7 Şubat 2019 Perşembe

KİMSE KİMSENİN KİMSESİ OLMAK İSTEMİYOR


Hüseyin Güzel Hocam bloğunda paylaştığı "Şubat Ayının İlk Pazar Günü" isimli yazısında şöyle diyordu;..."Aynı havayı soluyan, sanırsın aynaların içinde paramparça olan iki farklı yaşayışın ve anlayışın bir yansıması sokaklar. Gazete ve televizyonlarda yer bulan ve bulamayan olayların, insanı olumsuz etkilemesi kaçınılmaz oluyor.
  

  Yaşanan olumsuzlukları görünce nedir bu hırs, bu sorunlu yaşam anlayışı, sorunsuzca yaşamak varken bu kavga niye diye düşünüyor insan. Oysa ki insan her daim hırstan, sığ kavgadan uzak durmalı. İnsan olmanın sorumluluğuyla nasıl davranması gerektiğini bilmeli. Kişiler "bencillik" girdabından, düşüncesinden uzak durmalı.

  Kendisini toplum için geliştirmeli. Rant anlayışından, çıkarcılık ve adam kayırmacılıktan, ötekileştirme anlayışından kimseye bir fayda yok..." diye ifade etmiş.

  Hüseyin Hocama katılmamak mümkün mü? Zira son zamanlarda toplumumuzda yaşayan bireyler arasında gerginlik, sıkıntı, stres, mutsuzluk, bencillik, saygısızlık hat safhada. Etrafımızda mutlu insan görmek neredeyse olanaksız. Bu durumun pek çok sebebi vardır. Ancak en bariz olanı, içinde bulunduğumuz olumsuz şartların bireyleri; var olmak, ayakta kalabilmek ve güçlü olabilmek için mücadele etmesi gerektiği düşüncesine sevk etmesi olsa gerek. Tehlikeli olan ise bireyin, mücadele verirken bilinçsizce her yolu kendine mübah saymasıdır...

  Bu durum kişileri bencilleştirmekle kalmıyor, kendinden başka kimseyi düşünmemesine sebep oluyor. Hal böyle iken kimse kimseyi sevmiyor, hoşgörü ile yaklaşmıyor, saygı duymuyor, karşıdakine ne olacağı umurunda bile olmuyor. Kimse kimse için parmağını bile kımıldatmıyor. Kısacası kimse kimsenin kimsesi olmak istemiyor... 
  
  Bizim oralarda "gönü kalınlaştı" diye bir deyim kullanılır. Duyarsızlaşan hassas olmayanlar için kullanılır bu deyim. Hal böyle iken kişi sadece kendisi için kendi egosu için hassas davranıyor. Her konuda ben diyor! başka da bir şey demiyor. Ben bilirim, ben konuşurum, ben haklıyım, ben doğruyum, ben..., ben..., ben... diyor. Kendi gibi düşünmeyeni yok hükmünde görüyor. Ötekiler grubuna dahil ediveriyor. Gözünü hırs bürümüş, kalbi kararmış kimselerin hırsının kurbanı olduğunu, gözünü kırpmadan masum bir cana kıyabileceğini, şiddet uygulayabileceğini basından ve sosyal medya araçlarından okuyup öğrenebiliyoruz. Kimilerimiz birebir şahit oluyordur. Milleti yönetenler de dahil olmak üzere kimse bu gidişata dur demiyor. Bu durumun düzelmesi için çaba sarf etmiyor...
 Peki bizi biz yapan o kutsal değerlerimiz, bizi bu günlere taşıyan erdemlerimiz nerede? Nerede kendinden önce komşusunu, arkadaşını, dostunu düşünmeyi öğütleyen; sevgiyi, saygıyı, hoşgörüyü, empatiyi ön plana alan kültürümüz? 

 Toplum olarak bir girdabın içine düşmüş ve bu girdaptan çıkmak için bocalayıp duruyoruz. Birilerinin el verip kurtarmasını bekliyoruz, umutsuzca... O el gelir mi? Gelmesini umut etmek istiyorum... 

Muhabbetle,
Hanife Mert

29 Ekim 2018 Pazartesi

Cumhuriyet Bayramımız Kutlu Olsun


"Türk milletinin karakterine ve adetlerine en uygun idare Cumhuriyet idaresidir." M. KEMAL ATATÜRK
"Bir ulusun onuru, namusu ve insanlığı iki şeye bağlıdır: özgürlük, bağımsızlık. Türk ulusu büyüktür. Özgürlüğü ve barışı sever. Canı pahasına da olsa, Cumhuriyeti sonsuza kadar yaşatacak güçtedir. Ve yaşatacaktır… "M.KEMAL ATATÜRK

Cumhuriyet, Türk milletinin yüzyıllar boyunca, özgürlük ve bağımsızlığı uğruna çektiği acıların ve topyekün verdiği mücadelenin sonucunda kazandığı zaferin ürünüdür. 1923 yılında ona en uygun olan, ona yakışan yaraşan bir yönetim biçimi olan Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur. Cumhuriyet bir yaşam biçimidir. Çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmada bir köprüdür. O bir Fazilettir, erdemdir, bağımsızlıktır. Atatürk'ün bize armağanı, gözümüz gibi sahiplenebileceğimiz bir emanettir.


Bütün çekilen çilelerin, yapılan fedakârlıkların bilincinde olmalı ve Türkiye Cumhuriyetinin ilelebet yaşamasını sağlamak için var gücümüzle mücadele etmeli. Bu sorumluluğu bizden sonraki nesillere aktarmak hepimizin boynunun borcu olmalıdır...

Bu vesileyle Cumhuriyeti kurarak bize özgürlüğümüzü ve bağımsızlığımızı hediye eden, başta Gazi Mustafa kemal Atatürk ve silah arkadaşları ile, canını, malını, varlığını bu vatana feda eden tüm şehit ve gazilerimizi minnet ve şükranla anıyoruz.

Cumhuriyet Bayramımız hepimize kutlu olsun.


Muhabbetle
Hanife Mert

28 Ekim 2018 Pazar

Mehmetçiklerimiz Donarak Şehit Oldular



Ne zordur insanın beynini sözcüklerin istila etmesi... Beyin duvarlarına çarpan her sözcük, kalbine saplanan bir hançer etkisi yapar. Canın acıdıkça yüreğin yanar, kanın donar..! Konuşmak istersin söylenecek her sözcük anlamsız kalır... susarsın...Hangi sözcük sızlayan vicdanın bir nebze de olsa sızısını alır? Hangi mazeret, donarak toprağa düşen fidanlarımıza ve yakınlarının karşısına çıkacak yüzü haklı kılar? Hem de teknoloji çağında... 

   Merak ediyorum bırakın halkını, bu vatanı canı pahasına koruyan Mehmetçiğimize  reva görülen bu durum sorumluların vicdanlarını sızlatmıyor mu? Bu durumdan utanç duymuyor mu..?
 Sorulacak çok soru, söylenecek çok söz var. Ancak her ne söylenirse söylensin etkisiz kalıyor. Duyan olmuyor veya herkes işine geleni duyuyor... 

Şu aşamada;  hem de ekim ayında donarak toprağa düşen fidanlarımızın ruhları şad, mekanları cennet olsun. Yakınlarına büyük sabırlar diliyorum, demekten başkası gelmiyor elimizden...


Utanıyorum Şehidim,
Utanıyorum,
Gürül gürül yanan doğal gazlı evlerde oturmaktan,
ısınmaktan
Senin annenin yüreği yanarken
Gülmekten Utanıyorum!
Sanma ki;
Unutuyor,
Unutturuyoruz.
Unutanları barındırmaktan utanıyorum.
SEN; vatan için bizim için donarak şehit olurken,
Seni Görmezden Gelenlerden Utanıyorum.


NOT: Aziz Nesinin "Utanıyorum Şehidim" isimli şiirini bu güne uyarladım.


Hanife Mert

24 Ekim 2018 Çarşamba

Adımız" Andımız"dır


Her sabah günün ilk ışıklarıya yavrularımızın kararlı, gururlu, coşkulu sesleri ile günaydın sevgili arkadaşlar diye başlayan; Türküm, doğruyum , çalışkanım… diye devam eden yaklaşık seksen küsür yıldır ilkokullarda çocuklarımızın okuduğu andımızı 23 Nisan 1933 yılında Türk çocuklarına armağan eden Dr. Reşit GALİP’tir.

Aynı zamanda dönemin Milli Eğitim Bakanı da olan Dr. Reşit Galip'in  Türk çocuklarına armağan ettiği andımız; 30 Eylül 2013 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti' nin başbakanı tarafından demokratikleşme paketi adı altında yayınlanan paketin maddelerinden biri ile kaldırılmıştı. Görülen o ki, Türk çocuklarının büyük bir coşku ile verdiği söz and demokrasiye aykırı gelmiş.
Yavrularımızın o küçücük yüreklerine zihinlerine ilmek ilmek işlenen andımızda , doğruluk, çalışkanlık, büyüklerini saymanın, küçüklerini sevmenin, vatanını canından aziz bilecek kadar kutsal olduğunu öğrenmesi, Atasının gösterdiği ilim ve irfan yolunda ilerlemesi için söz vermesi, and içmesi sağlanmakta idi. Bu Türk Milletinin yansıması olarak, Türk çocuğundan alınan sözün demokratikleşmeye aykırı olarak görülüp kaldırılması hepimizi derinden üzmüştü. Danıştay'ın Andımızı kaldıran yasayı iptal etmesine  sevinmiştik ki sevincimiz kursağımızda kaldı. Danıştay'ın kararı başta  Cumhurbaşkanı olmak üzere, bazı vekiller tarafından tepkiyle karşılandı. Daha üzücü yanı ise kendisinden demokratik laik eğitim konusunda beklenti içine girdiğimiz Milli Eğitim Bakanlığı tarafından kararın temyize götürülmüş olmasıdır. Her ne yaparlarsa yapsınlar;  şu bilinmeli ki Türküm diyen kendini "TÜRK" gibi hisseden her "TÜRK", çocukluğunda verdiği anda söze, son nefesine kadar kadar sadık kalacaktır...

NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!
Hanife Mert

19 Ekim 2018 Cuma

Maziyi Hatırlamak Bazen İyi Gelir



Eskiden yeterdim kendime
Artardım bile Şimdi ne yapsam nafile! ... 
Ve
Kim demiş ´can eskimez´ diye
Bu can tedirgin tende
Can da eskimiş
Ben de...
Bedri Rahmi Eyüboğlu

İnsan her ne kadar kabul etmek istemese de gençliğinde verdiği hayatta kalabilme var olma mücadelesi, onu ruhen ve bedenen yıpratmıştır. Artık gençlik günleri geride kalmış yorgun, yaşlı ve eskimiş bedeni sona yaklaşmanın verdiği tedirginlikte şairin dizlerinde ifade ettiği gibi...
  İnsanın en verimli üretken olduğu bir dönem vardır. Gençlik, kanının deli aktığı delikanlılık dönemi. Hani taşı sıksa suyunu çıkardığı, bastığı yerden ses getirdiği, her şeye herkese yetiştiği dönem.
  Gün gelir gençliğin elden gittiğini haber verir azaları. Saçlar beyazlar, derileri buruşur, ruhta ve bedende yorgunluklar baş gösterir. Artık güç, kuvvet, anılar, yaşanmışlıklar birer birer rafa kalkar, geçmişe eskiler arasına saklanır. Bu habercilerin haberine kulak vermek istemez insan. Eskimeyi yaşlanmayı kabullenmek istemez. Lakin istemese de can da tıpkı beden gibi, hatıralar gibi tende eskir. Ten kafesine sığamaz olur. Kendini eskilerde geçmişte mazide aratır hale gelir.
  Maziyi hatırlamak bazen iyi gelir insana. Eskiden yaşadığı tüm güzellikler çiçeklenir yeniden kalbinde. Uzun zamandır içinden çıkamadığı sorulardan sorunlardan, yoğunluktan olumsuzluklardan kurtulur bir an da olsa. Yüreğe iyi gelen bu küçük mutluluklar için eski olan her şeye bakmak yeterlidir. Kimi zaman gözlerde nemli yürekte hüzünlü bir hal yaşatsa da, eskiler güzeldir. Anlam doludur, hatıra doludur... Gelecek için umut olur eskimiş yüreklere...

Muhabbetle
Hanife Mert

2 Ekim 2018 Salı

Cehennem Sevgisiz Yüreklerde Yaşanır



Yaşadığımız dünyada insanlığın en çok ihtiyaç duyduğu şeydir sevgi. Zira insanın mayası, ruhunun gıdasıdır. İnsan olduğunu hissettiren, hayatına anlam katan bir duygudur. Sevgi özünde güven, saygı, şefkat, merhamet gibi insanı insan yapan erdemleri barındırır. Böyle olmasına rağmen,  yüreklerden  sözcüklere inmiştir... Anlam değişikliğine uğramıştır...
  

   Sevgiyi yüreğinde hissedemeyen insanlar, sevginin özünü oluşturan güzelliklerden uzak kalmış demektir. Sevgisiz insanlar yüreklerinde yalnızlık, değersizlik, kin, nefret ve kıskançlık duygularının kıskacında bocalar dururlar. Böyle insanların hata yapma eğilimi yüksektir.

  Ruhun gıdasıdır sevgi. Nasıl ki yeterli beslenemeyen, midesini aç bırakan bir insanın vücudunda bir süre  sonra biyolojik olarak bir takım hastalıkların oluşması kaçınılmaz ise, ruhu sevgi ile beslenememiş aç bırakılmış bir insanda da ruhen bir takım hastalıkların oluşması kaçınılmazdır.

    Böyle bir durumda Dostoyevski'nin "Cehennem insan yüreğindeki sevginin bittiği yerdir”sözünde ifade ettiği sevgisiz insan modeli çıkar ortaya. Böyle insanların çokluğu savaşların ,haksız yere ölümlerin,tacizlerin tecavüzlerin, adaletsizliğin, haksızlığın, açlığın, sefaletin yoğun yaşandığı bir dünyaya ortam hazırlar. Ülkemizde de yaşanan kadın çocuk cinayetlerinin, tacizlerin, tecavüzlerin,   hayvanlara yapılan insanlık dışı zulümlerin çirkinliklerin temel sebebi sevgisizlik olsa gerek. İlginçtir ki, sevgisizlik suçunu işleyenlere; "pişman mısın? " diye sorulduğunda, pişman olmadıklarını söylerler. Çünkü bu durumda vicdan, merhamet, hoşgörü, sevgi, saygı duyguları devre dışı kalmıştır. Böyle insanların olduğu yerlerde hayat diğer insanlar için çekilmez bir hal alır. Kendilerini güvende hissedemezler. Kaldı ki, bu insanların ne zaman, nerede, ne yapacakları önceden tespit edilemez.

   Sevgisizlikten kaynaklanan olayların önüne geçebilmek için, artık insanlara sevgiyi öğretmek elzem bir ihtiyaç haline gelmiştir. Tıpkı Erich Fromm’un  Sevme Sanatı isimli kitabında ifade ettiği gibi, "doktorluğu,mühendisliği,öğretmenliği, marangozluğu öğrendiğimiz bunlara emek ve zaman verdiğimiz gibi sevme sanatını da öğrenebilmemiz gerekmektedir.


  Sevgimizi ve onun özünde barındırdığı güzellikleri yaşamalı, göstermeli ve bu yaşantımız başkalarına da referans olmalı. Bu sayede İnsanlığın hak ettiği barış, kardeşlik ve adil bir düzenin hüküm sürdüğü bir dünyada rahat, huzur ve refah içinde yaşayanların çok olduğu bir düzen kurulabilsin...
Muhabbetle
Hanife Mert

20 Ağustos 2018 Pazartesi

Kutlu Olsun Kurban Bayramınız


Klışeleşmiş bir söz vardır, hani hepimizin geçmişe olan özlemini ifade etmek için kullanırız. ”Nerede o eski bayramlar” cümlesi ile başlayan; her birimizin hayalinde farklı anıları çağrıştıran bir söz. Biz bu özlemi dile getirirken, hiç birimiz eski bayramları bayram yapan o dönemlerde yaşayan insanımızın kültürel, milli ve manevi değerlere olan bağlığını sorgulamayız. 

Elbette eski bayramlar çok güzeldi, çok heyecan vericiydi. Bayramdan bayrama alınan bayramlık elbiselerimizi başucumuzda saklar, heyecanla sabahın olmasını beklerdik. 
Annelerimizin babalarımızın gözünde hissederdik o heyecanı o telaşı... 

Özellikle arefe günlerinde kıyasıya bir hazırlık yapılırdı. Onların heyecanı telaşı herkese her yere yansırdı. Çünkü o güzel insanların güzel düşünceleri ve güzel zihniyetleri ile güzelleşirdi eski bayramlar... İnsanların düşünce ve hayat felsefeleri değiştikçe bayramların da ifade ettiği anlam değişime uğradı.
Bayramları bayram yapan örf ve adetlerimiz, aile sevgi ve bağlılığımız, konu komşu düşüncelerimiz ve en önemlisi dini emirleri göz ardı etmememiz iken şimdi her şeye bir cevap bularak geçiştiriyoruz. Kurban kesmeyi hayvan eziyeti olarak görmek yada derin dondurucuları etle doldurup 6 ay o eti yemek marifetmiş gibi, el öpme yerine mutat cep mesajlarından atma, cafelerde oturma, tatile kaçma olarak algılıyoruz. 

Her şeyi unuttuğumuz gibi bayram keyfini, sıcaklığını, samimiyetini, ruhani değerlerini unutup, geleceğe aktarmayı ihmal edip sonrada ''nerde o eski bayramlar'' diye yakınıyoruz. Kabahat kimde hızla koşan zamanda mı, o koşan zamanı yakalayacağım derken eldeki kuşu uçuran bizde mi?
Dileğim odur ki; her şeye rağmen bayramlarımızın özlemini çektiğimiz eski bayramların tadında, sevincinde yaşanması, küsleri barıştıran, insanları kaynaştıran, açları doyuran, savaşları sonlandıran, çocukları sevindiren, ülkeme, milletime tüm İslam ve insanlık alemine barış, sevgi, saygı, kardeşlik, güven, adalet, huzur ve mutluluğu hakim kılan bir dünyada bayramı yaşamak...


Bayramlarınız bayram tadında geçsin...


Muhabbetle
Hanife Mert                                                                         

YENİ KİTABIM YOLCULUK ÇIKTI!

Uzun bir aradan sonra merhaba diyerek yeni döneme başlamak istiyorum. Bir süredir bloğumdan ve   değerli blog arkadaşlarımdan uzak kaldım. S...