmesin gülümseyen yüzlerine çocukların! Başı önde gezmesin insanım; aynalar, kırılmasın utancından!

Bana dokunmayan yılan bin yaşamasın, çuvaldızı tatmadan, saplanmasın iğneler!

Boşlukta sallanmasın uzatılan hiçbir el; bulunsun, her selama bir karşılık veren!

İsterdim ki; acılar acımız, sevinçler sevincimiz, haksızlıklar kavgamız olsun!

İsterdim ki; hepimizin bir türküsü olsun yüreğini titreten, bir şiirimiz olsun umudun tükenmediği, bir amacımız olsun, uğruna bir ömrün harcanacağı türden... Bizsiz, bir hiç olsun şu kainat!

Gel gör ki, mükemmel bir dünya değil yaşadığımız; görünen o ki, mükemmel de olmayacak; ne O, ne biz!

“Bir insanı sevmekle başlayacak her şey!” demiş, Sait Faik Abasiyanik...
İsterdim ki, bir insani sevmekle başlayalim!

Halimiz Ortada

  Dün, uzun süredir görüşemediğim bir arkadaşım aradı beni. Görüşmememizin özel bir nedeni yok. Hayat gailesi işte... Kendimizi öylesine kap...