29 Ekim 2012 Pazartesi

CUMHURİYET BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN..



Türk Milleti milli ve manevi değerleri ile bir bütündür..En güzel örneğini de bu yıl yaşadık. Maneviyatımızın göstergesi olarak kutladığımız kurban bayramımızın hemen ertesinde, bağımsızlığımızın göstergesi olarak da Cumhuriyetimizin 89. yılını kutluyoruz.O coşkuyu yaşamak ve yaşatmak hepimizin görevi.Çünkü  bu vatanın her karış toprağı, atalarımızın yoksulluk ve yoksunluk içerisinde, yaşlısı genci, çocuğu, zengini , fakiri, askeri sivili tek bir bilek tek bir vücut halinde her şeylerinden vaz geçip  tüm varlığını bu vatana feda etmeleri, bize  sahip olduğumuz huzur ve güveni sağlıyor... Bizde onların torunları olarak emanet edilen bu vatana her şeyimizle sahip çıkarak bir nebzede olsa  vefa borcumuzu ödemeliyiz. Ülkemizin zor durumdan geçtiği şu günlerde birbirimize  her zamankinden daha fazla kenetlenmeli, aramıza nifak tohumları sokanlara izin vermeden bu güzel  Cumhuriyetimize kavuşmamızın 89. yıl dönümünü  aynı coşku ve mutlulukla kutlamalıyız..Herkese kutlu olsun.
NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE.
Hanife Mert

26 Ekim 2012 Cuma

Bayram Yetimi...






Bir bayram sabahıydı... Bayram namazını müteakip evlerine neşeyle dağılan insanların arasındaydı Efendimiz (sav)... Kimi eliyle selam veriyor, kimi omzuna dokunup durduruyor, kimi elini öpüp sarılıyordu... Yollara küçük 
ikramlar sermiş olan bazıları, "buyurun, buyurun" diyerek hurmaya, süte, ekmeğe davet ediyordu mescitten çıkan bayram cemaatini... Çocuklar, neşeyle çığlık atan küçük kırlangıçlar gibi bir o yana bir bu yana koşuşarak oyunlar 
yapıyordu kendi aralarında... Bayram, en çok onlar içindi ve en çok onlara geliyordu sanki... Birbirlerinin ensesine dokunup koşuşmaya başlıyorlardı... 
Ya da yerdeki bir hurma çekirdeğini en önce kim kapacak oyununu başlatıp yerlerde yuvarlanmaya... 
Mescidin hemen dışında bırakmışlardı dal parçalarını. Namaz biter bitmez elleri değince, bir anda dal parçası kişneyen bir ata dönüşüyor, üzerine binmiş bu küçük süvarileri meydanlarda koşturmaya girişiyordu. Haydi dehh... dehhh... Çocuk süvariler, anında bir meydan açıyor, hemen birbirleriyle buluşup yeni bir oyun  kuruyordu... Gelen geçen bu şen şakrak çocuk topluluğuna ve yaramazlıklarına, sevinçle, gülerek bakıyor, bazı hamiyet 
sahibi olanlarsa başlarından aşağı şekerler saçıyordu bayramın ilk saatlerinde... Biri hariç... Gerçi o da içindeki çocuğu yine içindeki hayali  atına bindirmiş, için için koşuşuyordu ama... Anası da yoktu babası da... 
Ayakları onu, kendi çağdaşlarının arasına, oyun  meydanlarından birine sürüklemişti gayri ihtiyari ama... Çemberin dışında, yere çöktü, dizlerine dayadığı elleri arasına aldı başını... Arkadaşlarını seyrediyordu... Hurma çekirdeğini yakalamak için yerlerde yuvarlanan arkadaşlarıyla bazen o da heyecanlanıyor, içinden kendi yerine tuttuğu çocuğa "hadi, hadi yakala!" diye tezahüratlar yapıyor, ama hemen ardından da kendi yoksunluğuna çarparak gözleri yaşarıyordu... O, bir hurma çekirdeğinin peşinden koşacak kadar kaygusuz olamazdı ki; o bir yetimdi... 

Gelen bayram sabahı da olsa, o, bu bayrama bir türlü ellerini değdiremiyordu. Derken kalabalığı yara yara evine doğru ilerleyen Sevgili Efendimiz (sav)?in yolu da düştü bu çocuk oyunun civarına... Hemen yolunu oyun mahalline çevirerek, adeti üzere çocukların halini hatırını sormaya 
yöneldi Efendimiz (sav)... Önce gözlerinde güller açtı, "cennet kokusudur" dediği çocukların sevinçli çığlığı her şeye bedeldi onun için... Başıyla selam vererek, oyunu bozmayıp devam etmeleri manasında bir müddet onları seyretti... Cebinden çıkarttığı şekerleri yükseğe fırlatarak "haydi yağma, yağma!" deyip, oyunu hızlandırdı... 
Çocuklar naralar atarak iyice coştular... Tam bu anda... Vücuduyla dönerek, çemberin dışında yere çömelmiş diğerlerini seyreden mahzun çocuğu keşfetti Efendimiz (sav)... Kalbinden vurulmuştu onu öyle mahzun haliyle görünce... "Evladım" dedi, "Sen niçin oynamıyorsun??... 

Çocuk, üstü başı hırpani, bakımsız haline çeki düzen vermeye çalışarak hemen ayağa fırladı, elini öptü Efendimiz'in, "Efendim" dedi başını öne eğerek, *"Ben 
yetimim..."Bir anda bütün Medine yerden havalanarak, olanca ağırlığıyla Efendimiz (sav)'in omuzlarına bindi sanki... Bayramın bir türlü gelmediği, gelemediği 
şu küçük kuzuya bakarak, gözleri yaşardı Kainatın Efendisi'nin (sav)... Bütün salıncaklar durdu, bütün dal parçasından yapılma atlar kişnemelerini kestiler, bütün serçeleri şehrin nefeslerini tuttular, şekerler eridi, sular 
kırıldı, rüzgar zınk diye durdu... Yer gök şahitti, yer gök kulak kesildi... 
"Ben de yetimim" dediğinde Efendimiz, içindeki suskun çocukluğu konuşuyordu sanki... O anda iki yetimdiler...* Oyun çemberinin dışındaydılar... Elini uzattı ağlayan gözlü küçüğe... *"Ben baban, Aişe annen, Hasan ve Hüseyin de 
kardeşlerin olsun mu??" dedi canın ta içinden... 

Ağlayan gözlü çocuk başını bu eski yetime kaldırarak, "Olsun" dedi... Olsun deyince, bir anda rüzgar koşmaya, serçeler kaldıkları yerden ötmeye, şekerler zıplamaya, sular çırpınmaya, dal parçasından yapılma taylar 
kişnemeye başladı... Efendimiz (sav) çocuğu evine götürdü, onu baştan aşağı giydirdi, yüzünü, saçlarını yıkadı... Doğru bayram yerine fırlayan küçük yetim, hurma çekirdeği yakalama yarışmasına karıştı... "Ne oldu sana?" 
deyince arkadaşları, çocuk "Hiç.." dedi... "Resûlullah babam, Aişe annem, Hasan ve Hüseyin kardeşlerim oldu, bugün bana bayram geldi" dedi... 

Bayram günleri kapımı çalan, sarıldığım her çocukta, sarılamadıklarım geldi aklıma... Sokağımda,şehrimde, ülkemde, dünyada kaç çocuk var kim bilir sarılmayı  bekleyen... Bayramı bekleyen... Oyuna alınmayı 
bekleyen... 


alıntı
Tüm  dostlarımın mübarek Kurban Bayramını en samimi dileklerimle kutluyor; mutlu, huzurlu bir bayram geçirmelerini diliyorum..

Cennet herkese yetecek kadar geniştir ..

Birbirimize önyargıyla bakmaktan, kıyasıya eleştirmekten bir türlü kurtulamıyoruz.
Hıristiyan ve Yahudi dünyasıyla diyalog yollarını ararken, kendi insanımızla diyaloğun bütün yollarını tıkıyoruz.
Yabancıya karşı gösterdiğimiz sevecenliği, yerli insanımıza gösteremiyoruz. Ruh dünyamızın arka bahçesine kazdığımız siperlerden birbirimizin açığını, gediğini, eksiğini, tökezlenmesini gözetleyip duruyoruz: Bir düşse de çiğneyip geçsem. Hatta ezip külünü sağa sola savursam. Kollarımızı kavuşturmuş böylece bekliyoruz.
Siyaset dünyamız üslubunu ağırlaştırıyor, medyamızda birçok yazar burnundan kıl aldırmıyor, ilahiyatçılarımız ufak bir fetva çevresinde tozu dumana katıyor, sokaktaki insanımız birbirine -yakın tanıdığı olmazsa- Allah'ın selamım büe çok görüyor. Zengin fakirin farkında değil -istisnalar kaideyi bozmuyor tabu ki- fakir sürekli serzenişte bulunuyor ve onlar da çok haksız sayılmaz.
Bu yazımızda, hoşgörüsüzlüğün medya basamağından birazcık olsun bahsetmek istiyorum.
Medyamızın iki değerli yazarının umreye gidecekleri duyurulmuştu. Benim için güzel bir haberdi bu.
Oraları gören ve iyi bilen bir insan olarak bu iki kardeşimizin oralardan manen faydalanarak, bilgilenerek döneceğini düşündüğüm için hoş bir haber olarak karşıladım.
Ama medyada öyle yankılanmalar oldu ki, oturup ciddi ciddi düşünme ihtiyacı hissettim. Bazı yazılarda ve yazarların kaleminde niyet okumalar gördüm. Kimisi dönüşte sakal önerdi, kimisi terlik giymelerini! Peki, bu tavır doğru mu? Faydalı mı? Anlamlı mı? Sanmıyorum
Sadece biz ibadet yapabiliriz, bizim niyetimiz iyi, umreye de hacca da biz -ama sadece biz- gitmeliyiz anlayışı İslami midir? İnsanımızın niyetlerini sadece Yüce Allah bilir. İnsanı en makul ibadetten bile soğutacak anlayışla yazı yazmanın, alay etmenin, rövanş almanın kime, ne faydası var? Bugüne kadar ne faydası oldu bu tavrın? Bence hiç. Koca ve bomboş bir hiç.
Yine bazı yazılarına katılmadığım bir hanımefendi yazar; "Ezan sesi yükselmeyen bir ülkede yaşamak istemem. Seviyorum ezan sesini. İçimi huzur kaplıyor, hatta bazen ağlama isteği geliyor" tarzında cümleler kurmuş. Ne kadar anlamlı sözler. Bu sözler alkışlanmaz da ne yapılır? Bu sözlerin ardında bir "bit yeniği" aramanın faydası var mı? Veya bu cümleleri yazanın hayat tarzı, varsayalım bize aykırı veya katılmadığımız yazıları var diye anlamsız mı sayacağız? Hayır. Bence bin defa hayır. Her anlamlı tavrı, her güzel ve temiz sözü hakikatin bir beyanı sayıp arkasında durmalıyız. Doğru olan budur çünkü.
Başka bir hanımefendi yazarın, medya kuruluşlarında namaz kılmak isteyenler için bir odayı mescit olarak kullanma talebi de böyle değerlendirilmelidir. Ama hayır, biz henüz bu olgunlukta değiliz maalesef. Her teklifte bir bit yeniği ararız ya. Bir kesimimiz diğer kesimden gelecek her türlü makul teklife karşı savaş zırhlarımızı giyiniverir hemen. Bu anlayıştan sıyrılmanın zamanı geliyor artık.
Daha olgun davranmalıyız. Kardeşliğimizi, sabrımızı, sevecenliğimizi, sağduyumuzu hırpalayacak tavırlara prim vermemeliyiz. Fitneye ve şerre siper olmalıyız. Doğrunun ve güzelin yanında olmalıyız. Namaz veya ezan sadece bir kısmımızın değil, herkesin sahiplenebileceği bir değerdir. Bunu böyle kabul etmeliyiz. Umre veya hacca gitmek bir kısmımızın değil herkesin hakkıdır. Kimsenin elinden, dilinden, kalbinden bu hassasiyetleri alamayız. Kimseye böyle bir yetki verilmemiştir. Ne İslam, ne Kur'ân-ı Kerim ve ne de Hz. Muhammed (sav) kimsenin tekelinde olamaz. Onlar herkesindir. Herkes onlara aidiyetini rahatça ilan edebilmeli. Kimse de bunu teraziye koyma becerisini göstermemeli. Herkes hayatının her döneminin hesabını verebilmeli. Ama herkes.
Bırakınız insanları niyetlerine göre sadece Yüce Allah sorgulasın. Onu da burada değil, öteki âlemde yapacaktır.
Hz. Peygamber (sav) bir seferinde anlatır: Beni İsrail'de İslam'dan önce günahkâr bir adam vardı. Çok günah işlemişti. Nihayet ölüm vakti gelince çocuklarına dedi ki: "Ben ölünce beni yakın ve küllerimi havaya savurun, yok olup gideyim." Dediler ki, "Neden böyle yapalım?" Dedi ki, "Günahlarımdan dolayı Allah'tan utanıyorum. O'nun huzuruna çıkamam. Yok olayım da, savrulup gideyim belki Allah beni affeder." Ve bu hassasiyetinden dolayı Allah onu affetti.
Bir bardağı yapmak zordur. Kırmak ise kolaydır. İnsanı kırmak da buna benzer. Kalbi kırmak kolaydır ama o kalbi onarmak zordur. Sevmeyi ve hoş görmeyi beceremiyorsak da, nefretle bakmamayı beceremez miyiz? Doğru ve güzel olan sözü alkışlayamaz mıyız? İman ve ibadet lütfunu başkasıyla paylaşamaz mıyız?
Merak etmeyiniz, cennet herkese yetecek kadar geniştir.
Prof. Dr. Nihat HATİPOĞLU 

23 Ekim 2012 Salı

İyi ki Varsınız!!!


Bazen zordur yaşamak…
Nefes almak bile güç gelir insana.
Bir kuşun kanadına takılıp gitmek istersin uzaklara…
Bazen güzel bir söz tutar seni ayakta!
Bir sırdaşının sıcak gülümsemesi bağlar insanı hayata 
birde iki kelime kalır dudaklarında:
İyi ki varsın hayatımda...der

“İyi ki varsınız”..

Gönül..




Bilmeyen ne bilsin seni, gamlanma deli gönül..
Gönülden anlamayana, bağlanma, deli gönül.
İçin tatlı, özlü yemiş, kıırıldıkça ballanır.
Sende ki seni koyup, avlanma, deli gönül..

Bu görünen ben değilim, ben ben dediğim nedir?
Dilimle söz söyleyen, sözü söyleten midir?
Baştan ayağa gömleksem, içimdeki ben midir?
Sureti ben sanıpta, avlanma deli gönül..

Sinenin içindekine aldanıp, gönül sanma..
Varacağın o menzili; tesbih, seccade, sanma..
Attığın üç, beş adımla, yollar tükendi sanma!
Yolların başındayken, sallanma, deli gönül..

Padişaha vasıl olan, elbet olur padişah..
Sırların sırrı onda "Lailahe illallah".
Görmeyerek yol yürüyen "bela bulur" ahu vah..
Sarayda vahdet vardır, canlanma deli gönül !

Hz. Mevlana.

Biraz da Müzik..Değme Felek. Sabahat Akkiraz



Not: Fon müziğini kapatmayı unutmayalım lütfen..:)



Bugün benim efkarım var zarım var
Değme felek değme telime benim
Gül yüzlü cananı elden aldırdım
Ecel oku değdi gülüme benim
Değme felek değme telime benim
Lokman Hekim gelse sarmaz yarayı
Hilebaz dostunan açtık arayı
Ne köşkümü koydu ne de sarayı
Baykuşlar tünedi dalıma benim
Değme felek değme telime benim
Özlemi’yem başım dumanlı dağlar
Gözlerim yaşlı da içim kan ağlar
Güz ayları geldi bozuldu bağlar
Hazan yeli değdi gülüme benim
Değme felek değme telime benim
Aşık Özlemi
Amasya






                              AŞIK ÖZLEMİ KİMDİR? 
Asıl adı Muammer Badem olan Aşık Özlemi, Amasya Gümüşhacıköy ilçesinin,İmirler köyünde 1957 yılında doğmuştur. ilk ustalarının Aşık Barani ve Şekip Şahatoğlu olduğunu söyleyen Özlemi'nin birçok eseri vardır. değme felek, deli gönül ve vay başıma gelene bak en tanınmış eserleridir.
değme felek adlı eseri sabahat akkiraz gibi büyük sanatçılar tarafından kasetlerine alınmıştır.
ozan, 1977 yılında plak çıkarmıştır. aşık özlemi halen gümüşhacıköy belediyesi'nde çalışmaktadır.

kaynak: www.gumushacikoy.org

20 Ekim 2012 Cumartesi

Mutluluk küçük ayrıntılarda gizlidir!


Mutlu olmanın yolu aslında kendini keşfetmekten geçer. Kendini tanıdıkça ve olumsuzluklarını olumluya dönüştürdükçe mutlu olur insan. Maddi unsurlarla yani parasal kaynaklı unsurlarla kendini mutlu edeceğini düşünenler yanılır. Çünkü maddi kazanımlı mutluluklar anlıktır ve geçici bir mutluluktur. Bir süre sonra sıkıcı bir ayrıntıdan öteye gitmez.

Bir grup kariyer yolunda ilerleyen yeni mezun, eski üniversitelerindeki profesörlerini ziyaret için bir araya gelirler. Sohbet, sonunda işin ve hayatın stresinden şikayetleşmeye döner. Misafirlerine kahve ikram etmek isteyen profesör mutfağa gider ve yanında büyük bir termos içinde kahve ve porselen, plastik, cam, kristal olmak üzere değişik tarzda ve ucuz görünenden, pahalı ve hatta çok özel olanlarına kadar değişik kahve bardakları ile gelir.Herkes bir bardak seçince, profesör şöyle söyler :
'Fark ettiyseniz, tüm pahalı görünen bardaklar alındı ve geriye ucuz görünümlü, sade bardaklar kaldı. Kendiniz için en iyi olanı istemeniz normal olsa da, bu sizin stresinizin ve problemlerinizin kaynağı aslında. Emin olun ki, bardağın kendisi kahvenin kalitesine hiç bir şey katmaz. Çoğu zaman, sadece daha pahalıdır ve hatta bazı durumlarda da içtiğimizi saklar. Hepinizin aslında istediği kahveydi, bardak değil, ama bilinçli olarak en iyi bardaklara yöneldiniz ve sonra birbirinizin bardağına bakmaya başladınız. Sunu bir düşünün: Hayat kahvedir. Is, para ve toplumdaki konumunuz da bardaklar. Onlar hayati tutmak için sadece araçlardır ve seçtiğimiz bardak yasadığımız hayatin kalitesini belirlemediği gibi değiştirmez de. Bazen sadece bardağa odaklanarak Tanrının sunduğu kahvenin tadını çıkarmayı unuturuz. Kahvenizin tadına varın! 
En mutlu insanlar her şeyin en iyisine sahip değildirler. Sadece her şeyin en iyi şekilde tadını çıkartırlar.

Bizler  de bu hikayede ki gibi hayatlar yaşıyoruz ve mutluluklarımızın sadece görüntülerle biçimlendiğini sanıyoruz. Oysa unutuyoruz ki; paket ne kadar büyük ve görkemliyse genellikle içi o kadar küçük ve değersizdir. Hayatımızda yer eden her şeyi maddi bir değerle ölçüyor, her insana bir etiket yapıştırıyoruz. Son yılların iletişim ve teknoloji çılgınlığı, televizyonların ışıltılı dünyası da bizim maddeciliğimize çanak tutuyor. Biz daha iyisinin, en pahalı olanda olduğunu zannediyor, Pahalı en iyi son moda olan ne varsa alıyoruz, ve doymak bilmiyoruz.. 
Farkında mısınız hep bir tarafımız aç. Giderek hep tatminsiz, mutsuz ve yalnız insancıklar olduk. Biz küçüldükçe faturalarımız büyüdü, borçlarımız kabardı ama biz hala küçücüğüz, büyüyemedik. Büyütmedi bizi akıttığımız milyonlar ve büyütmedi pahalı edindiğimiz o şeyler. Hepsi sadece hırsımızı,ve yalnızlığımızı çoğalttı.İnsanlığımızı, dostluğumuzu, dostlarımızı kaybettirdi. Dolayısıyla İnsanın kazandığı paranın değil, paranın kazandığı insanların değeri arttı…
Hanife MERT

Halimiz Ortada

  Dün, uzun süredir görüşemediğim bir arkadaşım aradı beni. Görüşmememizin özel bir nedeni yok. Hayat gailesi işte... Kendimizi öylesine kap...