20 Ağustos 2018 Pazartesi

Kutlu Olsun Kurban Bayramınız


Klışeleşmiş bir söz vardır, hani hepimizin geçmişe olan özlemini ifade etmek için kullanırız. ”Nerede o eski bayramlar” cümlesi ile başlayan; her birimizin hayalinde farklı anıları çağrıştıran bir söz. Biz bu özlemi dile getirirken, hiç birimiz eski bayramları bayram yapan o dönemlerde yaşayan insanımızın kültürel, milli ve manevi değerlere olan bağlığını sorgulamayız. 

Elbette eski bayramlar çok güzeldi, çok heyecan vericiydi. Bayramdan bayrama alınan bayramlık elbiselerimizi başucumuzda saklar, heyecanla sabahın olmasını beklerdik. 
Annelerimizin babalarımızın gözünde hissederdik o heyecanı o telaşı... 

Özellikle arefe günlerinde kıyasıya bir hazırlık yapılırdı. Onların heyecanı telaşı herkese her yere yansırdı. Çünkü o güzel insanların güzel düşünceleri ve güzel zihniyetleri ile güzelleşirdi eski bayramlar... İnsanların düşünce ve hayat felsefeleri değiştikçe bayramların da ifade ettiği anlam değişime uğradı.
Bayramları bayram yapan örf ve adetlerimiz, aile sevgi ve bağlılığımız, konu komşu düşüncelerimiz ve en önemlisi dini emirleri göz ardı etmememiz iken şimdi her şeye bir cevap bularak geçiştiriyoruz. Kurban kesmeyi hayvan eziyeti olarak görmek yada derin dondurucuları etle doldurup 6 ay o eti yemek marifetmiş gibi, el öpme yerine mutat cep mesajlarından atma, cafelerde oturma, tatile kaçma olarak algılıyoruz. 

Her şeyi unuttuğumuz gibi bayram keyfini, sıcaklığını, samimiyetini, ruhani değerlerini unutup, geleceğe aktarmayı ihmal edip sonrada ''nerde o eski bayramlar'' diye yakınıyoruz. Kabahat kimde hızla koşan zamanda mı, o koşan zamanı yakalayacağım derken eldeki kuşu uçuran bizde mi?
Dileğim odur ki; her şeye rağmen bayramlarımızın özlemini çektiğimiz eski bayramların tadında, sevincinde yaşanması, küsleri barıştıran, insanları kaynaştıran, açları doyuran, savaşları sonlandıran, çocukları sevindiren, ülkeme, milletime tüm İslam ve insanlık alemine barış, sevgi, saygı, kardeşlik, güven, adalet, huzur ve mutluluğu hakim kılan bir dünyada bayramı yaşamak...


Bayramlarınız bayram tadında geçsin...


Muhabbetle
Hanife Mert                                                                         

20 Mayıs 2018 Pazar

DOKSANLARA DOKUNDUM

Önce derin bir iç geçirir, sonra da "hey gidi günler hey!" deriz dünü anlatırken. Dudak kıvrımlarımıza  yarı tebessüm yerleşir, nemleniverir gözlerimiz, dalar gider uzaklara. Yüreğimize de hüzün çöküvermiştir. Sonra pişmanlıklar, keşkeler sarıverir zihnimizi  bir sarmaşık gibi. Hayıflanırız kendi kendimize, elinden oyuncağı alınmış bir çocuk edasıyla... Ne yazık ki artık  dün  geçmiş ve yerini bugüne bırakmıştır. Dün ister bir gün, isterse bir, on, yirmi... yıl olsun geçmiş ve gitmiştir. Giderken de yürekte, zihinde ve gözlerde imzasını bırakmıştır.

 Her bitiş yeni başlangıçlara gebedir. Bitişler hüzünlendirse de başlangıçlar umut ve sevinci müjdeler... Yeniler umutlandırır beni, umutlarım sevinci ve mücadele gücümü arttırır... Zira karanlık korkutur, aydınlık ise huzur verir bana...

  1990 yılı ve sonrası, ülkemin üzerine bir balyoz gibi inen 12 Eylül 1980 karanlığı son bulmuş, aydınlanma çabalarının sonuç vermeye başladığı, ancak izlerinin tamamen silinmediği bir dönemdir. Umutlu ancak temkinli bir ilerleyişti...
  
Yıllar geçtikçe zaman değişiyordu. Buna bağlı olarak insanların ihtiyaçları, beklentileri, düşünceleri, istekleri, öncelikleri değişmeye başladı. Bu değişim onun hayat felsefesini ve yaşam biçimini de etkiliyordu.  Dolayısıyla  bu etki  toplumun sosyo- kültür ve sosyo- ekonomik yapısı  üzerinde yavaş yavaş hissediliyordu...

 Bir dönemin kapandığı ve  yeni bir döneme merhaba dediğimiz bir yıldır 1990 yılı...
  
 Sevginin, saygının, samimiyetin, vefanın, hatırın, gönül almanın önemini yitirmediği bir dönemdi 90'lar. Yardımlaşmanın, komşuluk, arkadaşlık ilişkilerinin  saflığını ve samimiyetini bozmadığı, büyüklerin sayılıp, küçüklerin sevildiği dönemdi. "Önce  selam eder ellerinizden öperim" diye başladığımız ve cevabını heyecanla beklediğimiz mektuplarımızın, özenle seçip, büyük bir özlemle uzaktaki akrabalarımıza, arkadaşlarımıza gönderdiğimiz  bayram ve yılbaşı tebrik kartlarının olduğu bir dönemdi. Telefon kulübelerinden jetonla, sonra kartla ve tuşlu telefonlarla sevgimizi, özlemimizi ilettiğimiz, yüreğimizdeki yangına su serpiştirdiğimiz dönemdi...

90'ların sonlarına doğru el telsizini andıran cep  telefonlarıyla tanıştığımız, herkesin birbirine caka sattığı dönemdi. " O aldıysa ben neden almayayım" rekabetinin yapıldığı dönemdi... Japonların görüntülü telefon ürettiğini duyup da "hadi canım, daha neler" dediğimiz dönemdi 90'lar... Gazetelerin satış tirajını arttırmak için kuponla bir kısmının ansiklopedi, kitap, yabancı dil eğitim seti verirken, bazı gazetelerin ise tencere, tava, tabak, çanak, bardak gibi mutfak eşyasını verdiği dönemdi.
Ansiklopedi, kitap, yabancı dil eğitim setini kabul etmek mümkünken, tencere tavanın veriliş sebebinin tüketimi arttırmak, insanları tüketmeye teşvik etmek  adına yapılmış bir eylem olduğunu düşünmeden edemiyorum... Bu konudaki yorumu okuyucuya bırakıyorum...

Merdaneli çamaşır makinelerinin yerini otomatik çamaşır makinelerin aldığı, renkli televizyonların TRT 1-2-3  kanallarının dışında Star, Star1 gibi özel televizyon kanallarının hayatımıza girmeye başladığı dönemdi...

Aile bireylerini bir araya toplayan ilgi odağımız haline gelen  "Yalan Rüzgarı, Rosalinda gibi pembe dizilerin hayranı olduğumuz, "Kara Şimşek", "Alf" gibi daha pek çok yabancı dizilerle; soluksuz izlediğimiz "Bizimkiler", Süper Baba", "İkinci  Bahar" gibi bizi esir alan Türk dizilerinin kaçırılmadığı bir dönemdi. Aslında bu diziler bizi bir araya toplarken özümüzde yalnızlaştırıyor muydu? Belki de o dönemlerde temeli atıldı bu günkü yalnızlığımızın, kim bilir...
Salonun ortasına kurulan ve gürül gürül yanarak iliklerimze kadar ısıtan, üzerinde kestane pişirdiğimz, ekmek kızarttığımız, çayımızı demlediğimiz büyük kuzuneli sobaların yerine, gaz sobası, katalitik, elektirik sobası gibi yandığında sadece kendi çevresini bile zor ısıtan sobalarla tanıştığımız dönemdi... Evlerimizin en fazla iki, üç, dört katlı olduğu, çok katlı devasa binaların olabileceğini hayal bile edemediğimiz bir dönemdi... Arnavut kaldırımı sokaklarımızın, asfalt yolla değiştirildiği dönemdi. Bakkalların işlevlerini yavaş yavaş market, süper market, hiper marketlerin aldığı dönemdi 90'lar.

Dershanesiz sınavların kazanıldığı, Milli Eğitim Sistemimizin şimdiki gibi yap boz tahtasına çevrilmediği, siyasetin, ekonominin takibinin seçilmiş hükümetlere, vekillere, bıraktığımız dönemdi.

  Davranışlarımızın özel hafiyesi evde, sokakta, gezmede, okulda ve işte hareketlerimizi adım adım izleyen, her yanlışımızda içimize korkular salan "el alem ne der?"  endişesinin etkili olduğu, özgürlüğümüzün mahalle sakinleri eliyle kısıtlandığı bir dönemdi 90'lar. O zamanlarda bize olmadık zulüm yaşatan o "el alem" el mi değiştirdi? Şimdilerde görmek pek mümkün değil de... 
Dini bayramlarda büyüklerin ziyaret edildiği ellerinin öpüldüğü, evlerimizin ziyaretçi akınına uğradığı bir dönemdi 90'lar...

İçimize yavaş yavaş girmesine rağmen hızla adapte olduğumuz değişim rüzgarı bizi tüketime doğru itiyordu hiç fark ettirmeden. Rahatı sevdik, konforu sevdik, üretmeden tüketmeyi çok sevdik. Bu uğurda bizi biz yapan bir çok değeri kurban etmekten çekinmedik. Bu gün her birimiz onca kalabalıklar içinde yapayalnız gezen, en yakınından bile haberi olmayan fertler haline gelişimiz, bu kurban ettiğimiz değerlerin bir sonucu olsa gerek...

 Muhabbetle,
Hanife Mert

17 Mart 2018 Cumartesi

Çanakkale Zaferi

      
      “Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı
       Düşün altında binlerce kefensiz yatanı...”

Bastığımız bu topraklar ki, birçok destana, zorlu mücadelelere şahitlik etmiştir. Bu topraklar ki her metre karesi aziz şehitlerimizin kanıyla sulanmış, yüz binlerce vatansevere mezar olmuştur. Bu topraklar ki yedi düvele meydan okumuş halkımızın mertliği, yiğitliği, hak ve adaleti, sabrı, insani duyguları ile harmanlanmış kutsal topraklardır. Bu topraklar ki insan olmanın, zor şartlarda top yekün mücadelenin, insanlık derslerinin örneklerinin verildiği topraklardır.

Aşağıdaki örnek sadece bir tanesidir;

Çanakkale Savaşlarında savaşıp, bir kolu ile bir ayağını kaybeden Fransız Generali Bridges, yurduna döndükten sonra anlattığı bir savaş hatırasında şöyle diyor: "Fransızlar, Türkler gibi mert bir milletle savaştıkları için daima iftihar edebilirsiniz.Hiç unutmam. Savaş sahasında dövüş bitmişti.Yaralı ve ölülerin arasında dolaşıyorduk az evvel, Türk ve Fransız askerleri süngü süngüye gelip ağır zaiyat vermişlerdi. Bu sırada gördüğüm bir hadiseyi ömrüm boyunca unutamayacağım.Yerde bir Fransız askeri yatıyor, bir Türk askeride kendi gömleğini yırtmış onun yaralarını sarıyor, kanlarını temizliyordu.Tercüman vasıtası ile şöyle bir konuşma yaptık:

- Niçin öldürmek istediğin askere yardım ediyorsun? Mecalsiz haldeki Türk askeri şu karşılığı verdi:
-"Bu Fransız yaralanınca cebinden yaşlı bir kadın resmi çıkardı.Bir şeyler söyledi, anlamadım ama herhalde annesi olacaktı. Benim ise kimsem yok. İstedim ki, o kurtulsun, anasının yanına dönsün".
Bu asil ve alicenap duygu karşısında hüngür hüngür ağlamaya başladım. Bu sırada, emir subayım Türk askerinin yakasını açtı. O anda gördüğüm manzaradan yanaklarımdan sızan yaşlarımı dondurduğunu hissettim.Çünkü, Türk askerinin göğsünde bizim askerinkinden çok ağır bir süngü yarası vardı ve bu yaraya bir tutam ot tıkamıştı.Az sonra ikisi de öldüler..."

Fransız Generali BRIDGES

Çanakkale Savaşları komutanı.

Çanakkale zaferi; çelikleşmiş bir millet iradesinin, vatan, millet, bayrak aşkının, geleceğe olan güvenin, hürriyet sevdasının, Mustafa Kemal Paşanın önderliğinde eriyle, komutanıyla, genciyle, yaşlısıyla, kadınıyla, kızıyla top yekün olarak yazdığı şanlı bir yeniden dirilişin destanıdır. Türk milletinin bir diriliş mücadelesidir!

Bu destan artık ömrünü tamamlamış bir çınardan yeni ve güçlü bir filizin doğmasıyla sonuçlanmıştır.

Yüz binlerin kanıyla vatan yapılan bu topraklarda,Türk ve dünya tarihinde benzersiz bir deniz ve kara savaşlarının yapıldığı yerdir Çanakkale. Hepsinden önemlisi, bir milletin kutsal saydığı değerler ve vatan toprağını savunmada gösterdiği eşsiz bir kahramanlık mücadelesidir.

Her karesi buram buram kahramanlık, mertlik, insanlık, vefa kokan Çanakkale Zaferinin milletimiz için ne anlam ifade ettiği,vatan, bayrak, devlet sevgisinin ve bağımsızlığın önemi iyi idrak edilmeli. Çanakkale ruhu yeniden canlandırılmalı gençlerimize ve bu ruhtan bihaber insanlarımıza iyi anlatılmalı...

. Destanlar yazarak zafer kazanan Cennet vatanımız ve kutsal değerlerimiz uğruna canlarını feda eden, Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını, aziz şehitlerimizi rahmetle, minnetle ve saygıyla anıyoruz. Ruhları şad olsun.



Muhabbetle,

Hanife Mert

19 Şubat 2018 Pazartesi

12. Ankara Kitap Fuarında İmza Gününün Ardından



Sayılı gün çabuk gelirmiş, geldi de.. Bloğumdan, facebook hesabımdan,instagram ve twetter gibi sosyal medya hesaplarımdan duyurusunu yaptığım 12. Ankara Kitap Fuarında imza günümü yaptım. Çok yorucu olmasına rağmen bir o kadar da keyif verici mutlu edici bir gün geçirdim. İmza günüm 16 Şubat Cuma günüydü. Eşim beni Ankara'da okuyan kızımla birlikte perşembeyi cumaya bağlayan gece  saat 3.30 da Mersin Forumun önünden Havaşa bindidirdi.. Çünkü uçağımız Adana Şakir Paşa Hava alanından 7.30 da kalkacaktı. Uçağa yetiştik. 8.30 da Ankara Esenboğa Hava alanına indik. Havaşla Kızılaya oradan taksiyle fuarın yapıldığı ATO Congresiuma geldim. Başkent Edebiyat Sanat ve Kültür Derneği standında bana ayrılan bölüme Düş Batımı ve Bakış Acısı  kitaplarımı dizdim ve beklemeye
başladım. Beklerken de Derneğin yöneticileri Özcan Kartal Bey, İnayet Millidere Hanım ve birlikte imza günü yaptığımız  şair Gülay Göktürk Hanımla sohbet ettik. Onun da "Bir Annenin Çilesi, Kadının Adı Yar ve Ahde Vefa" gibi çok duygulu şiir kitapları vardı.

 Biz sohbete dalmışken gözüm karşıdan gelene takılıverdi. Aaa bu Müjde dedim ve ayağa kalktım. Müjde bucurukveben.blogspot.com.tr yazarı, elinde çiçek demetiyle bana doğru geliyordu. Orada birbirimize sarılıp yılların hasretini giderdik. Müjde'yle telefonda, facebook sohbet köşesinde ve bloglarımızda paylaştığımız yazılara yaptığımız
yorumlarla birbirimizi iyi tanımış çok sevmiştik. Bazen fikir ayrılığına düşsek bile bu durum sevgimizi dostluğumuzu hiç etkilemedi... Saygı çerçevesinde dostluğumuzu bugünlere kadar taşıdık. Dilerim bundan sonra da aynı şekilde devam eder...

Müjde;" beni yemeğe götürmek istediğini" söyledi. Onu kıramadım birlikte kafeteryaya indik. Sohbet ve çay eşliğinde yemeğimizi yedik. Gelen olur düşüncesiyle sohbeti yarıda kestik ve tekrar standa döndük. Döndüğümde Milliyet Blog arkadaşlarımdan Refik Başdere Bey kitabı almış biraz beklemiş, gecikeceğimi düşünerek gidiyormuş ki, yakaladık. Kitabını imzaladım, ayak üstü mini bir sohbetin ardından Müjde'yi ve Refik Beyi uğurladım.

İmza günüm umduğumdan keyifli ve bir o kadar da huzurlu geçti. Stand bir ara boş kalmıştı ki, cep telefonuma gelen mesaj beni mutlu etmişti. Yine (http://nurmer.blogspot.com.tr/ ÇINAR isimli  arkadaşım beni bulamadığını yazmış, ben de ona yerimi tarif ettim. Kısa sürede buldu ve yanıma geldi. Birlikte uzunca keyifli bir sohbet ettik...

 İmza günüm akşam saat 20:00'de sona erdi. Uykusuzluk ve yorgunluk olsa da yaşadığım güzellikler enerjimi etkilemedi. Ankara çok güzel, çok beğendim. Ancak ulaşım beni çok yordu. Kendi kendime burada yaşamak bir çile, dedim. Çünkü Mersin'de istediğim yere tek dolmuşla ulaşabiliyorum.  Otobüs, metro, ankaray ve sonrasında havaşa binebildik. Saat 15:00'da hava alanına geldik. Kızım beni bırakıp gitti. Ben işlemlerimi yaptırıp bekleme salonunda kapının açılmasını beklemeye başladım.




Sırada Antep uçağı yolcuları vardı. Onlar kontrollerini yaptırıp geçtikten sonra kapılar kapandı. Ardan 5-10 dakika geçmişti ki, iki tane bey geldi. Ellerinde çantaları, oradaki görevliye "geç kaldıklarını kendilerini içeri almalarını" istedi. Görevli " uçağın kapılarının kapandığını onları içeri almanın mümkün olamayacağını" söylediğinde; orta boylu, şişmanca, esmer, lacivert takım elbiseli bey bağırmaya başladı." Sen beni içeri almak zorundasın. Ara kimi arıyacaksan  beni içeri alsın, ben bugün bu uçağa binmek zorundayım" dedi. Görevli aynı sakinliğini muhafaza ederek;" yapamam beyefendi, sizi içeri alamam" dedi. Bu defa adam iyice hiddetlendi görevlinin üzerine doğru yürüdü;" sen benim kim olduğumu biliyor musun?" diye bağırmaya başladı. Görevli; " bilmiyorum" dedi. Adam; "ben belediye başkanıyım. Ara ve telefonu bana ver, sen bana yardımcı olmuyorsun" diye tekrar bağırdı. Görevli  aynı sakinlikle"uçuşunuzu diğer sefere aktarabilirim ancak"dedi. Adam bunu da kabul etmedi. Görevliye küfür ederek oradan uzaklaştı...

Adamın arkasından uzun uzun düşündüm. Sen bir başkan, bakan, başbakan, cumhurbaşkanı, kral padişah... olabilirsin, insan olmadıktan sonra neye yarar?.. Sana hasbel kader verilmiş bu ünvanın misyonun gereğini, bir başkasını aşağılayarak, onu rencide ederek gösteriyorsan neye yarar ki? Bu zihniyette olanlar  şunu hiç bir zaman idrak edemiyorlar; kendilerine bu misyonu aslında bu insanlar yükledi...  Üstlendiği makama o küçük gördüğü maraba gibi gördüğü bu halk getirdi. Öncelik, saygı ve sevgi halkındır. Ama bizim yöneticilerimiz bilgiden görgüden uzak oldukları için,  başkan olmaktan anladıkları; asarım, keserim, döverim, kızarım mantığından görgüsüzlüğünden kendilerini alamıyorlar maalesef...

Yazımı  Hz. Ömer'in "Kişiliğini makamdan alanlar, makamları gidince kişiliksiz kalırlar" sözüyle bitirmek istiyorum... Yine rahmetli Yaşar Hocamın " makamın şereflendirdiği değil, makamı şereflendiren ol" sözü de bu kişilere iyi bir referans olmalı...

Sevgi ve muhabbetle

Hanife Mert

9 Şubat 2018 Cuma

ANKARA KİTAP FUARI/ İMZA GÜNÜ


16 Şubat 2018 Cuma günü 12. Ankara Kitap Fuarı kapsamında, ATO CONGRESIUM Asma kat C-3 Başkent Edebiyatı Derneği standında Bakış Acısı ve Düş Batımı isimli kitaplarımı imzalayacağım.
Ankara'da bulunan ve müsait olan tüm blog dostlarımı, kitap severleri imza günüme bekliyorum. İmza günü saat 10:00 da başlıyor akşam saat 20:00 da sona eriyor. Son dönemlerde Bakış Acısı kitabımın yeni çıkmış olması, onun tanıtım  organizasyonları ve kitap fuarı gibi nedenlerden dolayı  bloğumu ve siz değerli dostlarımı ihmal ettiğimin farkındayım. Bu durumu fırsat bilip arzu eden blog dostlarımı Ankara'da görmek ve tanışmak beni son derece mutlu eder.

İmza Günü bahane tanışmak ve sohbet etmek şahane...

Sağlıcakla, mutlu kalın.

Hanife Mert

10 Ocak 2018 Çarşamba

BU FIRSAT KAÇMAZ!!!




Hem Düş Batımı hem de Bakış Acısı isimli kitaplarımın yayımlanıp okurlarımla buluşmasını sağlayan Gece Kitaplığı Yayınevi ülkemizde kitap okuma alışkanlığının düşüklüğünü de dikkate alarak bir kampanya başlatmış. 

Bu kampanyada benim kitaplarım ve Toygar Yılmaz'ın Seni Ben Büyüttüm Unutma isimli kitabıyla birlikte 30,00 tl'den (Otuz) satıyor. kitapçıya gitmeden, internetten adresle kredi kartıyla uğraşmadan, whatsApptan sipariş veriyorsunuz, hatta kargo bedeli bile ödemeden bu muhteşem kitaplara sahip oluyorsunuz...
Ben de siz değerli blog dostlarımı bu kampanyadan haberdar etmek istedim.


Daha ne olsun!!! Muhteşem bir kampanya...:) Oturduğunuz yerden sipariş veriyorsunuz, kitaplar evinize kadar geliyor, hem de kargo bedava... Yayınevimi bu  davranışından dolayı kutluyorum



Muhabbetle,

Hanife Mert

6 Ocak 2018 Cumartesi

Dünyayı Sevgi Kurtaracak

"Yaşadığın yeri, cennet yapamadığın müddetçe, kaçtığın her yer cehennemdir."

Yaşadığı yeri güzelleştirmek için yaratılan insan, var oluşundan beri kendini hep bir mücadelenin içinde bulmuştur. Bu mücadele; yaşanılan yere, zamana ve gelişen şartlara göre değişiklik gösterse de çoğu zaman güç savaşına dönüşmüştür. 

Yaratılışı aynı olmasına rağmen kendinden daha zayıf, daha farklı olanı ezerek, ötekileştirerek, onun varlığını yok etme pahasına, kendi varlığını ortaya koyma savaşını yapmaktadır. 

Herkesçe bilindiği üzere dünyada rahat yok. Ortalık yangın yerine döndürülmüştür. Her yerden kan, irin, kin, nefret, zulümler fışkırmaktadır. Nehirlerden su yerine kan akmaktadır. Sabi sübyan ne olduğunu anlamadan, dünyayı tanımadan, hayatı anlamadan katledilmekte... İşkenceler, tacizler, tecavüzler, haksızlıklar, hukuksuzluklar, saygısızlıklar, sevgisizlik, güvensizlik sonucunda; karamsarlık, umutsuzluk ve korku sarmış bedenleri... Açlık, sefalet, ihanet, vicdansızlık karartmış yürekleri. 

Sebep gücü kaybetmeme, tekelinde bulundurma çabasında olanların dünya ve insanlık üzerindeki etkileri... Düzeltmek için parmağını dahi kıpırdatmayanlar yüzünden dünya cehenneme çevrilmiş durumda...

"Okuyun, okuyun çünkü mürekkebin akmadığı yerden, kan akıyor" diyor şair. Hal böyle iken, ben/ biz ne yapabiliriz? demeden eli kalem tutan, fikir üreten her fert dili döndüğünce, bilgisi yettiğince elinden geleni yapmalı. Sait Faik Abasıyanık'ın "dünyayı güzellik kurtaracak, bir insanı sevmekle başlayacak herşey" sözünde ifade ettiği gibi, güzelleştirelim etrafımızı... Unutmayalım ki, insan düzelirse dünya düzelir... 

Toplumları bir kurt gibi kemirip yok etmeyi hedefleyen cehaletin panzehiri olan eğitimin  kalitesinin yükseltilmesi, bilim ve aydınlanmanın ışığında çağdaş seviyeye çıkarılması ile istenen hedefe ulaşılması sağlanılmalı. Bataklıklar kurutulmalı...

Bu anlayış çerçevesinde insanın kendini tanıması, bilimin ışığında eğitmesi, çağdaş bir birey haline getirmesi etkili bir yöntem olmakla birlikte; hayatımıza anlam katan varlığımızın sebebi olan sevginin yüreklerde filizlenmesi, ruhun manevi anlamda doyuma ulaştırılması kısaca sevginin yaygınlaştırılması bir çok sorunun önüne geçecektir. Dünyayı sevgi kurtaracak, insanı ve yaratılanı sevmekle başlayacak herşey. 

Sevginin hakim olduğu, insanlar arasında güvenin sağlandığı, vicdanların rahat ve huzurlu olduğu, tüm kötülüklerin yok olduğu bir dünyada yaşamak dileğiyle...

Muhabbetle
Hanife Mert

YENİ KİTABIM YOLCULUK ÇIKTI!

Uzun bir aradan sonra merhaba diyerek yeni döneme başlamak istiyorum. Bir süredir bloğumdan ve   değerli blog arkadaşlarımdan uzak kaldım. S...