25 Ocak 2016 Pazartesi

Nostaljik Pazartesi ( Kara Tren Türküsü Hikayesi)


Türkülerimiz özümüz yüreğimizin bam teli, başımızın sevda yeli.Türküler umuttur, aşktır, hasrettir, özlemdir, vefadır. Kıvrım kıvrım akan bir nehir gibi, yüreklerde dolanan sılaya uzanan bir yoldur. Yüreğin gurbetinde yetişen özlemleri kor kor demet demet sunan hasret çiçeğidir. Yaşama sevincinden ölüm acısına kadar, vefayı vefasızlığı, hasreti, özlemi, sevgiyi, inancı, direnci, aşkı, kahramanlığı türkülerde hissedip türkülerde yaşadık. Velhasıl türkülerimiz bizi bize anlatan, bize tanıtan yürek seslerimizdir. Milletimizin bu nadide kültürünün gündemde tutulması , gençliğimize sevdirilmesi ve ilgi uyandırılması gereken önemli kültürel değerlerimizdendir. Her birinin kendine has bir hikayesi vardır.

   Ben uzun bir süre bu güzel  kültürümüzün hikayesini araştırdım ve bloğumda paylaştım. Son zamanlarda biraz ara verdim. Nostaljik pazartesi için 09.01.2013 tarihinde paylaştığım  kara tren türküsü ve hikayesi...



Hüzünlü hikayesi ve kara tren türküsü eşliğinde iyi okumalar.



TIKLA

24 Ocak 2016 Pazar

Neden Haber Vermedin ki



Ne kervan kaldı ne at, hepsi silinip gitti, İyi İnsanlar iyi atlara binip gitti. Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in “Aynada ki Yalan” isimli romanının başkahramanı Naci’nin arayış içerisinde olduğu bir dönemde kendisine “Senin anlayacağın iyi insanlar iyi atlara binip gitti” cevabı verilir ve şöyle bir hikâye anlatılır: “Bir gün cins at meraklısı bir adam, cins atlarıyla meşhur bir yere gidiyor. Tanıdıklarından kimi sorsa “Öldü!” cevabını alıyor. Ya şu ağa, ya bu ağa..? Göçtü..! Ya filan atın soyu, ya filan kısrağın dölü..? Kurudu…! Sonunda at meraklısına şu karşılığı veriyorlar: “Senin anlayacağın iyi insanlar iyi atlara binip gitti?
  Üstad ne güzel söylemiş. İyi insanlar, ardında bıraktıkları güzel isimleri ile bir bir hayata veda edip gidiyor. Tıpkı son dönemde ülkemiz için canını feda eden aziz şehitlerimiz ve değerli hizmetleriyle bu milletin gönlünde taht kurmuş sanat, edebiyat, siyaset ve iş dünyasının çok değerli insanlarının ardında gözü yaşlı sevenlerini bırakarak veda etmesi gibi... Onlara Allah'tan rahmet, yakınlarına sabır diliyorum.
   Her ne kadar dünyanın cezbedici süsüne kendimizi kaptırarak; bizim için kaçınılmaz son olan ölüm gerçeğini gündemde tutmak istemesek de, o hayatımızın bir parçasıdır. Biz onu unutsak da o bizi hiç unutmaz. Vakti geldiğinde kapımızı çalar. Ölümden korkmak veya korkulacak bir şey gibi görmek, içimizdeki iman eksikliğinin bir sonucu olsa gerek. insanca ve İslamca bir hayat sürmek ölümün korkulacak bir şey olmadığını anlamamızı kolaylaştırır.
  Cahit Sıtkı Tarancı "yaş otuz beş" şiirinde; 
…Neylersin ölüm herkesin başında. 
Uyudun uyanamadın olacak. 
Kim bilir nerede, nasıl, kaç yaşında? 
Bir namazlık saltanatın olacak, 
Taht misali o musalla taşında. 
  Dizeleri ile ölümün  zamanı ve yeri belli olmayan bir anda herkesin başına gelebileceğini ifade etmekte.
  Ölüm dostu dosta kavuşturan bir köprüdür. İnsanlar ölüm ve ölüm sonrası hayatın mahiyetini bilemediği için, hayatın bu dönüm noktasını soğuk ve itici bulur...
 Onda n kaçmak imkansız. Nerede olursak olalım o bizi mutlaka bulur. Yüce Allah “her nefis ölümü tadacaktır.”(Al-i İmran 3/185) buyurarak yaratılan her canlının ölümü mutlaka tadacağını haber vermektedir. Öyleyse kaçmak niye?
 Kaçmak yerine yapılacak en akıllıca iş onu beklemek...Giderken götüreceklerimizin hazırlığını yapmak olmalı.
 Sadi Şirazi, Gülistan isimli eserinde bir hikaye anlatır. Hikaye şöyle başlıyor; adamın biri yıkılan evinin karşısına geçmiş bir yandan ağlıyor, diğer yandan da: "Ah evim! Çökmeden evvel bari bir haber verseydin de ona göre tedbir alsaydım" diye söylenip duruyormuş.
 Birden o harabeden bir ses yükselmiş; "Be adam!.. Ben yıllardır sana, çatlayan duvarlarım ve dökülen sıvalarımla çöküyorum diye haber veriyordum. Fakat sen, her defasında bir avuç toprak ile çıka geliyor ve o çatlakları örterek verdiğim haberi adeta ağzıma tıkıyordun" demiş.
  Hikaye manidardır. Çünkü bizim hayat evimizde de hızla tahripler, çatlaklar oluşmakta ve ömür binamızdan her geçen gün bir taş daha düşmektedir. Çok insaflıdır ölüm... Gelmeden önce nice haberler gönderir de, biz bir türlü dönüp bakmayız o ikazlara...Her birine bir bahane bulur , "hastalıktır geçer" der, önemsemeyiz.
 Günbegün tükenip gittiğimizi görmeyiz... Ömür, bitmeyecek bir hazine gibi görünür gözümüze; Oysa her şeyin bir sona mahkum olduğuna inanmak istemeyiz. Aldanırız, ama kabul edemeyiz bunu bir türlü...
 Ve bir gün ölüm gelip dikiliverir karşımıza... Şaşırır ve endişeli soru veririz; "Neden haber vermedin ki?"
 Cevap vermek zorunda mıdır ölüm... Zira  o, haberini çoktan vermiştir...

  Ölüm kaçınılmaz son. Lakin ölüm doğal olmalı. Allah’ın verdiği canı zalim almamalı. Ölüm gerçeği insanları can yakmaktan, can almaktan, hak yemekten, adaletsizlikten, yetim malı yemekten, suç işlemekten, savaşlardan alı koymalı. Her insanın barış içinde, huzurlu, mutlu kendini güvende hissedebileceği bir dünyada yaşamak en doğal insani hakkıdır…

Muhabbetle,
Hanife Mert



Halimiz Ortada

  Dün, uzun süredir görüşemediğim bir arkadaşım aradı beni. Görüşmememizin özel bir nedeni yok. Hayat gailesi işte... Kendimizi öylesine kap...