araç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
araç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Şubat 2020 Salı

Kime Güveneceğiz?



  
   Sabahın mahmurluğunu üzerinden atamamıştı gökyüzü evden çıktığımızda. Geç bir saat olmasına rağmen hava bulutluydu. Aydınlıkla karanlık arasında bir görünüme sahipti. Sanki aydınlanmak istemiyor gibiydi. Kararsızdı... "Sen kararını veremeyeceksen ben de yağarım" der gibi yağmaya başlamıştı yağmur. Sicim gibi bardaktan boşanırcasına... Oysa evden çıkarken bir damla yaş yoktu yerde. Yağmur öyle hızlandı ki silecekler çift çalışmasına rağmen etkisiz kalıyordu. Buna bir de çalışanların mesaisine yetişme telaşı da eklenince trafik felç. Arabada eşime; "burası da İstanbul trafiğini aratmayacak hale gelmeye başladı dediğimde, bana "daha o kadar değiliz, ancak yaklaştık."dedi. Eşim haklıydı. Nüfusumuz İstanbul kadar olmasa da insanımızın kuralsız kendi kurallarını kullanarak araç sürmesi trafiği felç ediyordu. Biraz ilerlediğimizde önümüzde hurdaya dönmüş bir araç, etrafında trafik polisleri, korkudan ne yapacağını bilmez halde duran insanlar vardı. Trafiğin bu kadar ağır işlemesinin sebebi anlaşılmıştı.

  Biz yolumuza devam ettik. Sanki az evvel kaza yapmış araca ve etrafındaki endişeli korku içinde bekleyen insanlara rastlamamış gibi sürücüler; yine hatalı sollama, makas atma, hız gibi kuralsız sürüyordu araçlarını. Bunlara insan; " ne diyeyim ben size? Nasihatten almıyorsunuz bari müsibeti önemseyin" diye kızası geliyor. 

 Sabah erken saatte başlayan ve en fazla on dakika sürmesi gereken yere yaklaşık kırk dakikada geldik. Bu defa da park sorunu vardı. Eşim;"sen gir içeri ben arabayı park edip geliyorum" dedi. İçeri girdiğimde kayıt bölümünde sonunu kestiremediğim bir kuyrukla karşılaştım. Orada hep söylediğim sözü hatırladım;" Bilim ne kadar ilerlerse de, bilgisayar çağında, teknolojik gelişmeleri yakalasak da zihniyetlerimiz değişmediği müddetçe, bir arpa boyu yol alamayız" dedim yine kendime. Bizim kuşak özellikle seksenli yılları hatırlayanlar kuyruğu iyi bilir... 
  Böyle, insanların kalabalık olduğu yerlerde uzaktan izlerim onları. Gergin, stresli, solgun ve yorgun bir hali vardı sırada bekleyenlerin.  Buna sebep, kuyrukta önden sıra kapabilmek için sabahın köründe gelmiş olmalarıydı belki de... Görevli memurun da hastalardan pek farkı yoktu. Onun da stresli yorgun bir hali vardı. Zira kayıt yaparken hastalarla anlaşmada sıkıntı yaşıyor karşılıklı ağız dalaşı yapıyorlardı... Sonunda sıra bana gelmişti. Kaydımı yaptırıp ilgili servisin kapısının önüne geldim. Bu defa kuyruk olmasa da kimi koltuklarda oturmuş, kimi de kapının önünde dağınık bir şekilde bekliyordu. Onları gören, muayene başlamış zannediyordu. Oysa daha doktor bile gelmemişti. Gözüm, kapının üzerindeki bilgisayar monitöründe kayan adlara takıldı. Ara, ara  kendi adımı buldum sonunda.
  Bir vakit sonra doktor geldi.  Biz kenarda beklerken içeri bir grup girdi. Kim bunlar?diye yanımdaki hastalarla birbirimize sorduk. Biraz sonra içeriden hemşire çıktı."İlaç yazdıracaklar girsin" diye yüksek sesle bağırdı. Peki içeri girenlerin numarası kaçtı?         Kimler girmişti içeriye? Meçhul!!! bilmiyoruz. Hemşireye;"bizim sıra ne zaman gelecek?" diye sorduğumda, "bekle sıran gelince ben çağıracağım" dedi. Peki bu numaraları neden veriyorlardı ki? Madem sıraya onlar koyacaktı? Neden ilaç yazdıracaklara ayrı numara, sonuç gösterecek olanlara ayrı, muayane olacaklara ayrı numara vermezler ki? herkes yerini bilirdi diye bir düşünce geçti içimden. Neyse ki zamanını bilmediğim bir anda ismimin söylendiğini işittim. Hemen içeri girdim, selam verdim. Ben, doktorun bir hafta önce istediği efor testini çektirmiş ve  sonucunu göstermek için bunca zorluğa katlandım. Doktor sonuca baktı. "Zorlandınız mı?" diye sordu. "Evet" dedim...  Doktor Hanım; "Bu durumda anjiyo yapmamız gerekecek" dediğinde şaşkınlıktan ne diyeceğimi bilemedim."Karar verince haber ver"dedi. "Peki dedim" odadan çıktım. Eşimle görüştüğümde o da şaşırdı. İnternetten araştırmaya başladık. Korkulacak bir şey olmadığını, on on beş dakikalık bir operasyon olduğunu öğrendik.
  Bizim çocuklar sağlık konusunda çok hassaslar. Onlara nasıl söyleyeceğimizi düşünürken, durumumdan haberdar olan arkadaşlarım aradılar. Sonucu öğrenince onlar da şaşırdı. Benden hemen karar vermememi, başka doktorlara da görünmemi istediler. Ben, beni tedavi eden doktora haksızlık olur düşüncesiyle önce kabul etmek istemedim. Eşim, kızlarım ve arkadaşlarım ısrarcıydı. Hatta bana önerdikleri doktorun adını verdiler. Randevu aldım arkadaşlarımın önerdiği doktora da muayene oldum. Devlet hastanesinin doktoru bana hiper tansiyon, kalp kapakçığında kayma teşhisiyle anjiyo yapılması gerektiğini ısrarla söylerken, özel hastanedeki doktor; ne kalp kapakçığı, ne de tansiyonla ilgili bir sorunumun olmadığını söylediğinde çok şaşırmıştım. Devlet hastanesi doktoru bana kalp ve tansiyon ilacı da vermişti. Akıllılık edip ilacın prospektüsünü okuduğumda çok fazla yan etkilerinin olduğunu gördüm ve ilacı içmedim. Çünkü ben de bir yanlışlık olduğunu düşündüm. Zira tansiyonumun hiper olacak şekilde yükseldiğini hiç hatırlamıyordum. 
 Eşimle ve kızımla "verilmiş sadakamız varmış. İyi ki ilaçları içmemişim" diye sevinerek eve geldik.
    Nefes almada sıkıntım vardı. Ara ara nefesim sıkışıyordu. Bu şikayetle gittiğim devlet hastanesinden kalp hastası ve hiper tansiyonlu biri olarak çıktım. Peki biz kime güveneceğiz? Özel doktora gitme şansı olmayan insanımız, olmadığı bir hastalığın tedavisini mi görecek? Bu durumu kim düzeltecek.?

  Her şeye rağmen nur içinde yatsın babaannemin dediği gibi " Allah oraya kimseyi düşürmesin, oranın da yokluğunu göstermesin" diyor sağlıklı huzurlu günler diliyorum herkse. 

Muhabbetle,
Hanife Mert

Halimiz Ortada

  Dün, uzun süredir görüşemediğim bir arkadaşım aradı beni. Görüşmememizin özel bir nedeni yok. Hayat gailesi işte... Kendimizi öylesine kap...