17 Mart 2016 Perşembe

ÇANAKKALE ZAFERİ



  
… “Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı
     Düşün altında binlerce kefensiz yatanı...” 

   Bastığımız  bu topraklar ki, birçok destana, zorlu mücadelelere şahitlik etmiştir. Bu topraklar ki her metre karesi aziz şehitlerimizin kanıyla sulanmış, yüz binlerce  vatansevere mezar olmuştur. Bu topraklar ki yedi düvele meydan okumuş halkımızın mertliği, yiğitliği, hak ve  adaleti, sabrı, insani duyguları ile harmanlanmış kutsal topraklardır. Bu topraklar ki insan olmanın, zor şartlarda topyekün mücadelenin, insanlık derslerinin örneklerinin verildiği topraklardır. Aşağıdaki örnek sadece bir tanesidir;
  
  Çanakkale Savaşlarında savaşıp, bir kolu ile bir ayağını kaybeden Fransız Generali Bridges, yurduna döndükten sonra anlattığı bir savaş hatırasında şöyle diyor: "Fransızlar, Türkler gibi mert bir milletle savaştıkları için daima iftihar edebilirsiniz.Hiç unutmam. Savaş sahasında dövüş bitmişti.Yaralı ve ölülerin arasında dolaşıyorduk az evvel, Türk ve Fransız askerleri süngü süngüye gelip ağır zaiyat vermişlerdi. Bu sırada gördüğüm bir hadiseyi ömrüm boyunca unutamayacağım.Yerde bir Fransız askeri yatıyor, bir Türk askeride kendi gömleğini yırtmış onun yaralarını sarıyor, kanlarını temizliyordu.Tercüman vasıtası ile şöyle bir konuşma yaptık: 
- Niçin öldürmek istediğin askere yardım ediyorsun? Mecalsiz haldeki Türk askeri şu karşılığı verdi:
-"Bu Fransız yaralanınca cebinden yaşlı bir kadın resmi çıkardı.Bir şeyler söyledi, anlamadım ama herhalde annesi olacaktı. Benim ise kimsem yok. İstedim ki, o kurtulsun, anasının yanına dönsün".
Bu asil ve alicenap duygu karşısında hüngür hüngür ağlamaya başladım. Bu sırada, emir subayım Türk askerinin yakasını açtı. O anda gördüğüm manzaradan yanaklarımdan sızan yaşlarımı dondurduğunu hissettim.Çünkü, Türk askerinin göğsünde bizim askerinkinden çok ağır bir süngü yarası vardı ve bu yaraya bir tutam ot tıkamıştı.Az sonra ikisi de öldüler..."

Fransız Generali BRIDGES
Çanakkale Savaşları komutanı. 

    Çanakkale zaferi; çelikleşmiş bir millet iradesinin, vatan, millet, bayrak aşkının, geleceğe olan güvenin, hürriyet sevdasının, Mustafa Kemal Paşanın önderliğinde eriyle, komutanıyla, genciyle, yaşlısıyla, kadınıyla, kızıyla top yekün olarak yazdığı şanlı bir yeniden dirilişin destanıdır. Türk milletinin bir diriliş mücadelesidir!  
   
  Bu destan artık ömrünü tamamlamış bir çınardan yeni ve güçlü bir filizin doğmasıyla sonuçlanmıştır. 
   Yüz binlerin kanıyla vatan yapılan bu topraklarda,Türk ve dünya tarihinde benzersiz bir deniz ve kara savaşlarının yapıldığı yerdir Çanakkale. Hepsinden önemlisi, bir milletin kutsal saydığı değerler ve vatan toprağını savunmada gösterdiği eşsiz bir kahramanlık mücadelesidir.
    
Her karesi buram buram kahramanlık, mertlik, insanlık, vefa kokan Çanakkale Zaferinin milletimiz için ne anlam ifade ettiği,vatan, bayrak, devlet sevgisinin ve bağımsızlığın önemi iyi idrak edilmeli. Çanakkale ruhu yeniden canlandırılmalı gençlerimize ve bu ruhtan bihaber insanlarımıza iyi anlatılmalı... 
 .
    Destanlar yazarak zafer kazanan Cennet vatanımız ve kutsal değerlerimiz uğruna canlarını feda eden, Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını, aziz şehitlerimizi rahmetle, minnetle ve saygıyla anıyoruz. Ruhları şad olsun.

Muhabbetle,
Hanife Mert

8 Mart 2016 Salı

ADIN KADIN



25 günlük bebeğini koltuğunun altına alarak hızla evinden çıkıp kendini asansörün önüne zor atmıştı. Çok korktuğu her halinden belliydi. Biran önce asansörün gelmesini istiyordu.Yanına yaklaştım. Ne oldu nedir bu halin? diye soramadım. Zira, onun ağzından başka her yeri konuşuyordu. Gözlerinden siyim siyim yanaklarına inen yaşlar kırılan onurunu, incinen gururundan kızaran yüzü, yediği yumruktan moraran gözü ve kan toplamış kaşı, dağılmış simsiyah üzüm karası saçları yaşadığı ve hissettiği acıyı haykırıyordu. Şairin "bir kadın gülmeyi unuttuğunda, saçlarından süzülürmüş acılar" dizelerinde ifade ettiği gibi, fazla söze gerek yoktu.Tek amacı dişiyle tırnağıyla kurduğu yuvasına, 3 çocuğuna sahip çıkmak olan bu çile baz kadının bu hale gelmesine sebep; canından çok sevdiği, uğruna her şeyden vazgeçtiği sevdiğim dediği adamın cep telefonunda gördüğü uygunsuz mesajlar! O da her kadın gibi açıklama beklemiş, nedenini sormuş. Karşılığında hakaret şiddet ve aşağılanma. Hem de 25 günlük lohusa iken. Bu da yetmezmiş gibi, "sen ona laf söyleyemezsin, zira o benim  imam nikahlı karım" demesi kadının dünyasını karartmıştı. Ne demekti imam nikahlı karım? Hangi kadın sevdiğini, emek verdiği yuvasını bir başkası ile paylaşabilir? Anlaşılır gibi değildi...

   8 Mart dünya kadınlar günü... İşte hikayemizdeki ve benzer daha nice "ADI KADIN" olanlara reva görülenleri düşününce, bu ifade ne kadar samimiyetsiz geliyor kulağa, sizce de öyle değil mi? Neredeyse her gün her yerde şiddete maruz kalan taciz edilen, tecavüze uğrayan, öldürülen yetmedi kesilen yakılan, bıçaklanan, horlanan, aşağılanan, dışlanan hayatının baharında hayatına son verilen kadınların durumları ortada iken, ne kutlaması diyesi geliyor insanın. Daha dün akşam haberlerde izledim. 27 yaşında bir kadın boşanmak istediği kocası tarafından 50 yerinden bıçaklanarak öldürüldü diyordu haberlerde. Daha niceleri..

   Ülkemizde kadınlar öldürülüyor. Kimi sokak ortasında, kimi çocuklarının gözleri önünde kurşunlar boşaltıyor bedenine. Kimi bıçaklanıyor, kimi de ıssız bir köşede işkence edilerek, yakılarak öldürülüyor…

   Kimi töreyi gerekçe gösteriyor, kimi kıskançlığı, parasızlığı, kimi stresi, kimi de namusu. Kimi ayrılmak istemiyor, kimi boşanmak.Kadın cinayetlerinin ardı arkası kesilmiyor. Özellikle son dönemlerde toplum olarak yaşadıklarımız, kadına reva görülenler herkesçe malum.Yaşanan vahşetler, şiddetler,zulümler, ölümler tavan yapmıştır. Malum bu konular çok fazla konuşuluyor, yazılıyor, çiziliyor, kızılıyor. Lakin kesin bir sonuca varılamıyor. Sonuç? Sonuç yine hüsran. Her zamanki gibi ateş düştüğü yerde kalıyor ve sadece orayı yakıyor. Vahşeti, şiddeti, zulmü işleyenlere hak ettikleri ceza verilemiyor. Cezaların caydırıcı özelliğinin olmayışı, hakimlerimizin suç işleyenlere karşı takım elbisesini kıravatını bahane göstererek insiyatif kullanmaları buna bir de medyanın olayları tüm çıplaklığı ile sansürsüz sunması gibi bir çok nedenler hasta ruhlu insanların çirkin vahşi canice düşüncelerini harekete geçirerek ellerine geçen ilk fırsatta uygulamaya geçmesine neden oluyordu kanımca…
 

  Bu ülkede "Adın Kadın" olunca her türlü çileye, zulme, haksızlığa, adaletsizliğe gebesin...
  Oysa "Kadın" içi öyle dolu bir kelime ki. Özünde koskoca bir dünyayı barındırıyor. Kadın! insan olmanın en temel unsuru, varl oluşumuzun olmazsa olmazı. En güzel şekilde yaratılmıştır. En büyük dertlerin çilelerin baş kahramanı. En büyük mutlulukların ardında ki sırdır. O anadır, bacıdır, eştir, yardir, yarendir. Lakin var oluşundan bu yana, hak ettiği yere hiç bir zaman konamayan, hep zarar gören ama kimseye zarar vermeyendir. Çilekeştir! Zillete düşendir! Bir kenara itilen, canı çıkana kadar döğülendir. Her kabağın başına patladığı yazgısı kara, talihsizlerin en talihsizidir.

O narin yaratılmıştır. Tıpkı  bir çiçek gibi. Hoyratça kullanmaya gelmez. ”Kadın erkeğin gelincik çiçeğidir” buyurmuş sevgili Peygamberimiz (sav). Gelincik çiçeği, dalından koparıldığında bir kaç dakika içinde parlaklığını, canlılığını, güzelliğini yitirir. En küçük hoyrat muamele ve sarsıntıda yara alıp zedelenir. Peygamberimiz kadını işte bu çiçeğe benzetmekte. Yine, erkeğin en hayırlısı kadınına en iyi davranandır buyurarak erkekleri kadınlara karşı iyi davranmaya davet etmektedir.

  Sebep ister psikolojik, ister sosyolojik, ister ekonomik ve isterse toplumsal olsun. Toplumun bu kanayan yarası biran önce çözüme kavuşturulmalı. Bu vesile ile kadınlara uygulanan şiddetin ve kadın ölümlerin son bulduğu, kadın hak ve özgürlüklerinin tüm kadınlara tanındığı, kadına anaya, eşe hak ettiği sevginin, saygınlığın, değerinin kazandırılması dileğimle..

Dünya kadınlar gününüz kutlu olsun.

Muhabbetle,

Hanife Mert

27 Şubat 2016 Cumartesi

ARKADAŞLARIM BENİ ARKADAŞLIKTAN ÇIKARIYORLAR MI YOKSA? ...:)




Merhaba Arkadaşlar,

Benim bloğumdaki arkadaş sayım günden güne azalıyor. Sebebini bilen var mı? Sebebi yine geçenki gibi teknik bir sebep mi, yoksa gerçekten arkadaşlarım beni arkadaşlıktan çıkarıyor mu?

Merak ettim doğrusu... Bilgisi olan açıklarsa sevinirim.


Hanife MERT

20 Şubat 2016 Cumartesi

Söylesem Tesiri Yok Sussam Gönül Razı Değil





Söylenecek sözlerin çokluğu, insanı bazen dilsiz yapıyor. Konuşamaz oluyorsun. Kızgınlığını, küskünlüğünü, kırgınlığını, üzüntünü, kederini, çaresizliğini yüreğine gömüp tüm çığlıkların sessizleşiyor. Bazen de "söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil" modundayım.
  

   Ne zordur için kan ağlarken çığlıklarını yüreğine gömmek. Tıpkı caniler tarafından parçalanmış masum bedenlerin kızamaz hesap soramaz olması gibi. Tıpkı gözlerinden boncuk boncuk akan yaşı silemeyen bir yetimin çaresizliği gibi. Yavrusunu, eşini, kardeşini, sevdiğini kahpe bir canlı bombanın parçaları arasında kaybeden ananın, babanın, kardeşin, eşin, sevgilinin, arkadaşın haykırışlarının semaları inleten ahları vahları gibi... “Beş dakikaya evdeyim" deyip gelemeyenler ve hiç gelemeyecekler. Hayat hikayeleri yarım kalanlar. Geride bıraktıklarını ömürlerinin sonuna kadar acı içinde yaşatacaklar...
  İşte böyle musibetler ortaya koyuyor eksiğimizi, yanlışlarımızı, kusurlarımızı. Keşke bu acılara sebep olan yanlışlar, ihmaller önceden tahmin edilerek önlemler alınabilseydi. Maalesef keşkeler sorunu çözmüyor...
  

  Ne çok acılar yaşadık, topluca ne çok canlar verdik toprağa. Öncesini söylemiyorum. Çok yakın zamanda, ramazan bayramından beri ülkemiz kan gölüne döndü. Kahpece şehit edilen Mehmetçiklerimizin, polislerimizin, korucularımızın, öldürülen masum insanların, çocukların haddi hesabı yok...
   Cennet vatanımızın bu hale gelmesinden, terörün tırmanıp şehirlere kadar inmesinden, suçsuz günahsız insanların, gencecik fidanlarımızın gençliklerinin baharında hayatlarının son bulmasından kanlarının son damlasına kadar en az insanlıkla uzaktan yakından alakaları olmayan caniler kadar, bunlara prim veren, açılım saçılım yalanıyla, adına çözüm süreci diyerek uyguladıkları yanlış politikalarla şımaran ve semirip palazlanmalarına fırsat veren basiretsiz, sorumsuz, milletin meclisini işgal eden yöneticiler ve yandaşları da sorumludur. Halkın karşısına geçerek terörü lanetlemek onları sorumluluktan asla kurtarmayacaktır.

  Vatan için ölmek elbette kutsaldır; fakat esas olan ölmeden yaşayarak vatanı sevmek sevdirmektir. Siyasilerimizin asıl amacı, askerlerimizi, tüm güvenlik güçlerimizi yaşatarak yurdunu sevdirmek olmalı. Onları ölüme göndererek vatan sevdirilmez.
 
Ancak bunu idrak ettiklerinde görevlerini tam olarak icra etmiş olacaklardır; aksi halde, bunca şehidin, suçsuz günahsız insanların vebali üstlerinde bir "kan lekesi" gibi iz bırakacaktır... 
  Çocukluğumuzda, mahallemizde yakın komşularımızdan tanıdıklardan veya akrabalardan birinde cenaze olduğu zaman annem bize evde televizyon, radyo, teyp gibi eğlenceyi çağrıştıran aletleri açtırmazdı. Cenaze evine saygısızlık olur der biz de onlarla birlikte üç gün yas tutardık. Ne güzeldi bizim örflerimiz adetlerimiz. İnsanların birbirlerine, acılarına, yaslarına saygı duyması.
Şimdi bırakın mahalleyi komşuyu, ülkemin her yeri yangın yerine dönmüşken, onca masum insanımız, onca Mehmetçiklerimiz, polisimiz şehit olurken, tv lerde abuk subuk eğlence, evlendirme, yarışma proğramlarının ara vermeden sürmesi ve en acısı da tepkisiz kalanların durumu, aklımıza insanlığımızın ve toplum olma bilincinin ne kadar zayıfladığını getirmekte.

  Şehitlerimiz yürek yakan hikayeleri ile aramızdan ayrıldılar. Bizler ise o güzel insanlarımızın gösterdiği cesareti göstererek, bu zor günlerde millet olarak birbirimize kenetlenmeli. Ümidini kaybetmeden, şucu, bucu ayırımına girmeden, farklılıkları ötekileştirmeden, birlik ve beraberlik içinde, Çanakkale ve kurtuluş savaşı ruhunu tekrar canlandırmak ve vatanımıza sahip çıkmaktan başka çaremiz olmadığının bilincinde hareket etmeli. Teröre karşı uyanık olmalı, birlik ve beraberliğimize her zamankinden daha sıkı sarılmalıyız...
 
   Bu acıların son olmasını, artık cennet gibi güzel ülkemde insanların yok yere pisi pisine ölmesini engelleyecek önlemlerin en kısa zamanda alınmasını ve insana saygının, adaletin, hak ve hukukun, güven içinde yaşamanın her şeyden önemli ve öncelikli olduğu bilincinin yaygınlaşmasını diliyor ve umut ediyorum.

Bu bağlamda tüm şehitlerimize Allah'tan rahmet, yaralılara acil şifalar diliyorum. Milletimizin başı sağ olsun.


Hanife Mert

15 Şubat 2016 Pazartesi

Hatır Artık Hatıralarda mı? (NOSTALJİK PAZARTESİ)

Artık düğünü de yaptık. O yorgunluk, yoğunluk, kalabalıklık  yerini sakinliğe sessizliğe dinginliğe bıraktı. Ne düşünüyorum, ya da üzgün müyüm? diye sorarsanız. Pek bir şey anlamadım. Zira kızım Merve üniversitede okuduğu için yaklaşık 5 yıldır bizden uzakta idi. Sadece tatillerde birlikte olabiliyorduk. Şimdiden sonra eşiyle birlikte   tahsillerine  Japonya'da devam edecekler. Henüz gitmediler... 
 Şimdi pek bir şey anlamasam da, sanırım  O Japonya'ya gittiğinde  beni üzecek gibi görünüyor...
 Nişan düğün işleri derken bloğuma konsantre olamadım. Biraz uzak kaldım. Bundan sonra inşaallah düzenli yazılarımla sizlerle oluruz. Bu bağlamda kızımın nezdinde hepimizin evlatlarına hayır başarı ve mutluluk diliyorum.

Bu paylaşımımı Nostaljik pazartesi için 23.7.2013 tarihli yazıma ayırdım. Artık hatır sormaktan bihaber olduğumuz, hal hatır etmekten imtina ettiğimiz bir dönemde hatır sormanın hatır gütmenin" Hatır Artık Hatıralarda mı?" isimli yazımla tekrar hatıralardan çıkması düşüncesi ile paylaştım.


Keyifli okumalar.

Hanife Mert




TIKLA


26 Ocak 2016 Salı

Yeni K. Çalışmamdan Bir Bölüm

...Karışık olan zihnim büyük annemin en son yaptığı çıkışla arap saçına dönmüştü. İki odalı evimizin hol ile oturma odası arasında amaçsızca gidip geldiğimi fark ettim. Büyük annemin söyledikleri zihnimde yankılanıyordu.  
  
   Kendimi çok çaresiz, çok yalnız hissediyordum. Başımı yastığa gömdüm. Gözyaşlarımdan yastığın ıslandığını fark ettim. Neydi bu başıma gelenler, daha babamın acısıyla baş edemezken… Diğer yandan büyük annemin ve dedemin neden böyle davrandığını anlamaya çalışıyordum. Neden bana inanmıyorlardı, neden yapmadığım bir suçla itham ediliyordum ki? Ağlamayı bırakıp düşünmeye başladım. "Ya gerçekten amcama mektup yazıp anlatırlarsa, ya amcam beni buradan götürürse? İşte bu yandığımın resmidir. Eğer köye gidersem okul hayatım da bitmiş demekti. Çünkü köyde kızlar ilkokuldan sonra okutulmaz, 13- 14 yaşlarına geldiğinde kızın fikri alınmadan, gönlünün olup olmadığına bakılmaksızın, büyüklerin uygun bulduğu biriyle evlendirilirdi. Öyle bir durumda benim de sonum o kızlardan farksız olacaktı. Düşünmesi bile korkunçtu.

   Ya annem büyük annemin sözüne inanır, o da beni köye göndermek isterse..? Gecenin bir yarısı olmuşu. Herkes sıcak yatağında mışıl mışıl uyurken, ben ardı arkası kesilmeyen düşüncelerle boğuşuyordum.
  

   Biraz nefes almak içimdeki karanlığa bir nebze ışık olması düşüncesi ile lambayı söndürdüm. Pencerenin perdesini hafif araladım, bir müddet dışarıyı seyrettim.
  

   Etraf zifiri karanlığa bürünmüştü. Gökyüzünde tek bir yıldız görünmüyordu. Ortalığı evimizin az ilerisinde yanan sokak lambasının loş ışığı aydınlatıyordu. Lambanın ışığından süzülüp titreyerek yere inen yağmura takıldı gözüm. Bir müddet hiç bir şey düşünmeden izledim. Sonra nasıl olduğunu anlamadan, kendimi sokak lambasının yanında buldum. Üzerime hafif hafif yağan yağmur içimi ferahlatmıştı. Biraz oyalandım. Yerde biriken suya düşerken geniş haleler çizen damlaları seyrettim. Başımı havaya kaldırdım, ince ince serpiştiren damlalar yüzüme düşüyordu. Gözlerimi kapatıp bir süre öyle bekledim. İçim huzur dolmuştu. O anın büyüsünü bozmamak için gözlerimi açamıyordum. Yağmur hızını arttırmıştı. Üşüdüğümü hissettim. Gözlerimi açıp eve gitmeyi düşünürken birden ürkütücü bir şekilde şimşekler çakmaya başladı. Ardından sokak lambasının ışığı söndü. Her yer kararıverdi. Göz gözü görmüyordu. Sağa sola koşmaya başladım. Aman Allah'ım! neler oluyor? diye etrafımda dönüp duruyor, evimizi bulamıyordum. Nasıl olduğunu anlamadan kendimi uçsuz bucaksız bir ormanın içinde buldum. Korkmuştum! Kalbim yerinden çıkacak gibi çarpıyor, nefesim kesiliyordu. Ayaklarımda derman kalmamıştı."İmdat, kurtarın beni, kimse yok mu?" diye bağırıyordum. Ancak sesimi kimseye duyuramıyordum. Kaçtıkça birbirine sarmaşık gibi kenetlenmiş ağaçlara takılıyordum. Ben kurtulmaya çalıştıkça onlar etrafımı sarıyordu. Elim yüzüm çizilmiş, hatta kanamıştı. Yağmur da şiddetini gittikçe arttırıyordu. Zannedersin ki, gök yarılmış bütün sular yeryüzüne boşalıyordu. Etraf bir anda çamur deryasına dönüşüverdi. Bastığım yerde ayağım kalıyordu. Ayakkabıma yapışan çamurlar yürümemi engelliyordu. Sık sık kendime: "Allah'ım neresi burası? ben buraya nasıl geldim? Allah'ım ne olursun kurtar beni! Buradan biran önce çıkmam lazım diye hem dua ediyor hem de ağlıyordum. Bir ara arkadan gelen garip sesler duydum. Hayvan sesi mi, yoksa insan sesi mi? ayırt edemedim. Bu sesler bir yanılsama mı, yoksa gerçek mi? bilmiyordum. Bildiğim tek şey vardı o da aklımı oynatacak kadar korktuğumdu. Bağıra bağıra ağlamaya başladım. Bir taraftan da kaçmak için mücadele ediyordum. Ama nafile. Yoktu bir çıkış yolu. Aynı noktada dönüp duruyordum. Artık ümidimi kaybetmiştim. Olduğum yere oturdum. Son bir kere Allah'ım ne olursun bana yardım et. Bir çıkış yolu göster. Beni buradan kurtar diye yalvarmaya başladım. Bir süre sonra yağmurun şiddeti azalır gibi oldu. Derin bir nefes aldım. Kalktım tekrar yürümeye çalıştım. Ağaçlar seyreliyordu sanki. Bir süre sonra tamamen bitti. O sarmaşık gibi beni sarmalayan ağaçlar yoktu, kurtulmuştum. Önümde sonunu göremediğim uzun toprak, çakıllı ve çamur bir yol vardı. O yolu takip etmeliyim diye düşündüm. Hoş başka çarem de yoktu zaten. Bu yol beni evimize götürecekti, buna inanmaya başlamıştım. Düşe kalka koşuyordum. Üstüm başım sırılsıklam, elim yüzüm çamur içinde kalmıştı. Kollarımı ağaçlar çizmiş kan içindeydi. Artık biraz olsun rahatlamıştım. Çünkü o korkunç ormandan kurtulmuştum. İçimde bir ümit ışığı belirdi. Bu yol beni düze çıkaracaktı. Öyle de oldu. Yol bitmişti. Sabah olmuş, masmavi bir gökyüzü, pırıl pırıl parlayan bir güneş, envai çeşit çiçeklerle bezenmiş görkemli bir orman vardı. Burası diğerine hiç benzemiyordu. Çok şaşkındım. Etrafı seyretmeye başladım... Neler oluyor, ben neredeyim? diye kendime soruyordum. Hala şaşkın ve merak içindeydim. Karşıda tek katlı müstakil bir ev dikkatimi çekti. Merakımı gidermek için o eve doğru yürüdüm. Aynı anda biri bana doğru geliyordu. Uzun boylu dalgalı kumral saçlı biri. Yaklaştıkça tanıdık gelmeye başladı yüzü... Aman tanrım! Bu gelen babam! Siyah kaşe ceketi, beyaz balıkçı kazağı vardı. Şaşkınlığım iyice artmıştı. Babam yanıma geldi. Baba! sen misin? Burada ne yapıyorsun? Bizi neden bırakıp gittin?.. soruların ardı kesilmiyordu. Ağlayarak boynuna sarıldım. Öyle sıkı sardım ki, nefes almakta zorlanıyordu. Sonra öpmeye başladım. Ne çok özlemiştim. Bir müddet öylece kaldık. "Nasıl da özlemişim seni canım babam" dedim Söyleyecek öyle çok şey vardı ki, nereden başlayacağımı, hangisini önce söyleyeceğimi bilemiyordum. Hani derler ya, söyleyecek sözün çokluğu insanı dilsiz yapar, konuşamaz olursun. İşte öyle oldu. Sadece onu çok özlediğimizi söyleyip durdum. Bir taraftan da gözlerimden yaşlar durmaksızın akıyordu. Hüzün ve sevinci aynı anda yaşıyordum. Bizi neden bırakıp gittin?" diye sordum. Cevap vermedi. Sanki yaşadıklarımızdan haberdar gibi üzgün bakıyordu. "Hadi evimize gidelim babacığım" dedim. Babam tam konuşmaya başlamıştı ki, o anda duyduğum ezan sesiyle her şey biranda kaybolmuştu...

Değerli yorumlarınızı bekliyorum.:)


Muhabbetle
Hanife Mert

25 Ocak 2016 Pazartesi

Nostaljik Pazartesi ( Kara Tren Türküsü Hikayesi)


Türkülerimiz özümüz yüreğimizin bam teli, başımızın sevda yeli.Türküler umuttur, aşktır, hasrettir, özlemdir, vefadır. Kıvrım kıvrım akan bir nehir gibi, yüreklerde dolanan sılaya uzanan bir yoldur. Yüreğin gurbetinde yetişen özlemleri kor kor demet demet sunan hasret çiçeğidir. Yaşama sevincinden ölüm acısına kadar, vefayı vefasızlığı, hasreti, özlemi, sevgiyi, inancı, direnci, aşkı, kahramanlığı türkülerde hissedip türkülerde yaşadık. Velhasıl türkülerimiz bizi bize anlatan, bize tanıtan yürek seslerimizdir. Milletimizin bu nadide kültürünün gündemde tutulması , gençliğimize sevdirilmesi ve ilgi uyandırılması gereken önemli kültürel değerlerimizdendir. Her birinin kendine has bir hikayesi vardır.

   Ben uzun bir süre bu güzel  kültürümüzün hikayesini araştırdım ve bloğumda paylaştım. Son zamanlarda biraz ara verdim. Nostaljik pazartesi için 09.01.2013 tarihinde paylaştığım  kara tren türküsü ve hikayesi...



Hüzünlü hikayesi ve kara tren türküsü eşliğinde iyi okumalar.



TIKLA

Halimiz Ortada

  Dün, uzun süredir görüşemediğim bir arkadaşım aradı beni. Görüşmememizin özel bir nedeni yok. Hayat gailesi işte... Kendimizi öylesine kap...