8 Kasım 2017 Çarşamba

BAKIŞ ACISI KİTABIMDAN ALINTI




Hanife Mert - Bakış Acısı 👉 http://bit.ly/2h0d8nS

İnsan yarın ne yaşayacağını, başına ne geleceğini, onu bekleyen sürprizleri önceden kestiremiyordu. Tıpkı sonbaharda şiddetli yağan yağmurun, esen rüzgârın doğa üzerindeki yok edici etkisi gibi. Oysa bir müddet sonra ilkbaharda her şey yeniden hayat bulacak ve doğa tekrar canlanacaktı.

Ya bizim hayatımız?


Temelden sarsılan bu insanlar doğa gibi bir müddet sonra düzene girip tekrar can bulacak mıydı? Bunu zaman gösterecekti.

Sevgiyle kalın...

-Hanife Mert-

Tanıtım Bülteninden


Kitabımla ilgili merak edip öğrenmek istediğiniz herşeyi sormanız halinde mutlaka cevap alabileceksiniz...



Sevgi ve muhabbetle,

Hanife Mert

26 Ekim 2017 Perşembe

Blog dostlarıma duyurumdur


Sevgili dostlar;

Bakış Acısı isimli kitabımdan, sizler için hazırladığım alıntıları, kitabımla ilgili fikir sahibi olmanız açısından ara ara bloğumda paylaşacağım.
Ayrıca kitabımı D&R, kitap yurdu, idefix, sözcü kitap, oda kitap, babil kitap gibi internet kitap satış mağazalarıyla, tüm D&R kitap marketlerde sipariş üzerine temin edebilirsiniz. Desteğiniz için şimdiden teşekkür ediyor, keyifli okumalar diliyorum.


Sevgi ve muhabbetle
Hanife Mert

21 Ekim 2017 Cumartesi

BAKIŞ ACISI KİTABIM ÇIKTI!!


Sabreden derviş muradına erermiş. Öyle derler bizim oralarda. Aslına bakarsanız sabır öyle sanıldığı kadar kolay bir eylem değildir, sonunda murada ermek olsa da... Gelmesini çok istediğiniz biri, olmasını istediğiniz bir iş, almak istediğiniz bir haberi beklemek sancılı bir süreçtir. İçinizi sıkan, umudunuzu kıran, karamsarlaştıran bir zaman dilimi. Bir süre sonra alınan güzel bir haber ya da kavuşma, beklenen istenen şeyin gerçekleşmesi sonucunda çekilen acılar biranda son buluverir. Sanki o sıkıntıları acıları hiç yaşamamış gibi olur insan...
Ben de Düş Batımı kitabımın yayımlanmasının ardından, mart 2015 de yazmaya başladığım Bakış Acısı isimli kitabımı Ağustos 2017 tarihinde bitirdim. 5 Eylül 2017 de Yayın eviyle sözleşmeyi imzalayarak basım aşamasına geçildi. 19 Ekim 2017 günü basımı tamamlandı.

Sevgili Makbule hocamın sosyal medya hesabından kitabım için yazdığı yorumda; " yeni bir kitap yeni bir doğum gibi" sözü çok yerinde bir sözdü. Bana uzun gelen sancılı bir bekleyişin ardından, 
bebeğini kucağına almış bir anne edasıyla, kitabımı elime aldım. Bu durumdan dolayı duyduğum  sevinci heyecanı kelimelere dökmem imkansızdı. 

"Bakış Acısı" ismi, "Bakış Açısıyla" karıştırılıyordu. Oysa her ikisi de anlam bakımından birbirinden tamamen farklı ifadeler. Edebiyat, harflerle kelimelerle oynama sanatı diye okumuştum bir yerde. Ben de kitabımda kurguladığım olayları, vermeye çalıştığım mesajları en güzel şekilde dikkat çekebileceğini düşündüğüm bu ismi verdim kitabıma. "Nereden bulursun, böyle alingirli isimleri?" diyenlerin yanında güzel bulanlar da oldu. Zira herkesin bakış açısı farklı...

Bakış açısı en basit anlamıyla, bir konu hakkında, kişilerin  farklı açılardan bakması ve farklı fikirleri ortaya koymasıdır. Acı ise tamamen farklı bir eylemdir. Yaşanan olaylar kişilere göre farklılık gösterse de, insanın yüreğinde duyduğu hissettiği acının gözlerine yansıması aynıdır. Tıpkı gözyaşının renginin aynı olması gibi... Kitabımın ismini bu düşünce ile Bakış Acısı koydum.

“Düş Batımı” isimli kitabımın devamı niteliğinde olan “Bakış Acısı” toplumsal nitelikte ve hali hazırda yaşanan sorunlarımızın gündeme taşınması konusunda gelen talepler üzerine kitaplaştırılmış bir öz-romandır.


  Konusunu gerçek olaylardan ve olayları yaşayan kişilerle birebir görüşmem ve o görüşme sonucunda edindiğim bilgileri harmanlayarak kurguladığım gerçeklerden oluşmaktadır. Bu kitapla toplumun kemikleşmiş hepimizce bilinen sorunlarına farkındalık yaratmaya çalıştım. Beğeneceğinizi ve tıpkı Düş Batımı gibi okurken kendinizden bir şeyler bulacağınızı, bazı yerlerinde kendinizi roman kahramanıyla özdeşleştireceğinizi umuyorum.

Bu bağlamda Düş Batımı kitabıma gösterdiğiniz ilgiden dolayı teşekkür eder, aynı ilgiyi Bakış Acısı kitabıma da göstereceğinizi umuyor, hepimize hayırlı olmasını diliyorum.

Sevgi ve muhabbetlerimle

Hanife Mert

19 Ekim 2017 Perşembe

Cehennem sevgisiz yüreklerde yaşanır



Sevgi varlığı ile insana hayat veren özü hoş görü, şefkat, merhamet, güven, dostluk, kardeşlik, saygı gibi kaynağını Allah’tan alan yüce bir duygudur. Çünkü kâinatın yaratılış gayesi ve insanın mayasıdır sevgi. Allah insanı, dünyayı ve tüm evreni sevgi üzerine yaratmıştır.

Bu kutsal duyguyu özünde barındıran insanın hayata bakışı, olayları değerlendirmesi, insanlara ve diğer canlılara davranışı sevgiyle olacaktır. Çünkü her insan diğer insanlarla bir arada yaşamayı ve kendi yalnızlığından kurtulup, başkalarıyla birlikte olmayı ister. İnsan, kendini ve diğer insanlarla olan ilişkilerini anlayabilmek için sevme güçlerini geliştirebilmeli ve tüm canlılarla beraber sevgisini paylaşabilmelidir. Dünya ile olan ilişkisini düşünce ve sevgi üzerine kuran bir kişi kendini tüm evrenle bir olmuş gibi hisseder. Sevgiyle yaklaşır her şeye. Evrende yaşayan tek canlının kendisi olmadığını bilir, diğer canlılara yaklaşımı sevgi ile olur. Sokakta titreyen bir köpeğe merhamet edebilecek kadar, yaralı bir kediye merhem olacak kadar, aç bir kuşa yem, soğuktan titreyen bir yaşlıya ısı, kimsesiz yavrulara kimse, dalındaki çiçeği koparmaya kıyamayacak kadar şefkatli, yaratılanları Yaradan’dan ötürü sevecek kadar merhametli...

Yaşam bu insanlar için tabiri caizse dünyada cenneti yaşamaktır. Zor durumda olanların yardımına koşmak, sıkıntıda olanların sıkıntısını paylaşarak gidermek, güçsüzlere, fakirlere, çaresizlere, dertlilere çare olabilmek insanı mutlu, huzurlu hissettirir. Özünde huzuru duyabilen insan, kendisi ile barışık, pozitif bir hayat yaşayan kimsedir..Böyle insanların sayıca çok olması o toplumda acı, gözyaşı,yakmak, yıkmak yok etmek anlamına gelen ölümlerin daha asgari düzeyde yaşanması anlamına gelmektedir. Sevgimizi ve onun özünde barındırdığı güzellikleri yaşamalı, göstermeli ve bu yaşantımız başkalarına da referans olmalı.

Bu sayede İnsanlığın hak ettiği barış, kardeşlik ve adil bir düzenin hüküm sürdüğü bir dünyada rahat, huzur ve refah içinde yaşayanların çok olduğu bir düzen kurulabilsin...

Sevgiyi yüreğinde hissetmeyi başaramamış insanlar, sevginin özünü oluşturan unsurlardan uzak kalmış demektir. Böylelikle kendilerinden ve toplumdan uzaklaşarak yalnız kalmak, kendisini zayıf ve çaresiz hissederek özgüven kaybı yaşarlar. Çünkü özgüvenin en önemli unsurlarından biridir, sevgiye layık olabilmek. Kişi, kendisinin sevgiye layık olmadığı inancıyla baş edemez ve güçsüz düşer. Bu duygu ise insanı günden güne zayıflatır. Hata yapma riskini arttırır. Kin, nefret, kıskançlık, maddi tatminsizlik duygularının yoğun yaşanmasına neden olur. Toplumda işlenen suçların kaynağına inildiğinde, temelde sevgisizlik ve dolayısıyla güvensizliğin en büyük etken olduğu uzmanlar tarafından ifade edilmiştir. Çünkü bu insanlar kendi iç dünyası ile barışık olmayan, kendini değersiz hisseden ve dolayısıyla etrafında bulunan her şeyi de değersiz olarak gören insanlardır.. Yüreğinde sevgi, şefkat, merhamet duygularını yitiren insanlar, diğer insanlara ve diğer canlılara zarar vermeyi sıradan bir durum gibi görürler. Hoşgörü, sevgi ve evrensel dostluğun timsali Mevlana’ nın “;”Cehennem insan yüreğindeki sevginin bittiği yerdir”.sözünde ifade ettiği sevgisiz insan modeli çıkar ortaya. Sık sık şahit olduğumuz çirkin olaylar, örneğin bebeklere, çocuklara, yaşlılar, kadınlar gibi savunmasız insanlara, hayvanlara yapılan insanlık dışı davranışların sebebi sevgisizliktir. İlginçtir ki, sevgisizlik suçunu işleyenlere; pişman mısın? diye sorulduğunda, pişman olmadıklarını söylerler. Çünkü bu durumda vicdan, merhamet, hoşgörü, sevgi, saygı duyguları devre dışı kalmıştır. Böyle insanların olduğu yerde hayat diğer insanlar için çekilmez bir hal alır. Her an tedirgin ve korku içinde hissederler.

Günümüzde sevgisizlikten kaynaklanan olayların önüne geçebilmek için yapılması gereken önemli işlerden biri de, insanlara sevgiyi öğretmektir. Tıpkı Erich Fromm’un Sevme Sanatı isimli kitabında ifade ettiği gibi, doktorluğu, mühendisliği,öğretmenliği, maran ozluğu öğrendiğimiz bunlara emek ve zaman verdiğimiz gibi sevme sanatını da öğrenebilmemiz gerekiyor. Sevelim ki sevilebilelim. Sevilebilelim ki kendimize, insanlara, yaşama güvenebilelim. Sevgi yoksa güven, güven yoksa doyum yoktur.

Muhabbetle
Hanife Mert



17 Ekim 2017 Salı

Nerede İnsanlık?






Gökyüzünde sis var, dağlarda duman.
Beklemekten yorulduk, kalmadı derman.
Acı, ölüm, gözyaşı, kin, nefret, kan,
İnletti semayı, feryat ve figan

Nerde  kaldı"insanlığı" getiren kervan?


İnsanoğlu nefsine esir olmuş,
Gözünü hırs, kin ve nefret bürümüş
Kendinden başkasını görmez olmuş
Zalimler, zulümlerle abad olmuş

Nerde kaldı "insanlığı" getiren kervan?

Ahlak, edep, adalet hak getire,
Yalan, dolan, riya olmuş baş tacı,
Helal haram düşünmek kimin harcı?
Mazlumun yüreğine çöreklenmiş  sancı

Nerde kaldı "insanlığı"getiren kervan?

Haksız cana kıyanın sonu olur hüsran.
İnsan olan insana nasıl olur düşman?
Geç olmadan çıkmalı zulüm deryasından
Saplanıp kalmadan cehalet batağından

Nerde kaldı insanlığı getiren kervan?



Gelmedi, insanlığı getiren kervan.
Geçmeden iş işten sen var farkına!
Kime faydası var biriktirdiğin meta'ın
Kara toprak değil mi? Sonunda yatağın.



Hanife MERT

Abat: Huzura kavuşmak, bayındır, mutlu olmak demek. Zalimlerin zulüm ederek mutlu refaha kavuşması zengin olması



11 Eylül 2017 Pazartesi

Dünyayı Güzellik Kurtaracak


             
"Yaşadığın yeri, cennet yapamadığın müddetçe, kaçtığın her yer cehennemdir..."

Yaşadığı yeri güzelleştirmek için yaratılan insan, varoluşundan beri kendini hep bir mücadelenin içinde bulmuştur. Bu mücadele; yaşanılan yere, zamana ve gelişen şartlara göre değişiklik gösterse de çoğu zaman güç savaşına dönüşmüştür.

Yaratılışı aynı olmasına rağmen kendinden daha zayıf, daha farklı olanı ezerek, ötekileştirerek, onun varlığını yok etme pahasına, kendi varlığını ortaya koyma savaşını yapmaktadır.

Her ne kadar yıllar, yüzyıllar geçse ve bilim ilerlese de; atların, eşeklerin, katırların yerini arabalar, trenler, uçaklar alsa da; bilgisayar, internet icat edilse, bilgi çağına girmiş olsak da; insanların eğitim seviyeleri yükseltilip zihniyetleri değişmediği için sorunların çözümünde bir arpa boyu yol alınamamıştır. Tarih daima tekrarlanmıştır.


Hepimizce bilindiği üzere, dünyada rahat yok. Ortalık yangın yerine döndürülmüştür. Her yerden kan, irin, kin, nefret, zulümler fışkırmaktadır. Nehirlerden su yerine kan akmaktadır. Sabi sübyan ne olduğunu anlamadan, dünyayı tanımadan, hayatı anlamadan katledilmekte... İşkenceler, tacizler, tecavüzler, haksızlıklar, hukuksuzluklar, saygısızlıklar, sevgisizlik, güvensizlik sonucunda; karamsarlık, umutsuzluk ve korku sarmış bedenleri... Açlık, sefalet, ihanet, vicdansızlık karartmış yürekleri.

Sebep gücü kaybetmeme, tekelinde bulundurma çabasında olanların dünya ve insanlık üzerindeki etkileri... Düzeltmek için parmağını dahi kıpırdatmayanlar yüzünden dünya cehenneme çevrilmiş durumda...

"Okuyun, okuyun çünkü mürekkebin akmadığı yerden, kan akıyor" diyor şair. Hal böyle iken, ben/ biz ne yapabiliriz? demeden eli kalem tutan, fikir üreten her fert dili döndüğünce, bilgisi yettiğince elinden geleni yapmalı. Sait Faik Abasıyanık'ın "dünyayı güzellik kurtaracak, bir insanı sevmekle başlayacak herşey" sözünde ifade ettiği gibi, güzelleştirelim etrafımızı... Unutmayalım ki, insan düzelirse dünya düzelir...

Toplumları bir kurt gibi kemirip yok etmeyi hedefleyen cehaletin panzehiri olan eğitimin  kalitesinin yükseltilmesi, bilim ve aydınlanmanın ışığında çağdaş seviyeye çıkarılması ile istenen hedefe ulaşılması sağlanılmalı. Bataklıklar kurutulmalı...

Bu anlayış çerçevesinde insanın kendini tanıması, yaratılış gayesine uygun bir yaşam seçmesi toplumsal sorunlarımızın çözülmesinde etkili ve öncelikli görevi olmalıdır...


Muhabbetle
Hanife Mert

31 Ağustos 2017 Perşembe

Kurban Bayramınız Kutlu Olsun...




Bayramlar bireylerin toplum olarak bir arada yaşamasına olanak sağlayan, onlara paylaşmayı, yardımlaşmayı, saygı duymayı, sevmeyi, şefkat ve merhametli olmayı sağlayan manevi harçlarımızdır. Bu harcı her yıl bir üst seviyeye çıkarmamız gerekirken, çıkarmak şöyle dursun onları her defasında gözardı etmekten çekinmedik. Bayramları bayram tadında yaşamaktan uzaklaştık.

 Bayramlaşmak tek kişiyle yapılacak bir eylem değildir. Birbirimizle, her birimizle ayrı ayrı bayramlaşarak, onun hazzını yaşayarak gerçekleştirilecek bir ibadettir. Bizler bu paylaşımdan tamamen uzak kendi halimizde kendi derdimizde telaşımızda etrafımızdan uzak yapayalnız kaldık.

  Klışeleşmiş bir söz vardır, hani hepimizin geçmişe olan özlemini ifade etmek için kullanırız. ”Nerede o eski bayramlar” cümlesi ile başlayan; her birimizin hayalinde farklı anıları çağrıştıran bir söz. Biz bu özlemi dile getirirken, hiç birimiz eski bayramları bayram yapan o dönemlerde yaşayan insanımızın kültürel, milli ve manevi değerlere olan bağlığını sorgulamayız. 

Elbette eski bayramlar çok güzeldi, çok heyecan vericiydi. Bayramdan bayrama alınan bayramlık elbiselerimizi başucumuzda saklar, heyecanla sabahın olmasını beklerdik. 
Annelerimizin babalarımızın gözünde hissederdik o heyecanı o telaşı... 

Özellikle arefe günlerinde kıyasıya bir hazırlık yapılırdı. Onların heyecanı telaşı herkese her yere yansırdı. Çünkü o güzel insanların güzel düşünceleri ve güzel zihniyetleri ile güzelleşirdi eski bayramlar... İnsanların düşünce ve hayat felsefeleri değiştikçe bayramların da ifade ettiği anlam değişime uğradı.
Bayramları bayram yapan örf ve adetlerimiz, aile sevgi ve bağlılığımız, konu komşu düşüncelerimiz ve en önemlisi dini emirleri göz ardı etmememiz iken şimdi her şeye bir cevap bularak geçiştiriyoruz. Kurban kesmeyi hayvan eziyeti olarak görmek yada derin dondurucuları etle doldurup 6 ay o eti yemek marifetmiş gibi, el öpme yerine mutat cep mesajlarından atma, cafelerde oturma, tatile kaçma olarak algılıyoruz. 

Her şeyi unuttuğumuz gibi bayram keyfini, sıcaklığını, samimiyetini, ruhani değerlerini unutup, geleceğe aktarmayı ihmal edip sonrada ''nerdeee o eski bayramlar'' diye yakınıyoruz. Kabahat kimde hızla koşan zamanda mı, o koşan zamanı yakalayacağım derken eldeki kuşu uçuran bizde mi?


Dileğim odur ki; her şeye rağmen bayramlarımızın özlemini çektiğimiz eski bayramların tadında, sevincinde yaşanması, küsleri barıştıran, insanları kaynaştıran, açları doyuran, savaşları sonlandıran, çocukları sevindiren, ülkeme, milletime tüm İslam ve insanlık alemine barış, sevgi, saygı, kardeşlik, güven, adalet, huzur ve mutluluğu hakim kılan bir dünyada bayramı yaşamak...


Bayramlarınız bayram tadında geçsin...


Muhabbetle
Hanife Mert

YENİ KİTABIM YOLCULUK ÇIKTI!

Uzun bir aradan sonra merhaba diyerek yeni döneme başlamak istiyorum. Bir süredir bloğumdan ve   değerli blog arkadaşlarımdan uzak kaldım. S...