14 Şubat 2019 Perşembe

Sevmek yürek işi bilek işi değil

Sevmek, seveni sevdiğine ulaştıran yüce bir duygu. O öyle bir duygu ki paylaşıldıkça azalmaz. Aksine yaşandıkça çoğalır. Onu yaşayan için bitip tükenmek bilmeyen bir hazinedir. Onun yokluğu insana acı verir, hayatı anlamsızlaştırır. Zira hayatın anlamı,ruhun gıdası, insanın mayasıdır sevgi. Yürekler arasında akan coşku selidir. Öyle güçlü bir duygu ki; Şirinine kavuşmak için Ferhat'a dağları deldirmiş, Leyla'sını ararken çöllere düşen mecnuna Mevla'sını buldurmuş, Yunus Emre'yi hak ateşiyle coşturup diyar diyar gezdirmiş, Mevlana'yı cezbeden asıl güneşin Şems kılığına bürünmüş halidir sevgi.
 Tüm bunları biliyordu. "Peki ben neden yıllarca özene bezene yüreğimde büyüttüğüm sevgimi ona söyleyemiyorum. Neden ben de bir Ferhat  olamıyorum" diyor içten içe kendine kızıyordu. Aynı sokakta aynı okulda olmak da kolaylaştırmıyordu işini. Gizliden gizliye platonik bir sevda yüreğini yakıp kavuruyordu. Artık bu sevgiyi tek başına taşımaktan yaşamaktan bıkmıştı. Ağır geliyordu yüreğine. Paylaşmalıydı... Bilmek onun da hakkıydı. Bir kaç kere teşebbüs etmiş, hatta bir defasında mektup yazmış arkadaşı ile göndermeyi düşünmüştü. Bu durumdan başkaları haberdar olur, hakkımızda dedi kodu çıkar. Ona zarar gelebilir düşüncesi ile yazdığı bu mektup da diğerleri gibi çöp kutusundaki yerini almıştı.
 Karar vermişti,kendisi söyleyecekti. Neler söyleyeceğinin provasını da yapmıştı. Kararlıydı... Ama olmadı. Karşısına geldiğinde boğazı düğümlenmiş, dili tutulmuştu yine, elleri ayakları titremişti. Yüzü kızarmıştı bir suçlu gibi. Unutmuştu  yazılıya çalışır gibi ezberlediği sözlerini... Olmadı, bu defada beceremedi. Olsun dedi, asla onu sevmekten vazgeçmeyeceğim, yapamam istemem de... Nasılsa o gün gelecek diyordu. Ümidini kaybetmemeliydi asla..
 Lise bitmişti. Artık ikisi de üniversiteli olmuştu. Farklı şehirlerde aynı bölümü okuyorlardı. Farklılıklar arasında bir ortak yönü bulmuştu. Aynı bölüm okuyordu. Bu kaderin cilvesi mi diye düşündü. Günden güne sevgisi büyümüş ve tutku haline gelmişti...
 Bir kerecik yüzünü görebilmek, sesini duyabilmek umuduyla,tek katlı müstakil beyaz badanalı evlerinin önünden geçerken aşındırdığı parke yollar, evinin duvarları, sabahlara kadar gözlerini alamadığı tavan şahitti sevgisinin büyüklüğüne. Artık onlar da harekete geçmesini istiyordu.
  Sabahtan beri, bahar havası gibi etrafı ısıtan güneş biranda kaybolmuş, yerini siyah ve kurşuni renge bürünmüş bulutlara bırakmıştı. Yağmur yağıp yağmamakta kararsızdı. Hava bir açıyor bir kapatıyordu. Rüzgar da çıkmıştı. Uğultular etrafı sarmıştı. Havada hüzünlü hatta kasvetli bir hal vardı. Okuduğu magazin dergisinden; ondört Şubatın dünya sevgililer günü olduğunu öğrenmişti. Ülkemizde yeni kutlanmaya başlanmış olması sebebiyle, kimse bilmiyordu. Tarih on dört şubattı neden olmasın, tam sırası diye düşündü. Kırtasiyeden aldığı kenarları gül, karanfil ve  kalp resimleriyle süslenmiş pembe kağıda ona olan sevgisini yıllarca sabırla yüreğinde nasıl besleyip büyüttüğünü, artık tek başına taşıyamadığını yazacaktı. Yazdı da... Sıra mektubu vermeye gelmişti. Kendisi veremezdi. Cesareti yoktu. Gözü koltuğun üzerinde işlengi işleyen kız kardeşine ilişti. Beyninde şimşekler çakmıştı. "İşte kız kardeşimden başkası olamaz!" dedi. Ona bunu kabul ettirmek de zordu. Çekinerek kız kardeşinin yanına geldi. Yüzüne bakıyordu masum masum  Sonra yanağına bir öpücük kondurdu. Kardeşi şaşırmadı. Kendisinden bir şey isteyeceğini anlamıştı."Söyle bakalım ne istiyorsun?" dedi. Elindeki zarfı göstererek "bunu ona götürmeni" dedi. Kardeşi önce reddetti. "Ben yapamam, kızın annesi burada yok. Duyarsa  kızar. Hem arkadaşımla aram açılır. Vazgeç bu sevdadan ağabey. Bu sevdanın  sonunu iyi görmüyorum. Yol yakınken vazgeç" dedi. Lakin ağabeyinin kararlılığı karşısında direnemedi. Çaresiz mektubu aldı elinden. Arkadaşına ağabeyinin mektubunu vermek üzere evden çıktı.

 Kız evde yalnızdı. Çayını demlemiş, tek katlı evlerinin yola bakan odasının penceresinin önündeki kanepeye oturmuş, radyoda istekleri dinliyordu. Radyoda da çalan şarkı manidardır. "Bana bir kez gülmez misin komşu kızı, hiç karşılık vermez misin komşu kızı..." şarkısı çalıyordu." Şarkıyı dinlerken, bir ses duydu. Kulak kesildi kapı çalıyordu. Kapıyı açtığında karşısında arkadaşı duruyordu. Kız, şarkının da etkisiyle heyecanlanmıştı. İçeri davet etti. Birlikte şarkı eşliğinde havadan sudan sohbet ettiler. Sohbet güzel de orada bulunmasının asıl sebebi sohbet değildi. Ağabeyinin gönderdiği mektubu vermesi gerekiyordu. Zaman zaman vermekten vazgeçmeyi düşünüyordu. "Ağabeyime ne derim? bana kızar" düşüncesi vazgeçmesini engelliyordu. Heyecandan ellerinin içi terliyor, ateş basıyor, yüzü kızarıyordu. Artık sona gelmişti. Nereye kadar sohbet edecekti... "Kalkmam lazım arkadaşım, evden beklerler"diyerek izin istedi. Birlikte kapıya geldiklerinde, ceketinin iç cebine koyduğu mektubu çıkardı. " Bunu sana ağabeyim gönderdi. İçinde ne yazıyor bilmiyorum." deyip gitmekti amacı. Kız mektubu aldı. O anda arkadaşının "içinde ne yazdığını  bilmiyorum" cümlesini hatırladı. Arkadaşını içeri davet etti. "Gel birlikte öğrenelim," dedi. Kız zarfı açtığında elleri titremeye başlamıştı. Dili dolaşıyordu. Kelimeleri yanlış okumamak için özen gösteriyordu. Yüzü hafif hafif pembeleşmişti.
  Kenarları gül ve kalp figürleri ile süslenmiş, özenle yazılmış bir mektuptu. Kağıdın sağ üst köşesinde:
"Her halinle her şeyinle güzelsin,
hata bulmak kusur bulmak güç sende" dizeleri yazıyordu. Devamında da ona olan sevgisinden, sevgisinin büyüklüğünden bahsediyordu. Sevgisini yüzüne söyleyecek cesaretinin olmadığından, niyetinin ciddiliğinden ve hayatının geri kalanını birlikte geçirmek istediğinden bahsediyordu...

 Kız mektubu okurken duygularını gizlese de şaşkınlığını, hayretini gizleyemiyordu. Mektubun tamamını okuyamadı. Mektubu tekrar katladı zarfın içine yerleştirdi arkadaşına uzattı "biz onunla sadece arkadaşız, bu mektubu sen kendisine ver" dedi.
 Arkadaşı mahcup olmuştu, üzülmüştü ... O da kızdan böyle bir davranış  beklemiyordu belli ki. Seslenmeden oradan ayrıldı.
 Kız her ne kadar mektupla gelen teklifi reddetse de etkilenmişti. Zira o da erkeğe karşı bir şeyler hissediyordu.    Evlerinin önünden gelip geçtikçe, okulda gördükçe heyecanlanıyordu. Bu teklif onun iyice karma karışık bir ruh haline bürünmesine sebep olmuştu. Kafası karışmıştı. Aslında hoşuna da gitmişti. Beğenilmek, sevilmek kimin hoşuna gitmez ki? Lakin yapamazdı... O, sevgi denen bu asil, güzel duygularını açığa çıkaramazdı. Paylaşamazdı…Yaşayamazdı... İçinde aşamadığı bir korku vardı. Annesi ve babası birbirini deli gibi severken sonları hüsran olmuştu. Acı ve göz yaşına maruz kalmıştı. Kendisinin sonunun da aynı olacağı endişesi engelliyordu kızı... Kendini şartlandırmıştı. Daha çok erkendi...
 Reddedildiğini öğrenen genç çok şaşırmıştı. Yıllarca yüreğinde besleyip büyüttüğü sevgisi karşılık bulmamıştı. Üzülmüştü, taş kalpli, kalpsiz diye isyan etti. Kardeşinin elinden aldığı duygu yüklü mektubu, evin orta yerinde yanan sobanın içine attı ve evden çıktı...
  Kız pencerenin önüne oturmuş onun geçmesini bekliyordu... Pişman olmuştu... İş işten geçmişti artık. Kendince bahaneler üretiyordu. Neden diyordu? Neden kendisi gelmedi? Sevgisini ifade etmek için neden bir aracıya gerek duydu?..
 Erkek de mektubu gönderdiğine pişman olmuştu. Kızı üzdüğü için kendini affedemiyordu. Kızla bir kez de kendisi görüşmeyi düşündü,bunu yapamadı. İkinci kez reddedilmeyi yüreği kaldıramazdı. O kendini inandırmıştı, bu sevdadan hayır yoktu. Vazgeçmeliydi. Yapması gerektiğini düşündüğü şeyi yaptı. Pılını pırtısını toplamış ve bir daha dönmemek üzere memleketini terk etmişti...
 

 Hikayemizde okuduğumuz gibi kız da erkeği sevmesine rağmen gerek aile ve gerekse toplum baskısı yüzünden sevdiğinin sevgisine karşılık verememiş, belki de kurulacak olan mutlu bir yuva engellenmiştir.   

   Sevginin yaşanmayıp sadece konuşulduğu, yazıldığı ve engellendiği bir dünyada yaşıyoruz. Konuşuluyor, yazılıyor ancak hissedilmiyor. Yada gösterilmiyor. Hal böyle iken insanlar sevgiyi bilmiyor. İşte bu nedenle, dünya üzerinde yaşanan pek çok kötülüğün temelinde sevgisizliğin yattığını söylüyor uzmanlar. Sevgisizlikten kaynaklanan olayların önüne geçebilmek için, artık insanlara sevgiyi öğretmek bir ihtiyaç haline gelmiştir.
Tıpkı Erich Fromm’un "Sevme sanatı" isimli kitabında ifade ettiği gibi, "doktorluğu, mühendisliği,öğretmenliği, marangozluğu öğrendiğimiz bunlara emek ve zaman verdiğimiz gibi sevme sanatını da öğrenebilmemiz gerekiyor.

Yazımı  Sait Faik Abasıyanık'ın " Dünyayı güzellik kurtaracak, bir insanı sevmekle başlayacak her şey" sözüyle bitirmek istiyorum. Bu vesileyle Dünya sevgililer ve dünya öykü gününüz kutlu olsun..

2 yorum:

  1. Aynen öyle ama lütfen sevgiler sevdalar gerçek olsun kaleminize sağlık

    YanıtlaSil
  2. Sessiz Haykırış bence de gerçek olsun, hissedilsin, yaşansın. Herşeyin sahtesi gibi sevginin de sahtesi insanı yer bitirir. Teşekkürler yorum için. Huzurlu pazarlar.

    YanıtlaSil

YENİ KİTABIM YOLCULUK ÇIKTI!

Uzun bir aradan sonra merhaba diyerek yeni döneme başlamak istiyorum. Bir süredir bloğumdan ve   değerli blog arkadaşlarımdan uzak kaldım. S...