psikoloji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
psikoloji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Mayıs 2012 Cuma

Ayağın Yoksa Kendi İçine Yolculuk Et..


Ne yöne gidersen git
Doğu,batı, kuzey ya da güney-
çıktığın her yolculuğu içine doğru bir seyahat olarak düşün!
Kendi içine yolculuk eden kişi sonunda arzı dolaşır.
Zaman durmadan akıp gidiyor. İnsan bu akışın içinde ya sürüklenen ya da zamana yön veren konumda.Vaktin çocuğu değilse vay haline insanın! Her gün yeniden doğmuyorsa, yenilenmek için maddi ve manevi yolculuklara çıkmayı göze alamıyorsa çok yazık ona. Tükeniş tam burada başlıyor oysa.
Durmak yok, yola devam, cümlesini hemen hemen her gün bir vesile ile duyar olduk. Çok önemli bir cümle olduğu halde kimse biraz olsun durup anlamı üzerinde düşünmüyor.
Yolda olmak!
Peki, hangi yolda..? Doğru yolda, hayır yolunda… Aksi, yol değil, uçurumdur zaten. Mevlânâ şöyle seslenir yol erbabına:
‘Her yanda bir gulyabani, seni çağırır,
Kardeş gel,
Yol istiyorsan iste buracıkta.
Sana yol göstereyim de yoldaşın olayım.
Bu ince yolda kılavuzun ben olayım.’
Hem maddi hem de manevi yolların yolcusu olmak gerek. Zira iki kanatlı olmalı insan. Bir kanadı eksik kaldı mı uçamaz. Ruhu enginlere ulaşamaz.
Yolda devamlı olmak gerek. Tüm başarıların, ilerlemelerin ve yükselmelerin kesiştiği nokta budur işte. Az da olsa devamlı olmak, o kutlu peygamberin müminlere en önemli tavsiyeleri arasında değil mi?
Yeni keşiflere çıkmak gerek. Yeni yerler görmek, keşifler yapmak görgüyü ve bilgiyi nasıl artırıyorsa, ruhun enginlere çıkması ve ilahi huzurda değer kazanması da manevi seyahatlere çıkmakla mümkün olur. Mevlânâ’nın (k.s) şu sözlerine kulak verelim:
Damla yurdundan gitti ve döndü,
Ve bir sedefe rastladı, inci oldu.
Yusuf ağlaya ağlaya babasından ayrılıp yolculuğa çıkmadı mı?
Yolculukta saadete ermedi mi,
padişah olmadı mı
ve zafer kazanmadı mı?
Mustafa Medine’ye doğru yola çıkmadı mı?
Orada iki dünya saltanatına ulaşıp,
yüzlerce diyarın sultanı olmadı mı?
Eğer ayağın yoksa bile kendi içine doğru yolculuğa çık,
Yakut gibi güneş ışıklarıyla renklere boyan.
Kendiden yine kendine seyahat için kalk ey hoca!
Yola çık.
Kendine gel.
Çünkü böyle bir yolculuktan dolayı toprak bile altın madeni oluyor.
Yolda devamlı olmak gerek. Aynı durakta ve makamda çok durmamalı bu yüzden. Aynı makamda uzun süre bekletmemeli ruhu. Alışkanlık buradan yapışır benliğe ve beraberinde gevşekliği getirir.
Menzili sürekli artırmak gerek. Hem madden hem de manen… Muvaffakiyet işte burada gizli.
alıntı


Kaçtığım Yer Kendim!!


Rüzgâr kuvvetli estiği zamanlarda insanlar şiddetini kesmek ve de 
korunmak için set örerlermiş karşısına. Bundan faydalanmayı akıl edebilenler 

ise yel değirmenleri inşa ederlermiş. Böylece rüzgârın yıkıcı gücünü 
olumluya çevirmeyi becerirlermiş. Fakat bazen hayatta karşılaştığımız 
rüzgârlar o kadar yoğun o kadar şiddetli ve o kadar üst üste oluyor ki; 
bırak yel değirmeni inşa etmeyi elinle yaptığın rüzgârgülünü tutacak 
kadar bile takatin kalmıyor. 
Şu kesin ki hayattan ne kadar çok beklentin olursa o kadar çok hayal 
kırıklığına uğruyorsun. Beklediklerinle buldukların arasındaki fark 
derin üzüntü yaşamana neden oluyor ister istemez. Mücadeleci olman bile 
fark ettirmiyor kimi zaman. Pes ediyorsun bazen yılıyorsun. Değirmen 
yapmak için bile yüzleşmekten korkuyorsun rüzgârın uğultusuyla. Set örmek 
daha bir kolay geliyor nedense. Zaman ilerledikçe kaçmayı kovalamaktan 
ve de mücadele etmekten daha bir benimser oluyorsun hiç karakterinde 
olmasa bile…
Hayatta en çok korktuğum şey duygu erozyonuna uğramaktı. Zamanla 
hiçbir şey hissedememekten çekindim hep. Yılgınlıklarımın umutlarımın üstünü 
örtmesinden ürktüm. Ama acımasızlıklar ve kederler üst üste gelince ben 
de ben olmaktan çıkıyorum galiba. Daha bir katı oluyorum hayata karşı. 
Daha bir duygusuz oluyorum ister istemez. Daha bir tahammülsüz… 
Olgunlaşmanın koşulu ağlamakmış demek ki diyorum. Ne kadar çok ağladıysano kadar çok olgunlaşmış oluyorsun.
Anlıyorum ki aynı dili konuşanlar değil; aynı duyguları paylaşabilenler anlaşabiliyor sadece. Ve aynı dili konuştuğun insanların etrafında 
olabilmesi de gün geçtikçe zorlaşıyor. Görünen gerçek gerçekte görünen 
de olmayabiliyor üstelik. Kimi zaman mutlu görünüyorsunuz etrafa; oysaki 
yapabildiğiniz en iyi şey mutluluk rolü yapmak oluyor o an. İçin 
kemiriliyor; ama sen yine de üstüne yapışmış olan rolü oynuyorsun. Sana 
yüklenen misyonunun gerektirdiğini...
Bazen çok sevdiğin bir fotoğrafı ortadan ikiye ayırıyorsun. O anki ruh 
halin seni hiç fark etmediğin bir yere bırakıveriyor. Öyle şeyler 
oluyor ki bazen hafızanı yitirmiş gibi hissediyorsun. Yaşadıklarının kendi 
hayatından bir kesit olup olmadığını düşünüyor; idrak etmeye 
çabalıyorsun. Sonra da “yanlış nerde ve kimde” diyorsun. Ya da “yarımdı olmadan bitti” diye avutuyorsun kendini. O an yaptığın şey hafızanı siliyor ve 
seni bilmediğin bir yere ve duruma sevk ediyor. Geçmişinle geleceğinin 
kesiştiği nokta ise bugünün oluyor. Ve gücün yettiğince her şeye sil 
baştan başlıyor. Yeniden hatta bazen yeniden deniyorsun. Fakat bir 
bakıyorsun ki hep en baştasın… 
İyice fark ediyorum ki gidene ağlamıyor çoğu zaman insan. Gidenin 
giderken koparttığı yer oluyor daha çok ağlatan orada bıraktığı yara oluyor 
kalbimize iğneleri vuran.
Aitlik hissin kayboluyor tamamen. Yaşadığın yere de zamana da ait 
hissedemiyorsun kendini. Çekip gitmek istiyorsun; kendinden bile... Seni 
hayata bağlayan hiçbir şey kalmıyor birden. Yaşamak anı günü ayı yılı… 
zevk vermez oluyor. Kendinden kurtulup kendine kaçıyorsun yeniden. 
Aslında bindiğin gemi de vardığın liman da kendi yüreğinde demirli…
Kelimelerin hepsi aynı aslında önemli olan içtenliğinde ve karşı 
tarafın yüklediği anlamda yatıyor. Ve sana o anlamı yakalatacak olanda 
buluyorsun kaybettiğin kendini…
Cesaret de sevgi gibi; gelişmesi için umut gerekiyor…

alıntı

Halimiz Ortada

  Dün, uzun süredir görüşemediğim bir arkadaşım aradı beni. Görüşmememizin özel bir nedeni yok. Hayat gailesi işte... Kendimizi öylesine kap...