Seni Yarattım
Miraç okuldan eve döndüğünde düşünceliydi.
Çantasını bir kenara bırakıp mutfağa geçti. Annesi yemek hazırlarken onu fark
etti ve gülümseyerek, "Bugün okul nasıldı, Miraç?" diye sordu. Miraç
sandalyeye oturdu, gözlerini yere dikti ve bir süre duraksadıktan sonra,
"Öğretmenimiz bize bir hikâye anlattı," dedi.
Annesi, onun anlattıklarını dinlemek için yanına
oturdu. Miraç ellerini masanın üzerinde birleştirerek anlatmaya başladı: "Bir
gün, küçük bir kız sokakta dileniyormuş. Çok açmış ve üstü başı da perişanmış.
O sırada genç, sağlıklı ve zengin bir adam oradan geçmiş. Kızı fark etmiş ama
görmezden gelip yoluna devam etmiş. Eve vardığında, onu güzel bir sofra
bekliyormuş ama içi rahat etmemiş. Aklında hep o küçük kız varmış. Sonunda
Allah'a dönüp sormuş: 'Böyle bir şeye nasıl izin veriyorsun? O kıza neden
yardım etmek için bir şeyler yapmıyorsun?” O anda bir ses içinden ona
fısıldamış: 'Yaptım. Seni yarattım!'
Miraç derin bir nefes alıp başını kaldırdı.
"Bu ne demek, anne?" diye sordu. Annesi Miraç'ın saçlarını okşayarak
gülümserken, "Bu hikâye bize, dünyayı değiştirecek olanın biz olduğumuzu
anlatıyor," dedi. "O adam, sadece kıza acımak yerine ona yardım
etseydi, dünya biraz daha güzel bir yer olurdu. Yani bir şeylerin değişmesini
beklemek yerine biz eğişimi başlatabiliriz." Miraç bir süre düşünüp
gülümserken, "O zaman ben de küçük bir iyilikle başlayabilirim, değil
mi?" diye sordu. Annesi başını salladı. "Evet, Miraç. İyi bir insan
olmak, iyiliği düşünmekle başlar. Başkalarının acılarını hissetmek, anlamak ve
yardım eli uzatmakla devam eder. İyilik büyük ya da küçük diye ölçülmez. Her
iyilik, dünyayı biraz daha güzelleştirir. Paylaşılan acı azalır, mutluluk
artar." Annesinin yumuşacık sesi Miraç'ın içini ısıttı. Küçük kızı
düşünerek annesinin mis kokulu yemeğini yedi. Ardından odasına gitmeden önce
annesine sımsıkı sarıldı. "Seni çok seviyorum, anneciğim," diye
fısıldadı.
O gece huzur içinde uykuya dalarken, annesinin
sözlerinin anlamını hiç beklemediği bir şekilde keşfedeceğinden habersizdi...
Beklenmedik
Karşılaşma
Okulda son derse girmişlerdi. Miraç çok acıkmıştı.
Onun için zaman bir türlü geçmiyordu. Karnı gurulduyor, göz kapakları
ağırlaşıyordu. Aklında sadece yiyecekler vardı: sıcacık börekler, mis kokulu
poğaçalar, lezzetli pizzalar... Nihayet zil çaldı! Miraç, çantasını kaptığı
gibi okuldan çıktı. Eve doğru hızlı adımlarla ilerlerken, sitenin yanındaki çöp
kutusunun önünde oturan bir kız fark etti. Küçük kız elindeki bayat ekmeği
ufalayarak yemeye çalışıyordu. Üzerindeki incecik elbise soğuk rüzgârda
savruluyordu. Saçları dağınık, yüzü kir içindeydi. Bu manzara Miraç'ın içini
burktu. Biraz önce hayalini kurduğu yiyecekler bir anda anlamını yitirdi. Birden,
öğretmeninin önceki gün anlattığı hikâye aklına geldi. Şaşkınlık içindeydi.
Kendi kendine, "Nasıl olur böyle bir şey?" diye düşünürken zihninde
bir ses yankılandı: "Seni yarattım!" Bu düşünceyle yardım etmek için çantasını karıştırdı. Evirdi
çevirdi çantada ne para ne de yiyecek vardı. Tam umutsuzca eve dönecekken eline
buruşturulmuş bir kâğıt parçası geldi. Onu açtığında heyecanla:
"İşte bu, para!" diye sevindi.
Hemen
sitelerinin yakınındaki Mersin Tantuni' ye geldi. Yarım ekmek arası bir tantuni
ve bir şişe de Mersin limonatası aldı. Ancak bunları ödemeye parası yetmedi.
Miraç dükkân sahibine dönerek, "Amca, paranı hemen
getireceğim!" dedi. Adam gülümseyerek, "Boş ver evlat, hediyem
olsun," diye karşılık verdi. Miraç buna şaşırsa da en önemli şey, bu
yemeği küçük kıza ulaştırmaktı. Koşarak geri döndü ama kız yerinden kalkmış,
uzaklaşıyordu. Miraç hızla yanına giderek nazik bir sesle, "Bir dakika
bekler misin?" dedi. Kız ürkmüş bir şekilde ona baktı. Miraç, yumuşacık
bir sesle ekledi: "Benden korkma, sana yardım etmek istiyorum." Bu
söz üzerine kız duraksadı. Miraç elini uzatıp gülümseyerek, "Ben Miraç,
senin adın ne?" diye sordu. Küçük kız, kirlenmiş ve soğuktan çatlamış
elini tedirgin bir şekilde uzattı. Kısık bir sesle, "Yaren," dedi.
Miraç, elindeki paketi ona uzattı. "Bu senin için," dedi. Yaren
şaşkın bir ifadeyle bir Miraç'a bir pakete baktı. Miraç hiçbir şey söylemeden
yanından ayrıldı.
Eve geldiğinde iştahı tamamen kaybolmuştu. Annesi,
durgun halini fark edip merakla sordu: "Oğlum, iyi misin?" Miraç
gözlerini yere indirerek fısıldadı: "Bugün bir şey gördüm anne..."
Sonra, öğretmeninin anlattığı hikâyeyi hatırladı ve olanları annesine anlattı.
Zuhal Hanım, oğlunun duyarlılığına sevinirken,
Yaren için içi burkuldu. Miraç'ın en sevdiği yemeğini yapmak için mutfağa
geçti, ama aklı bir yandan da küçük kızdaydı.
Rüya Diyarının Sırrı
Miraç, annesiyle konuştuktan sonra biraz
rahatlamıştı. Ancak küçük kızı hâlâ düşünmeden edemiyordu. Okul kıyafetlerini
çıkarıp günlük kıyafetlerini giydi, sonra çalışma masasına oturdu.
Bilgisayarını açtığında ekranda garip şeyler olmaya başladı. Sayfalar
kendiliğinden açılıyor, tuhaf ışıklar beliriyordu. Miraç şaşkınlıkla ekrana
bakarken parlak bir ışık büyüyerek her yeri kapladı. Bir anda kendini
gökyüzünde, bulutların arasında süzülürken buldu! “Neler oluyor?” diye bağırdı
ama sesi neredeyse fısıltı gibiydi. O anda ayaklarının altındaki beyaz bulutlar
dağıldı ve Miraç, papatyalarla kaplı bir yolda buldu kendini. Yolun sonunda
altın rengi bir ışık parlıyordu. Işığın içinden, başında papatyalardan yapılmış
bir taç olan zarif bir peri prenses belirdi. Sıcacık bir gülümsemeyle, “Merhaba
Miraç,” dedi. Miraç şaşkınlıkla etrafına baktı. “Ama… Ben buraya nasıl geldim?
Siz benim adımı nereden biliyorsunuz?” diye sordu. Peri Prenses Ece, nazikçe
başını okşadı. “Rüya Diyarı’na iyilik dolu yüreğe sahip çocuklar gelir. Senin
kalbinin güzelliği seni buraya getirdi, korkma,” dedi.
Miraç büyüleyici manzarayı hayranlıkla izledi.
Gökkuşakları, parlayan yıldızlar ve uçuşan kelebeklerle doluydu burası. Ama
aklı hâlâ küçük kızdaydı. Peri Prenses Ece onun endişeli olduğunu fark etti.
“Burada yalnız olmak istemiyorsun, değil mi?” diye sordu. Miraç heyecanla
başını salladı. “Evet! En yakın arkadaşlarım Ali ve Hira da burada olsun
isterdim!” Peri Prenses hafifçe gülümsedi. “Onları buraya çağırabilmen için
Sihirli Göl’e adlarını yazmalısın,” dedi ve ileride parlayan bir gölü işaret
etti. Miraç merakla gölün yanına gitti. Su, ay ışığını yansıtıyormuş gibi
parlıyordu. Eğilip elini uzattığında, yüzeyde harfler belirdi. Titrek bir
yazıyla “Ali ve Hira” yazdı. O anda göl ışıldamaya başladı! Minik dalgalar
kıyıya vururken altın rengi kıvılcımlar havaya yükseldi. Miraç nefesini tuttu.
Birkaç saniye sonra Ali ve Hira yanında belirdi! Sevinçle yerinde zıplayarak
“Yaşasın!” diye bağırdı ve onlara sarıldı. Ali şaşkınlıkla etrafına bakındı,
sonra Miraç’a eğilip fısıldadı. “Burası neresi? Sen nasıl geldin? Biz buraya
nasıl geldik?” Hira ise gözlerini kocaman açmıştı. Tüm bu olanlar ona fazla
gelmişti. Dudaklarını büzüp ağlamaya başladı. “Ben annemi istiyorum… Evimize
dönelim!” dedi.
Peri Prenses Ece yanına eğildi. “Sakın korkma,
Hira. Burada harika şeyler öğreneceksiniz ve zamanı geldiğinde hepiniz güvenli
bir şekilde evinize döneceksiniz.” Miraç, Ali ve Hira birbirlerine baktılar.
Hâlâ merak içindeydiler ama korkuları azalmıştı. Çünkü burası gerçekten büyülü
bir yerdi…
Mutluluğun Sırrını Keşfetmek
Peri Prensesi Ece, "Çocuklar, mutluluğun
sırrını keşfetmeye hazır mısınız?" diye sordu. Çocuklar hep bir ağızdan
"Hazırız!" diye bağırdılar. Böylece Rüya Diyarı’na doğru yola
çıktılar. Burası adeta bir masal dünyasıydı. Renkli kuşlar gökyüzünde dans
ediyor, kristal şelaleler ışıl ışıl parlıyordu. Miraç, Ali ve Hira bu
büyüleyici manzaraya hayranlıkla bakıyor, kuşlara dokunmaya çalışıyordu. Birden
karşılarında altın bir kapı belirdi. Üzerinde ışıl ışıl parlayan harflerle
"Mutluluk Ülkesi" yazıyordu. Kapı kendiliğinden açıldı ve çocuklar
içeri girdiler. Burası ışık saçan, büyülü bir yerdi. Sarayın ortasında kristal
bir masa ve üzerinde altın kaplı bir kitap vardı. Tam o sırada yanlarına
gülümseyerek Mutluluk Ülkesi’nin kralı, Kral Mutluluk geldi. “Mutluluk
Ülkesi’ne hoş geldiniz, çocuklar!” dedi. Sadece Miraç heyecanla “Hoş bulduk!”
diyebildi. Kral Mutluluk, “Mutluluğun sırrını öğrenmek ister misiniz?” diye
sordu. Çocuklar başlarını hızla salladı. Kral gülümseyerek konuşmaya başladı:
1.
Mutluluk, başkalarına iyilik yapmakla başlar. 2-İyilik
yaparken karşılık beklememelisiniz. 3- İyiliği başkalarıyla paylaşarak yapın ki
hem siz hem de başkaları mutlu olsun.
Tam o anda, sarayın pencerelerinden karanlık
gölgeler süzülmeye başladı. Gölgeler, salonun içinde dolaşarak ışıkları yavaş
yavaş yutuyordu. Kral Mutluluk endişeyle ayağa kalktı. "Karanlık Gölgeler
geri döndü! Onlar, insanların umutlarını çalarak güçlenirler," dedi. Miraç,
Ali ve Hira birbirlerine baktılar. Kral Mutluluk’un sözlerini hatırlayarak
iyilik yaparak gölgeleri yok etmeye karar verdiler. Ancak her iyilik
yaptıklarında yeni bir bilmecenin içinde buluyorlardı kendilerini. İlk
görevleri, Nehir Vadisi’ndeki üzüntü içindeki kelebeklere yardım etmekti.
Renkleri solmuş ve uçmayı unutmuş olan kelebeklere mutluluk getirmeleri
gerekiyordu. Üç arkadaş, kelebeklere güzel hikâyeler anlatıp onlarla oyunlar
oynayarak renklerini geri kazanmalarını sağladı. Kelebekler yeniden uçmaya
başladığında, bir ışık huzmesi belirdi ve gölgeler biraz daha dağıldı. Ancak
maceraları daha yeni başlıyordu.Gölgeler, iyiliğin ışığından kaçıyor ama
tamamen yok olmuyordu. Üç arkadaş, Karanlık Gölgelerin tamamen yok olması için
daha fazla iyilik yapmalı ve yeni bilmeceleri çözmeliydi. Her yeni iyilik, bir
bilmecenin kapısını açıyordu. Miraç ve arkadaşları cesaretlerini kaybetmemeye
çalışarak, iyiliğin gerçek gücünü hatırladılar. Kral Mutluluk gülümseyerek
onlara baktı. "Endişelenmeyin," dedi. "Gerçek iyiliğin gücünü
öğrendiğinizde, her şey yoluna girecek ve zamanı geldiğinde güvenli bir şekilde
evinize döneceksiniz."
Miraç, Ali ve Hira birbirlerine baktılar. Hâlâ
merak içindeydiler ama korkuları azalmıştı. Çünkü burası gerçekten büyülü bir
yerdi…
Gerçeğe Dönüş
Miraç, omzunda sevgi
dolu bir elin sıcaklığını hissederek gözlerini araladı. Annesinin yumuşak sesi
kulağında yankılanıyordu: “Miraç, hadi oğlum, uyan.” Başını kaldırdığında, çalışma masasının
üzerinde uyuyakaldığını fark etti. Gözleri mahmur bir halde annesine baktı ve
uykulu bir sesle mırıldandı: “Mutluluğun sırrı, iyiliği paylaşmak...”
Annesi gülümseyerek
saçlarını okşadı. “Hadi bakalım, sana çok sevdiğin topalak çorbası
yaptım.” Miraç,
sevinçle kollarını havaya kaldırdı. “Harika! yaşasınn!”
diye neşeyle bağırdı ve annesinin boynuna sarıldı. İşte gerçek mutluluk buydu! Rüyasında
gördüğü Kral Mutluluk’un kurallarını uygulamak istiyordu. Bunun için hemen Ali
ve Hira’yı çağırdı ve onlara Yaren’den bahsetti. Üçü birlikte ona nasıl yardım
edebileceklerini planladılar. İlk adım olarak annelerinden destek istediler.
Zuhal Hanım, Yaren için kıyafet ve yiyeceklerden oluşan bir paket hazırladı.
Miraç, paketi alıp küçük kıza götürdüğünde Yaren, tantunisini yarım bırakmış
haldeydi. Yanına oturan Miraç, paketi ona uzattı. Küçük kız şaşkın gözlerle
baktı. Titreyen elleriyle paketi aldı ve fısıldayarak sordu: “Bunları benim için mi getirdin?” Miraç, gülümseyerek başını salladı. “Evet, ama
sadece bunlar değil. Ali ve Hira ile birlikte sana ve ailene daha fazla yardım
edeceğiz, söz veriyoruz.” Sözünü
tuttu. Üç arkadaş, sitede bir yardım kampanyası başlattı. Kısa sürede herkes
seferber oldu. Kıyafetler, oyuncaklar ve yiyecekler toplandı. Site sakinleri,
kapıcı dairesini baştan düzenleyerek Yaren ve ailesi için yeni bir yuva haline
getirdi. Birkaç hafta sonra Yaren artık okula gidiyor, yeni arkadaşlar ediniyor
ve en önemlisi umutla gülümsüyordu. Bir gün, Miraç’ın yanına geldi ve elini
tuttu. “Hayatımı değiştirdin. Sana ve
arkadaşlarına minnettarım. Artık yeniden hayal kurabiliyorum.” Miraç, Yaren’in gözlerindeki ışığa baktı
ve gülümsedi.
Bir sabah gökyüzüne
baktığında, gri bulutların dağıldığını ve yerini pırıl pırıl bir gün ışığına
bıraktığını fark etti. O anda annesinin sözleri yeniden kulağında yankılandı: “İyi olmak, başkalarının acılarını hissetmek, onları
anlamak ve her zaman bir el uzatmaktır.” İşte o zaman anladı ki gerçek güç,
paylaşmaktan ve iyilik yapmaktan geliyordu. Derin bir nefes aldı, yüzüne
kocaman bir gülümseme yerleşti. Gökyüzüne bakarken içini sıcacık bir mutluluk
kapladı.
Çünkü bazen dünyayı değiştirmek için yalnızca bir
gülümseme yeterdi.
SON