31 Ağustos 2012 Cuma

HÜZÜNLÜ BİR TURNA KUŞU HİKAYESİ



                 HÜZÜNLÜ BİR TURNA KUŞU HİKAYESİ..
NOT; Türküyü dinlerken fon müziğini kapatmanızı öneririm..)
Japonya’ya atom bombası atıldığında 2 yaşında olan bir kız, etkisinde kaldığı radyasyon nedeniyle 12 yaşında kansere yakalanır.
Savaşta öksüz ve yetim kalan zavallı çocuk hastaneye yatırılır.Durumu umutsuzdur. Hastanedeki tüm doktorlar,küçük kızın her an ölümünü beklerken o, içindeki yaşam sevinciyle cıvıl cıvıldı.
Koridorlarda koşuyor,oynuyor ve öteki hastalara yardım ediyordu.Hastaların arasında en sevdiği kişi ise 80 yaşlarında,kendisi gibi kanser olan yaşlı bir kadındı.

Küçük Japon kızı,ölüm döşeğindeki bu yaşlı kadını hiç yalnız bırakmaz. Kadın ölmeden hemen önce küçük kıza bir öğüt verir. “Benim için çok geç ama sana yararını göreceğin bir öneride bulunacağım” der. “Bizim inanışımıza göre, eğer bir kişi kağıttan bin tane turna kuşu yaparsa,her istediği kabul oluyor. Ben yapamadım ama sen yapabilirsin ve kurtulursun.”Bu öğüt, yaşlı kadının son sözleri olur.Bunları söyledikten kısa bir süre sonra yaşama veda eder.Küçük Japon kız, yaşlı kadının ölümüne çok üzülür.
Onun son öğüdünü tutma isteği ile yaşam sevincini biraraya getirir,kağıtları katlayarak biçimler oluşturmak ve adına “Origami” denilen geleneksel Japon sanatını uygulayarak kağıttan turna kuşları yapmaya başlar. Neşe içinde çalıştığından kağıt kuşları başlarda çok hızlı yapar.Bin tane turna kuşu yapması işten bile değildir.

Fakat sağlığı,her geçen gün hızla bozuluyor ve her gün yaptığı turna kuşlarının sayısı da giderek azalıyordu.Küçük Japon kızın tüm gücüyle kağıttan turna kuşları yapmaya çalışmasının öyküsü önce yerel basında, sonra da uluslararası basında yer alır.
Bir süre sonra binlerce kişi,dünyanın dört bir yanından kıza, yüzlerce, binlerce kağıt turna kuşu göndermeye başlar.Kendisine gönderilen kuşlarla ilgili haberler basında çıktığında küçük Japon kız,elini güçlükle hareket ettirebiliyor,637’inci turna kuşunu yaparken,yaşamının son saatlerini yaşıyordu.
Kuşu bitirdikten sonra gözleri kapanırken,hemşireler ve hastabakıcılar,dünyanın dört köşesinden gönderilen yüzlerce kağıt kuşla odasına girerler.
Fakat küçük Japon kız bu kuşları göremez.Hemşireler odaya girdiklerinde o, yüzünde donmuş bir gülümsemeyle yatağında cansız yatıyordur.
Postacılar aylarca kağıttan turna kuşu taşırlar hastaneye. Sayısı milyonlara ulaşan kağıt turna kuşları şimdi,yeryüzündeki tüm kişilerin destek ve yardım duygularının onurlu bir simgesi olarak, Japonya’da bir müzede sergileniyor."

30 Ağustos 2012 Perşembe

30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN


Türk tarihimiz şanlı  zaferlerle doludur. Fakat  30 Ağustos 1922’de  zaferle sonuçlanan Baş Komutanlık Meydan Muharebesi ile Türk Milleti adeta  yeniden dirilmiştir.
   Malazgirt Savaşı’yla (1071) 26 Ağustos’ta Anadolu’nun Türklere kapılarını açan kahraman ordumuz; Başkomutanlık Meydan Muharebesi’yle de Anadolu topraklarının Türk Vatanı" olduğunu önünde durulmaz bir iradeyle düşmana ispatlamıştır. Ve yine ulusumuzun iradesiyle Cumhuriyet kurulmuştur.

Başkomutan Gazi Mustafa Kemal  Atatürk  büyük Nutuk’(Söylev)unda  Kurtuluş Savaşının nasıl kazanıldığını anlatır.. Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa, Batı Cephesi Komutanı ve İnönü Savaşları kahramanı İsmet Paşa ve Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak Paşa büyük bir gizlilik içinde taarruz planlarını hazırlarlar.

1922 Ağustos ayında Türk Ordusu taarruza geçmek için, Kurmay heyeti’nce karar verilir. Mustafa Kemal, İsmet Bey, Fevzi Çakmak ve diğer paşalar ile kurmaylar; savaşı yönetmek üzere Kocatepe’ye gelirler.

26 Ağustos sabah, saat 05.30’da Türk topçu birlikleri Afyon’un güneyinden düşman siperlerini ateşle vurmaya başlar. Ardından piyadeler hücuma geçerler. Planlandığı gibi Büyük Taarruz devam eder ve düşman gerilemeye başlar, bozguna uğrayarak ikiye ayrılır.

30 Ağustos’a kadar düşman ordusu çembere alınır. 30 Ağustos sabahı, 1. Ordu ve avcı hatlarını ile 4. Kolordu’yu denetleyen Başkomutan Mustafa Kemal Paşa; saat 14.00’da Aslıhanlar yakınındaki "Komuta Karargâhından taarruz emrini verir. Dumlupanır’da ordumuz düşmana son darbeyi vurur. Düşman askerleri kaçmaya başlar. Mustafa Kemal Paşa; kaçan düşman askerlerini kovalamak için, "Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!" komutunu verir. Yunan Başkomutanı General Tikopıs dâhil çok sayıda esir alınır.

Şahlanan Türk Ordusu düşman güçlerini İzmir’e kadar kovalar. 9 Eylül 1922 günü Türk Ordusu İzmir’e girer. Batı Anadolu’yu yakan yıkan düşman kuvvetleri canlarını zor kurtararak, geldikleri gibi gemilere binerek giderler.

30 Ağustos 1922 tarihi, Türk ulusunu esir etmek isteyen emperyalist güçlere karşı; kadınıyla çocuğuyla, ordusuyla topyekûn verdiği bir savaşın ve ulusal benliğini kurtardığı ve Zafer Destanı’nın yazıldığı gündür.
Atalarımızın destanlar yazarak bize emanet ettiği bu kutsal vatanımıza, bayrağımıza, tarihimize, sahip çıkmak en kutsal görevimizdir. Vatan sevgi demektir, bağımsızlık demektir, özgürlük demektir, İman demektir, Vefa demektir.

 Millet olarak içimizdeki coşkuyu heyecanı diri tutmalı bizi birbirimize düşürerek ayrıştırıcı, ötekileştirici politikalarla kendisine rant sağlamaya   çalışanlara cevabımız aksine birleşerek, birlikte  kenetlenerek sevgi ve kardeşlik bağlarımızı güçlendirmek  olmalı.
30 ağustos Zafer Bayramımız kutlu olsun.

ZAFER TÜRKÜSÜ
Yaşamaz ölümü göze almayan, 
Zafer göz yummadan koşana gider. 
Bayrağa kanının alı çalmayanın, 
Gözyaşı boşana boşana gider.

Kazanmak istersen sen de zaferi, 
Gürleyen sesinle doldur gökleri. 
Zafer dedikleri kahraman peri, 
Susandan kaçar da coşana gider.

Bu yolda herkes bir, ey delikanlı! 
Diriler şerefli, ölüler şanlı. 
Yurt için dövüşen başı dumanlı, 
Her zaman bu şandan, o şana gider.


Faruk Nafiz ÇAMLIBEL

29 Ağustos 2012 Çarşamba

Ne için yaratıldığımızı unutmayalım


Samimi bir Müslüman için hayatındaki en önemli şey Allah’ın rızasını kazanmak ve O’nun emir ve yasaklarına uyarak yaşamaya çalışmaktır.
Çevremize baktığımızda ‘ belki kendimiz de dahil ’ pek çok insanın bu önemli gerçeği unutarak yaşadığını görürüz. Kimi daha fazla para kazanmak telaşında, kimi çocuklarını en iyi şekilde yetiştirmek gayretinde, kimi güzel bir araba, ev ve lüks eşyalara sahip olma çabasında, kimi de daha güzel olabilmenin peşinde… Milyonlarca insan ve milyonlarca amaç…
Tüm bu saydıklarımız tabi ki normal isteklerdir. Her insan güzel bir evde yaşamak, lüks arabalara binmek, başarılı çocuklar yetiştirmek isteyebilir. Bunlara ulaşmak için çabalamak yanlış değildir. Ancak şu soruyu kendimize soralım; tüm bunların temelinde Allah’ın rızasını gözetiyor muyuz?
Biz Boşuna Yaratılmadık
‘Bizim, sizi boş bir amaç uğruna yarattığımızı ve gerçekten Bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sanmıştınız?’ (Mü'minun Suresi, 115) ayeti, insanın ‘neden yaratıldığını’sorgulaması açısından son derece önemlidir.
Etrafımızdaki pek çok insan son derece inançlı bir Müslüman olduğunu dile getirir. Ancak hayatlarındaki önceliklere baktığımızda aslında temelde Allah korkusunun olmadığını, Müslümanlığın gereklerini yerine getirme konusunda yeterince titiz olmadıklarını, kolaylıkla zina, yalan ya da dedikodu gibi Allah’ın yasakladığı pek çok konuya meyledebildiklerini görürüz.
İman, samimiyet ve kararlılık gösterilmesi gereken bir konudur. Hayatımızın bazı dönemlerinde Allah’a yakınlaşıp bazı dönemlerinde O’nun rızasından uzak yaşamak samimi bir davranış olmaz. Bazı insanlar sadece ramazan ayında, kandillerde ya da bazı özel günlerde yaptıkları ibadetleri yeterli görüyor olabilir. Ancak Kuran’ı Kerim’i okuduğumuzda anlıyoruz ki, cennete girecek müminlerin arasında olmak için bunlardan çok daha fazlasını yapıyor olmamız gerekmektedir. Yüce Rabbimiz Kuran’da ‘Şu halde boş kaldığın zaman, durmaksızın (dua ve ibadetle) yorulmaya-devam et.’ (İnşirah Suresi, 7) buyurmaktadır.
İnsan boş bir amaç uğruna yaratılmadıysa ne için yaratıldı?
Ben, cinleri ve insanları yalnızca Bana ibadet etsinler diye yarattım. (Zariyat Suresi, 56)

İnsan Allah’a kul olmak için yaratıldı. İnsana, mala mülke, nefse ve şeytana köle olmak için değil…

Şeytan İnsanı Allah’ın Yolundan Saptırmak İçin And İçmiştir

Dedi ki: "Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onlar(ı insanları saptırmak) için mutlaka Senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım." (Araf Suresi, 16)
Şeytan insanı Allah yolundan alıkoymak için pek çok yöntem kullanır. Namaz kılmasına engel olmak için ‘ gece en tatlı uykundan uyanıp nasıl kalkacaksın, boşver uyu’ der, ‘bu sıcakta oruç mu tutacaksın, boşver Allah affeder’ der, duygusallık telkiniyle zinaya yöneltir ‘sevgi sınır tanımaz’ der, ‘pembe yalanlardan bir şey olmaz’ der, ‘menfaatin için her şeyi yapmalısın’ der…
Şeytanın bu telkinlerini duymayan insan yoktur. Ancak bu telkinlere karşı güçlü ve kararlı durabilen insan sayısı oldukça azdır. Allah’ı gerçekten seven, O’nun rızasını kaybetmekten korkan ve Allah’ın sınırlarını ve şeytanın oyunlarını bilen insanlar bu telkinlere karşı uyanıktırlar. Şartlar ne olursa olsun ibadetlerini yerine getirmekten, güzel ahlak göstermekten ve Rabbimizin sınırlarını korumaktan asla taviz vermezler. Çünkü bu dünyaya neden geldiklerini ve bir gün mutlaka Allah’a döndürüleceklerini asla akıllarından çıkarmazlar. Ne para, ne mal mülk, ne şöhret ne de herhangi bir menfaat onları Allah yolundan ayıramaz. (Allah’ın izniyle)
İman edenler bilir ki, ahiret günü ne malları ne de kazandıkları kimseye fayda sağlamayacaktır. Ahiret günü yanımızda götüreceğimiz tek şey amellerimizdir. Ne kadar fazla salih amelde bulunursak, günahtan sakınırsak ve Allah’a yakın olursak kurtuluşa erenler arasında olmak için umudumuz o kadar fazla olacaktır.
Dünya, bizim dediğimiz hayatımız, sahip olduğumuz her şey bir gün mutlaka yok olacaktır. Şeytan bize unutturmaya çalışsa da biz uyanık olalım ve asla ahireti unutmayalım. Aksi takdirde biz de unutulanlardan, hor ve aşağılık kılınanlardan oluruz.
Denildi ki: "Bugününüzle karşılaşmayı unuttuğunuz gibi, Biz de sizi bugün unutuyoruz. Barınma yeriniz ateştir. Ve sizin için hiçbir yardımcı yoktur." (Casiye Suresi, 34)

Altuğ Öztürk

28 Ağustos 2012 Salı

Kabil Kanı Seçti, Habil Aşkı

                    

               Televizyon ekranında bir doktor konuşuyordu .
Bir trafik kazasında ölen ve organları babası tarafından bağışlanan bir Filistinli çocuğun kalbini,kalbi değişmesi gereken İsrailli bir çocuga nakletmişti
Doktorun dudaklarından şu kelimeler dökülüyordu:
“Bir elimde Filistinli çocuğun,diğer elimde İsrailli çocuğun kalbi duruyordu ve ikisi de birbirinin aynısıydı.”

Kalpler aynıydı .Gözler,kirpikler,parmak uçları,göğüs kafesi ve insanı ayakta tutan kemikler hep aynıydı .Çünkü bütün bunları yaratan Sanatçı tekti.Aynı tabloyu farklı renklerde ama aynı biçimde resmediyordu .
Peki neydi yaratılırken aynı olan insanı daha sonra farklı kılan?
Yine insandı
.yine insan .
Her şey kanın ilk döküldüğü an başladı
.
Tabiatın içinden koparılıp alınan vahşi bir hayvanın,günün birinde kan kokusunu duyduğu anda tekrar vahşileşmesi gibi,yeryüzünde ilk cinayetin işlendiği anda insanlığın kaderine yayılan kan kokusunu duyuyor ve içindeki katili dinliyordu insan
.
Kabil kanı seçti,Habil aşkı.
Adem ile Havva’nın ilk çocuklarıydı onlar
.
Henüz yaratılmış olan iki insandan yaratılmışlardı
.İkisinin de kalplerinin duvarı aynı dokudandı.Tıpkı bugün onlarca faklı renk,dil ve dinden milyarlarca insanın kalp duvarlarının aynı İlahi malzeme ile dokulu olması gibi .
Kan ve aşk arasındaki tercih,dokusu aynı olan iki ayrı kaplten çıktı
.
Kabil kanı seçti,Habil aşkı
.
O günden sonra iki yol açıldı insanoğlunun önünde
.
Birisinden kan aktı,diğerinden aşk
.
Aşkın içinde kanın,kanın içinde aşkın aktığını gördü insanoğlu ve ikisinin de aslında birbirinden doğduğunu anladı
.
İyiliğin kötülüğü,kötülüğün iyiliği içinden çıkarması gibi,korkunun cesareti,cesaretin korkuyu içinde taşıması gibi taşıdılar birbirlerini
.
Kabil kanı seçti,Habil aşkı
.
İkisinin tadını da bilen İblis,harmanladı onları ve sundu her yeni doğan ruhun önüne
.
İsteyen istediğini seçti
.
Kabil kanı seçti,Habil aşkı .
alıntı


                                                                                                

27 Ağustos 2012 Pazartesi

Kalplerde Sevgi Kılan Allah'tır..

İnsan sevgiyi yitirdiğinde, içinde büyük bir boşluk oluşur. Hem ruhsal, hem bedensel yönden çöker, sürekli hata yapar, suç işler ve şeytanın karanlık bataklığında yaşar. Bu nedenle insanlara güzel ahlaka çağrıda bulunmak, Allah sevgisinin kucaklayıcı sıcaklığına insanları yaklaştırmak, gerçek sevginin güzelliğini insanlara anlatmak gereklidir. İnsan ancak yüzeysel değil, samimi iman ettiğinde gerçek anlamda mutlu olabilir.

İnkarcı felsefeler yıllardır toplumda bencillik ruhunu, egoizmi yerleştirdi. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” mantığındaki insanlar da hep kendi çıkarlarını gözeten bencil toplumlar oluşturdu.

Oysa insan Allah’a derin bir aşkla bağlı olsa, O’na tevekkül etse, O’nun yarattığı her şeyde hayır olduğunu görebilse, merhametli olsa, etrafındaki insanları kendisinden çok koruyup kollasa, Peygamberimiz(sav)’in “komşusu açken tok olan bizden değildir” sözünü güzel bir ahlak kuralı olarak yaşamına uygulasa bambaşka bir ortam olur. 
İnsan Allah’a tevekkül edip teslim olduğunda bereket, bolluk, huzur, mutluluk ve nimetler içerisinde yaşar. Allah’ın sonsuz rahmeti ve koruması altında olduğunu bilmek, imanın önemli bir koşuludur. İnsan, Allah’a güvenmiyorsa zaten kesin bilgiyle inanmıyor demektir.
Allah’a olan iman arttıkça, sevgi gücü de artar. Bu, çaba sonucunda elde edilen bir şey değildir. Allah gönülden iman eden her kulunun kalbine bu duyguyu ilham eder. Mümin ise, bu nimeti elde edebilmek için samimi olarak dua eder, bunu Allah’tan sürekli ister. Allah’a herkesten ve her şeyden çok daha derin bir sevgi duymasına rağmen, bununla yetinmez. Allah’ı çok daha da fazla sevmek için yine O’na yalvarır. Allah’a olan sevgisi arttıkça Allah’ın yarattıklarına olan sevgisi de artar. 

Samimi inanan insan, Allah’ın verdiği en büyük nimetlerden olan ’sevgi gücünü’ çok iyi kullanır ve Allah rızası için sevgiyi yaşama konusunda tüm engelleri kaldırmaya çaba gösterir. 
Gerçek ve samimi sevgi Allah’ın bahşettiği en büyük nimetlerden biri. Allah’ın hoşnutluğunu amaç edinmeyenler ve emrettiği güzel ahlakı yaşamayanlar, gerçek sevgi gibi bir nimete ulaşamazlar. İnsanların birçoğu sevginin taklidini yapar ve gerçek sevgiyi yaşıyormuş gibi görünmeye çalışır. Yaşadıkları geçici ve sonlu sevgilerdir; geçici ve sonlu mutluluklardır. Gerçek sevgi, sonsuza dek sürecek olan gerçek yaşama kilitlenmiş olan sevgidir. Sevilmeye ve dostluğu kazanılmaya tek layık olan Yüce Allah Kur’an’da, yalnızca iman eden kulları için bir sevgi kılacağının müjdesini verir:

“İman edenler ve salih amellerde bulunanlar ise, Rahman (olan Allah), onlar için bir sevgi kılacaktır.” (Meryem Suresi, 96)

alıntı 




25 Ağustos 2012 Cumartesi

Bayramımıza Kan Damladı!!!



Günlerdir içimi dağlayan acı, hüzün , nefret ve kızgınlıkla karışık duygular adeta elimi kolumu, zihnimi, fikrimi esir aldı..Ne okuyabiliyor, ne yazabiliyor ne de bir fikir yürütebilecek gücü kendimde bulamıyordum. Öyle sanıyorum ki, bu hal bir çoğumuzda da mevcut.. 

Çünkü Millet olarak,sevinç ile başladığımız kutlu "bayramımıza kan damladı"..Sevinçlerimiz göz yaşına, yürek acısına, kızgınlığa isyana dönüştü.. Daha hayatı anlamadan öğrenmeden tanımadan ateş topuna döndürülen minicik bedenler, suçsuz, günahsız, habersiz nice insanların hunharca, gaddarca, kalleşçe son verilen hayatları.. Hayatının baharında kimi baba olmaya aday, kimi eş, kimi de hasret ana, baba, kardeş..Hain bir kurşun yada habersizce,kalleşçe patlatılan mayın devirir gencecik fidanları ve sonlandırır her birinin yarım kalan hikayelerini..Bu acılara yürek dayanır mı? 

Ülkenin bu hale gelmesinden, terörün tırmanıp şehirlere kadar inmesinden, suçsuz günahsız insanların, gencecik fidanlarımızın gençliklerinin baharında hayatlarının son bulmasından, kanlarının son damlasına kadar, en az insanlıkla uzaktan yakından alakaları olmayan caniler kadar, bunlara prim veren ,uyguladıkları yanlış politikalarla şimaran ve semirip palazlanmalarına fırsat veren basiretsiz, sorumsuz, Milletin Meclisini işgal eden hükümet ve yandaşları da sorumludur.. Halkın karşısına geçip timsah gözyaşları dökmek,terörü lanetlemek onları sorumluluktan asla kurtarmayacaktır. 
Ülkemizin bu günlere gelmesinde en büyük etken; bu güne kadar ülkeyi  yönetenlerin, halkın önünde hiçbir zaman inandıkları gibi konuşmamaları,verdikleri sözleri tutmamaları, kendilerini bulundukları makama getirenin halk olduğunu unutmaları, halkı bir "anlam kargaşası"na sürüklemiştir. Halka açık ve net olarak doğruları söylemedikleri için de,oluşan anlam  karışıklığı halkın da aklını mantığını karma karışık olmasına neden olmuştur. Bu kafa karışıklığı halkın huzurunu kaçırdı.Milletin  huzursuz olması toplumun düzenini bozdu. İşte, toplumun düzenini bozanlardır ki, bugün "devlet" yapısının da tehlikeye düşmesine sebebiyet vermişlerdir: 
Vatan için elbette ölmek kutsaldır; fakat esas olan ölmeden yaşayarak vatanı sevmektir. Siyasilerimizin asıl amacı, askerlerimizi yaşatarak yurdunu sevdirmek olmalı, onları ölüme göndererek vatan sevdirilmez. 

Ancak bunu anladıklarında görevlerini tam olarak icra etmiş olacaklardır;aksi halde, bunca şehidin, suçsuz günahsız insanların vebali üstlerinde bir "kan lekesi" gibi iz bırakacaktır. 

İçinde bulunduğumuz bu zor günlerde Millet olarak bizlere düşen başımız dik ve ümit var olmak, şucu bucu ayırımına girmeden bir ve beraber olarak birbirimize kenetlenmek, vatan sevgisini her şeyin üzerinde tutmaktan başka çaremiz olmadığının bilincede hareket etmektir.. 

Hanife Mert



Eğitim mi, Cibiliyet mi?


Padişah vezire sormuş:
"Vezir!" demiş; "Cibiliyet mi eğitim mi ?"
-Eğitim mi önemli cibiliyet mi?
Vezir düşünmeden cevap vermiş:
-Cibiliyet padişahım.

Padişah memleketin her yerine tellallar çağırtmış.
-Duyduk duymadık demeyin, en iyi hayvan eğiticisine yüz kese altın... 

En iyi hayvan eğiticisi padişahın huzuruna çıkarılmış. Padişah hayvan eğiticisine sormuş:
-Bir kediye tepsiyle servis yapmayı ne kadar zamanda öğretebilirsin?
-Altı ayda öğretirim padişahım.

Altı ay dolmuş, huzura alınmış. Padişah:
-Öğrettin mi?
-Öğrettim padişahım.
Saray erkanı toplanmış, kedi elinde tepsi servis yapmaya başlamış, tam vezirin önüne gelmiş; padişah yine vezire sormuş:
"Vezir!" demiş. 
-Eğitim mi önemlidir, cibiliyet mi?

Vezir padişahın sorusuna cevap vermeden önce cebinde hazır tuttuğu fareyi yere bırakmış. Kedi tepsiyi attığı gibi farenin peşinde koşmaya başlamış. Tabi altı aylık eğitimde boşa gitmiş.
Vezir cevap vermiş.

- Cibiliyet padişahım. Önüne bir fare düştüğünde, eline bir fırsat geçtiğinde, çıkarı için vatanını satmaktan, halkını harcamaktan tereddüt etmeyecek yüksek eğitimli kedilerden, Rabbimiz bu memleketi, bu milleti muhafaza kılsın. 


Şurası bir gerçek ki,herkesin doğuştan gelen yetenekleri ve zaafları vardır.Doğru işler yapmak için kişinin  kendisini çok iyi tanıması, zayıf ve güçlü yanlarını bilmesi ve ona göre kendini eğitmesi çok önemlidir..

Cibiliyet:Yaradılış, maya

Halimiz Ortada

  Dün, uzun süredir görüşemediğim bir arkadaşım aradı beni. Görüşmememizin özel bir nedeni yok. Hayat gailesi işte... Kendimizi öylesine kap...