30 Ağustos 2014 Cumartesi

ZAFER BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN!

Türk tarihimiz şanlı zaferlerle doludur. Fakat 30 Ağustos 1922’de zaferle sonuçlanan Baş Komutanlık Meydan Muharebesi ile Türk Milleti adeta yeniden dirilmiştir.
Malazgirt Savaşı’yla (1071) 26 Ağustos’ta Anadolu'nun Türklere kapılarını açan kahraman ordumuz; Başkomutanlık Meydan Muharebesi’yle de Anadolu topraklarının Türk Vatan'ı" olduğunu önünde durulmaz bir iradeyle düşmana ispatlamıştır. Ve yine ulusumuzun iradesiyle Cumhuriyet kurulmuştur.

Bu vesileyle vatan toprağımızın düşman işgalinden kurtuluşunu ve ulusumuzun bağımsızlığını müjdeleyen 30 Ağustos Zafer Bayramımızı kutluyor, başta Cumhuriyetimizin kurucusu Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere, onun silah arkadaşlarını ve bu vatan için canlarını feda eden aziz şehitlerimizi rahmetle, kahraman gazilerimizi şükranla anıyoruz.


Muhabbetle,
Hanife MERT

25 Ağustos 2014 Pazartesi

Kibir- Hırs- Kıskançlık



“İnsanoğlu dünyayı zincirleyen bütün güçlerden, iradesini kazandığında kurtulur.”  Goethe
 Hiç şüphesiz insan  şerefli, onurlu ve değerli bir biçimde yaratılmıştır. Onurlu olarak yaratılan insanı onurlu veya onursuz kılan temel ölçü ise, onun iradesini kullanış biçimi olan davranışlarıdır. İradesini olumlu yönde kullanan insan onurlu, uyumlu, mutlu, olgun aranılan bir insan olurken, olumsuz davranışlar sergileyen kimse ise, toplum dışı, sevilmeyen, istenmeyen biri oluverir... Her ne kadar son dönemlerde toplumumuzda, onursuzca davranışlar sergileyen kimseler kabul görmüş, baş tacı edilmiş gibi gözükse de, onursuzluk yapmaktan uzak değildir.
  Hal böyle iken, insanı toplum dışı yapan olumsuz davranışların başında  kendini beğenme, büyüklenme, kendini diğer insanlardan üstün görme ve üstün tutma olarak tanımlanan çağımızın hastalığı olan kibir gelmektedir. Kibirli insan özünde mücadele edemeyen, sevgiden, merhametten, şefkatten yoksun, bencil, çıkarcı,kıskanç, ben bilirim, benim dediğim doğru gibi egosunu ön plana çıkaracak düşüncelere sahip biridir. Bu haliyle kibir kişinin iradesini doğru kullanma ve olgunlaşmasındaki en büyük engeldir. Kibirli olan insan  eksik ve yanlışlarını  görmek ve onlarla  yüzleşmek yerine karşısındaki insanların eksik ve yanlışlarına müdahil olarak kendi yanlışlarından kaçar. Sevgi, saygı,tevazu,vefa,  şefkat, hoş görü   gibi erdemlerden   tamamen uzaktır. Temelde bakıldığında kibir, hırs ve kıskançlık öz güven eksikliği ve irade zayıflığının bir sonucudur.

Kibri artan insanın hırsı da artmaktadır. Kibir ve hırs  Para, makam ve gücün getirdiği davranış bozukluklarının başında gelir. Kibirli insanların sözlerine güvenilmez. Yalan ve riya ile elde ettiği başarısı bir de kabul görürse değme keyfine... Kibrini, hırsını arttırdıkça arttırır. Kendince geliştirdiği güya akılcı ve alçak gönüllülük de yine kibrin bir parçasıdır. Bu kendine karşı dürüst olamayıp kendi ile yüzleşemeyenlerin giydiği bir  kılıftır. 


İnsanoğlu  ilk  cinayeti kıskançlık ve daha büyük olma isteği - hırs yüzünden  işlemiştir. Kutsal kitabımız Kur'anda; 

“Onlara Adem’in iki oğlunun kıssasını anlat. Hani ikisi birer kurban sunmuşlardı da birinden kabul edilmiş, diğerinden kabul edilmemişti. Birisi “Seni kesinlikle öldüreceğim” derken, diğeri “Allah ancak takva sahiplerinden kabul buyurur. Sen öldürmek için bana el uzatsan da ben öldürmek için sana el uzatmayacağım. Çünkü ben Alemlerin Rabbi Allah’tan korkarım. Dilerim, hem benim, hem de kendinin günahını yüklenip cehennemi boylarsın.” dedi.
Kardeşini öldürmek, kendini kaptırdığı ihtirasına hiç de zor gelmedi ve böylece kaybedenlerden oldu." Maide suresi 27/30 anlatılmaktadır.

Kısaca, hırs ve kıskançlıktan doğan günah, Kabil'in kibrinin yok olmasıyla yerini azaba bırakmıştır. Kabil; hırs ve kibir ile irade zayıflığına yenilir ve günah işler. 

Hz Muhammed (s.a.v) de, "Kalbinde zerre miktar kibir bulunan kimse asla cennete girmeyecektir!" buyurarak kibirli olan kimsenin cennete giremeyeceğini duyurmuştur...
 Günümüzde de hırs, kibir ve  kıskançlık yüzünden; savaşlar, ölümler, zulümler, haksızlıklar, hukuksuzluklar, cinayetler, tacizler gibi insan onuruna haysiyetine yakışmayan günahlar işlenmeye devam etmektedir.

 Nietzsche'nin  dediği gibi; “Kibir ruhu kaplayan deridir.” Bu yönüyle gerçekten tamamen uzak ve habersizdir. 
  
Şunu unutmamalıyız ki, hangi mevki- makama gelirsek gelelim, ne kadar çok maddi kazanımlarımız olursa olsun, hepimiz bu hayatta birer öğrenciyiz. Bu bilinçle  yaşayan insan; hakikat ve bilgelik ışığında kibir, kıskançlık ve hırs karanlığının kendisini etkilemesine izin vermeyecektir... 

Kibir hırs ve kıskançlık insan ruhuna yüktür... Huzurlu mutlu bir yaşam düşleyen bu yükten uzak durmalıdır.

Muhabbetle,
Hanife MERT

21 Ağustos 2014 Perşembe

ATATÜRK BÜSTÜNÜ...


 Dün, Diyarbakır Lice'de ki olayları protesto etmek isteyen  bir grup pkkli teröristlerce Hakkari Anadolu Lisesi bahçesindeki  Atatürk büstüne çirkince saldırıda bulunanlara lanet ediyorum. Yetkilileri de en kısa zamanda Atatürk'ü Koruma Kanunun gereğini yapmaya davet ediyorum...
Bu çirkin olay üzerine daha önce paylaştığım bloğu tekrar paylaşmak istedim...
 Lice’de Mahsum Korkmaz’ın heykelinin indirilmesi ve Mehdin Taşkın’ın öldürülmesi Hakkari’de de eylemlerle protesto edildi. Hakkari Anadolu Lisesi bahçesine ellerinde molotof, kazma ve taşlarla giren PKK’nın gençlik örgütü YDG-H üyeleri, okul bahçesinde bulunan Atatürk büstünü önce yaktı, ardından ise taş ve kazmalarla devirdi... Haberin devamı linkte.
http://www.haberatesi.com.tr/gundem/ataturk-bustunu-once-yaktilar-sonra-h1697.html

 Son dönemlerde iktidarda olanlar  ve yandaşları gerek medya gerekse internet üzerinden, Milli değerlerimize ve özellikle, gösterdiği üstün liderlik vasfı ve başarılı stratejileri ile yok olmanın eşiğine gelmiş bir Milleti ayağa kaldırmış,  gücünü tüm dünyaya ispatlamış ve kendisi  dünyaya mal olmuş bir lider olan Atatürk'ümüze gerek söz, gerek büst ve heykellerine yapılan sinsice, haince, cahilce ve nankörce oluşturulan saldırılar karşısında bizlerin duyarsız ve tepkisiz tavırları en az saldırıyı yapanlar kadar nankör ve vefasız bir toplum olduğumuzun göstergesi... Hal böyle iken,  vatanına, bayrağına, Atasına ve tarihine gönül bağı ile bağlı vatanseverlere sorumluluğunu  hatırlatmaktır görevimiz.
 Biz Atamızı yüreğimizde koruyoruz... Lakin yapılan bu saygısız tavırların yasal bir müeyyidesi olmalı diye araştırırken aşağıda eklediğim kanunu buldum ve siz değerli arkadaşlarımla paylaşmak istedim.
    Atatürk aleyhine işlenen suçlar hakkında kanun:    

yayın : resmi gazete 
yayım tarihi ve sayısı : 31/07/1951 - 7872 numarası : 5816 
madde 1- Atatürk'ün hatırasına alenen hakaret eden veya söven kimse bir yıldan üç yıla 
kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Atatürk'ü temsil eden heykel, büst ve abideleri veyahut Atatürk'ün kabrini tahrip eden, kıran, bozan veya kirleten kimseye bir yıldan beş yıla kadar ağır hapis cezası verilir. 
yukarıdaki fıkralarda yazılı suçları işlemeye başkalarını teşvik eden kimse asıl fail gibi cezalandırılır. 
madde 2- Birinci maddede yazılı suçlar; iki veya daha fazla kimseler tarafından toplu olarak veya umumî veya umuma açık mahallerde yahut basın vasıtasiyle işlenirse hükmolunulacak ceza yarı nispetinde artırılır. 
birinci maddenin ikinci fıkrasında yazılı suçlar zor kullanılarak işlenir veya bu suretle işlenmesine teşebbüs olunursa verilecek ceza bir misli artırılır. 
madde 3- Bu kanunda yazılı suçlardan dolayı cumhuriyet savcılıklarınca re'sen takibat yapılır. 
madde 4- Bu kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer. 
madde 5- Bu kanunu adalet bakanı yürütür. 
Her şeyden önce belirtmek gerekir ki, hakareti ya da kamu malını tahribi cezalandıran kanunlar yapmanın bireysel hakları tehdit eden herhangi bir yönü yoktur. Hakaretin artık aramızda olmayan bir insana yöneltilmiş olması da, mazur görülmesini elbette gerektirmez. 
Ancak bütün bunlar, Atatürk'ü Koruma Kanununun hatasız bir şekilde tasarlandığı anlamına gelmiyor. 
Bu tür kanunların bireysel haklar ve düşünce özgürlüğü adına en büyük tehlikesi, eleştiri-hakaret ayrımında oluşacak içtihatların niteliği. Zira bu ayrım sağlıklı bir şekilde yapılmadığı müddetçe, kanunun belli düşüncelerin susturulmasına hizmet edecek şekilde kötüye kullanılabilmesi de mümkün olabilir. Bir başka deyişle, uzun yıllardır Atatürk'ün 'tartışılamaz' ve 'aşılamaz' kılınmaya çalışılması yönündeki çabaların oluşturduğu algı, yargıya hakim olduğu ölçüde, Atatürk'ün düşünceleri ve uygulamalarına yöneltilen 'olumsuz eleştirilerin de 'hakaret' olarak değerlendirilmesi fazlasıyla mümkün.
Kanunun 'tuhaf' olarak nitelendirilebilecek bir yönü de yok değil. Zira kanun, Atatürk'ün şahsına yönelik hakaretlerden çok, heykellerini korumaya odaklanıyor. Kanunda, Atatürk'ün şahsına hakaret etmenin cezası maksimum üç yıl olarak belirtilmişken, heykeller için öngörülen maksimum ceza 'ağır hapsi' de içermek üzere beş yıla kadar çıkabiliyor.


LÜTFEN DUYARLI OLALIM ATAMIZA YAPILAN ÇİRKİN SALDIRILARA KARŞI TEPKİSİZ KALMAYALIM...

Elli Kuruşluk Çikolata!!!


Bizim oralarda bir söz vardır; "Allah kimseyi çıktığı kapıya geri döndürmesin" derler. Yani evlenen kız boşanıp baba evine dönmesin diye dua ederler... Aslına bakarsanız bu bir dua mı, yoksa beddua mı? Bakış açısına göre değişir. Kızlar evlenmeden önce öyle yetiştirilirdi ki; aman kızım kocana itaat et, aman kızım ona karşı gelme, aman kızım güler yüzlü ol, aman kızım kan kus ama kızılcık şerbeti içtim de sırrınızı kimseye bildirme, aman kızım yuvayı dişi kuş yapar, aman kızım kocanın ailesine saygılı ol, aman kızım..., aman kızım... Bu aman kızımlar uzar giderdi. En sonunda evlendirilir... Kızın anası kızının kulağına "gelinlikle girdiğin bu evden kefeninle çıkacaksın" ültümatomunu da fısıldadıktan sonra aman kızımlarla kısıtladığı özgürlüğünü, çaldığı öz güvenini bu ültümatomla tamamen  ipotek altına almış olurdu.. 
İşte  güzel Anadolu'mun  fedakar cefakar kızları kendi evlerinde  misafir, kocasının evinde  el kızı muamelesine maruz kalmaktaydı... 
 Teknolojinin ilerlemesi, bilimin gelişmesi insanımızın zihniyetini değiştirmedi. Bu gün de dünden farklı değildir. Elbete kadın eşine, çocuklarına, eşinin ailesine sevgi saygı göstermeli. Ama köle olmamalı... Ailede eşler bir elmanın iki yarısı gibidir. Biri olmadan diğeri eksik kalır. Eşler bu bilinçle yaklaşmalı birbirinin değerine değer katmalı... Ama nerede... Böyle olsaydı bu gün 50 kuruşluk çikolata için şiddet görmeyecek, belkide neredeyse kanıksadığımız ve sıradan bir durum gibi algıladığımız kadın cinayetleri asgari düzeyde olacaktı... 
 Bir kaç gün önce okuduğum bir haber yüreğimi burkmuştu. Bazı kişisel nedenlerden dolayı bu haberi aynı gün paylaşamadım. Haber şöyle;
Haberin Linki:http://www.haberler.com/ofkeli-kocadan-esine-50-kurusluk-cikolata-dayagi-6381235-haberi/

Adana'nın merkez Seyhan ilçesinde Arif K. (30) ile Meryem K. (24) bundan 1.5 yıl önce görücü usulü ile evlendi. Evlendikten kısa süre sonra Arif K., eşini sürekli darp etmeye başladı. Bu arada çiftin 4 ay önce de bir bebeği oldu. Buna rağmen koca eşine şiddet uygulamaya devam etti.
50 KURUŞA ÇİKOLATA ALDI DİYE DAYAKDün de Arif K. işe giderken eşine 10 lira harçlık verdi. Eve geldiğinde eşi verdiği harçlığın 50 kuruşuna çikolata aldığını söyledi. Bunun üzerine koca, eşinin kafasını duvara vurarak darp etti. Meryem K. kocası evden ayrıldıktan sonra polisi aradı. Polis, şikayet üzerine kocayı gözaltına alındı. Genç kadın ise annesi ve bebeği ile rapor almak için Adana Adli Tıp Birimi'ne geldi.
Olayla ilgili soruşturma devam ediyor.

Bu aşamada ne denir,ne söylenir ki? Bilemiyorum. Geldiğimiz nokta gerçekten endişe verici, içler acısı...

Her yönden öyle çok dağıldık, öyle çok sorun yumağına döndük ki, nereden tutsak elimizde kalıyor. Düzelir mi, her şey olması gerektiği gibi düzene girer mi? Düşünemiyorum.
Buna rağmen tüm içtenliğimle bu olumsuzlukların düzelmesi, insanın insan gibi onurlu, saygın bir yaşam hakkına kavuşması en büyük dileğim...

Muhabbetle,
Hanife MERT




14 Temmuz 2014 Pazartesi

Bir Umut İşte!


Vakit öğleni geçmişti. İnsanın yüzüne vuran alev alev yakıcı güneş ışığının etkisi azalmıştı. Rüzgar yoktu. Lakin derenin kenarındaki dut ağacının yapraklarının hışırtısı, dalların arasından dalga dalga etrafa yayılan ışık  huzmesi ile masmavi gökyüzü ruhu dinginleştiriyordu. Küme halinde uçan serçelerin cıvıltıları ve çekirge sesi insana yaşama sevinci aşılıyordu.
  Her zamanki gibi, bebeğini kucağına alıp derenin kıyısına, dut ağacının dibine oturdu. İnsana huzur veren güzelliklerin farkında bile değildi. Zira aklı kocasında idi… Derenin kıyısında bir müddet oturdu. Başını önüne eğdi. Gürül gürül akan suya bakıyordu. Sanki suyun binlerce metre derinindeki bir noktayı görüyordu. Başını kaldırdı, önce yavrusunun gözlerinin ta içine, sonrada ufka baktı:
-Sanırım bugün de gelmeyecek! Baban dedi sanırım artık gelmez… Bakışlarını akan suya sabitledi. Uzaktan gelen minibüsün korna sesi ile irkildi. Bebeğini kucakladığı gibi koşarak yola çıktı. Minibüs tam da önünde durdu. İnenlere baktı soran gözlerle… Artık son kişi de inmişti. Kimse kalmamıştı. Kapının yanına geldi. Şoföre baktı umutla…
-Yok bacım, kocan bu gün de yok! Dedi.
 İstanbul’a çalışmaya gitmişti. Gidiş o gidiş bir daha haber alamamıştı kocasından... O, her şeye rağmen umudunu yitirmeden sabırla çaresiz bekleyişini sürdürüyordu. Gelmeyeceğini bile bile onu çaresizlik içinde, her gün yavrusu ile birlikte dere kenarına getiren, içinde kaybetmediği umudu idi.

 Neydi umut dediğimiz şey? Çıkmayan candan vazgeçilmeyen inanç mı?Yada aza kanaat eden fakirin sofrasındaki katık mı? 
Umut sabırdır, mücadeledir, heyecandır, hüzündür, inanmaktır, hayal etmektir kısaca insanı hayata bağlayan ölüm ile hayat arasındaki köprüdür…
   Eğer nefes alabiliyorsanız, içinizde umut ışığı hep yanacaktır, yanmalı da… İnsanın içinde yanan o ışık hayal gücü ile sabırla desteklenerek hayat bulur. Kimi zaman bir fakirin sofrasındaki çorbada, kimi zaman zenginin bankadaki hesabında, bir hastanın ilacındaki şifada, bir öğrencinin notunda, bir gencin geleceğinde, bir aşığın vuslatında, bir memurun emeklisinde, bir kuşun kanadında, bir toplumun savaşsız, barış, kardeşlik sevgi duyguları ile bezenmiş çağdaş uygarlığı yakalamasında, soğukta titreyen evsiz bir yetimin sıcacık huzurlu bir evinde, huzuru tüketmiş bir ailenin saadetinde gizli…
   İnsan umuda en fazla çaresizliğin pençesinde çabalarken ihtiyaç duyar. Çünkü umut çaresizliğin girdabında çabalarken anlamlıdır. Umut öyle bir şey ki, çaresiz kaldığın en zor anlarda görülen küçük bir ışığa, tıpkı pervanenin ateşe koştuğu gibi koşmaktır.
  Yapmak istediklerinizin peşine düşmek! Bu uğurda zorluklar, engeller, önünüze çıkan her ne varsa umutla, sabırla, kararlılıkla, azimle ve inançla mücadele etmek…
 Bu çok  kolay değil elbet… Hatta hiç kolay değil! Zaten önemli olan zoru başarmak değil mi? Zoru başararak istenilen hedefe ulaşıldığında duyulan mutluluğu tarif edebilmek mümkün mü? Düşünsenize her şey kolay olsaydı, o istediğiniz şeye ulaşmanın kıymetini anlayabilir miydiniz? Her karşılaşılan engelde, zorlukta vazgeçmek yerine umudunu güçlendirerek “olay daha bitmedi” diyerek mücadeleye ve yola yeniden devam etmek. Yılmadan, yorulmadan…
  Kimi zaman da umut eder, hayal eder, sabreder, mücadele eder ama istediğimize ulaşamayabiliriz. Karamsarlığa kapılıp umuttan, hayalden vaz geçmek yaşamaktan vaz geçmek demek değil midir? Çünkü insan umut ettiği ölçüde yaşar. Aydınlık karanlığın bittiği yerde başlar.

Yaşamınızda umut ışığınız hiç sönmesin…!

Muhabbetle,

Hanife MERT

12 Haziran 2014 Perşembe

BERAT KANDİLİNİZ HAYIRLARA VESİLE OLSUN!




Berat kelimesi; borçtan kurtulma, temize çıkıp aklanma, ceza veya sorumluluktan kurtulma gibi anlamlara gelmektedir. Berat kandili, Allah"ın ekstra rahmet, lütuf ve mağfiretiyle tecelli ederek, kullarına bağışlanma, kapılarını ardına kadar araladığı; müminlerin dualarına icabet ettiği, günahlarını affettiği, yapılan ibadetleri normal zamanlardan kat kat fazla mükâfatlandırdığı gecedir.
Müslümanlar bu geceyi ibadet ve taatle geçirmenin pek çok sevabı ve feyzi olduğuna inanır. Bu konuda peygamber Efendimiz (S.A.V)şöyle buyurmuştur:
"Şaban ayının on beşinci gecesi olduğu zaman, gecesinde ibadete kalkın. Ve o gecenin gündüzünde (kandilden sonraki gün) oruç tutunuz. Çünkü o gece güneş batınca Allah Teâlâ o andan fecir oluncaya kadar: 'Benden mağfiret dileyen yok mu, onu mağfiret edeyim. Benden rızık isteyen yok mu, onu rızıklandırayım. (Bir belâ ile) müptelâ olan yok mu, ona kurtuluş vereyim' buyurur." (İbn Mâce)
Berat gecesi, Kur'an-ı Kerim'in Levh-i Mahfuzdan dünya semasına toptan indirildiği gecedir. Buna inzal denir. Kadir gecesinde ise Peygambere ilk kez ve parça parça indirilmeye başlanmıştır. Buna da Tenzil denir.
Ayrıca Kur'an-ı Kerim'de' Apaçık Kitaba yemin olsun ki, Biz Kur'an-ı mübarek bir gecede indirdik. Biz, gerçekten uyarıcıyız. O mübarek gecede, her hikmetli iş katımızdan bir emirle ayırt edilir...'(Duhan, 44/1-4)
Ayette geçen, 'mübarek gece'den maksat; Berat Gecesidir. Kur'ân bu gecede, Yedinci semadan dünya semasına indirildi. Kadir gecesinde ise ilk kez Peygamber Efendimize indirilmeye başlandı.
Resûlullah (sas): "Allah Tealâ tüm şeyleri Berat Gecesi’nde takdir eder. Kadir gecesi gelince de bu şeyleri sahiplerine teslim eder." buyurmuştur. Berat gecesinde eceller ve rızıklar; Kadir Gecesi’nde ise hayır, bereket ve selametle alâkalı işler takdir edilir. Kadir Gecesi’nde sayesinde dinin güç-kuvvet bulduğu şeylerin takdir edildiği; Berat Gecesi’nde ise o yıl ölecek olanların isimlerinin kaydedilip ölüm meleğinin teslim edildiği de söylenmiştir. (12)
İslâm Alimlerine göre Berat Gecesi’nin için de beş özellik bulunmaktadır:
1- Her önemli işin bu gecede hikmetli bir şekilde ayrımı ve seçimi yapılır.
2- Bu gece yapılan ibadetin (kılınan namazların, okunan Kur'ân'ların, yapılan dua ve zikirlerin, tevbe ve istiğfarların), gündüzünde tutulan oruçların fazileti çok büyüktür.
3- İlâhî ihsan, feyiz ve bereketle dopdolu bir gecedir.
4- Mağfiret (bağışlanma) gecesidir.
5- Resul-i Ekrem'e şefaat hakkının tamamı (şefaat-ı taamme) bu gece verilmiştir. (13)
Bazı hadis-i Şerifler de ise bu gece her tarafı kaplayan rahmet ve mağfiretten ve ayrıca aşağıdaki kimselerin tövbe etmezlerse affedilmeyecekleri ve Allah’ın rahmet ve sonsuz şefkatinden mahrum bırakılacakları haber verilmektedir.
1- Allah'a ortak koşanlar.
2- Kalpleri düşmanlık hisleriyle dolu olup insanlarla zıtlaşmaktan başka bir şey düşünmeyenler.
3- Müslümanların arasına fitne sokanlar.
4- Akraba bağını koparanlar.
5- Gurur ve kibir sebebiyle elbiselerini yerde sürüyenler.
6- Anne ve babalarına isyanda devam edenler.
7- Devamlı içki içenler. (14)
Şayet, bu kimseler Allah’a tövbe eder ve günahlarından vazgeçerlerse, elbetteki ilahi rahmet onları da saracak ve şu ayetin müjdesi onlara da ulaşacaktır.
Yüce Allah"ın Kur"an-ı Kerim"de; “De ki: “Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah"ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah bütün günahları affeder. Çünkü O,çok bağışlayan, çok merhamet edendir” müjdesinin farkına vararak kendi özüne dönmeli, ümitlerini canlandırmalı,bağışlama ve bağışlanma duygularını güçlendirmelidir.
‘Allah’ım! azabından afvına, gazabından rızana sığınıyorum. Sen’den yine Sana iltica ediyorum. Şânın yücedir. Sana yaptığım senayı Senin kendine yaptığın senaya denk bulmuyorum. Sana lâyık bir surette hamd etmekten âcizim.’

Allah’ın rahmet ve mağfiretinin bizleri kuşatacağı, bütün manevi kirlerimizden temizlenme imkanı bulabileceğimiz ve Ramazan ayının son müjdecisi Mübarek Berat Kandili ülkemize, milletimize ve tüm islam alemine barış kardeşlik adalet ve hayırlara vesile olsun... Beratimiz olsun... Dualarda buluşmak ümidi ile, kandilimiz mübarek olsun...
Kaynak: Derleme

9 Haziran 2014 Pazartesi

Bayrağıma Uzanan Eller Kırılsın!



Bayrak bir Millet için NAMUSTUR, ONURDUR, ŞEREFTİR, ÖZGÜRLÜKTÜR...  Kısaca her şeydir. Canlar verilir asla yere düşürülmesine, gönderinden indirilmesine izin verilmez. Şanlı Bayrağımız hiç bu günkü kadar mahzun olmamıştı. Soysuzların elinde oyuncak olmamıştı. Bu kadar tavizin sonu budur. Çözüm ayağına Milleti çözmeye, ayrıştırmaya, ötekileştirmeye çalışan bir hükümet... Diyarbakır Lice olaylarını protesto eden pkk terörist  Hava Kuvvetleri Komutanlığında ki Bayrağımızı indirecek kadar cesareti gücü kendinde bulabilmiştir. Tarihte böyle bir girişimide bulunanlar bedelini canları ile ödemiştir. Şimdi değişen ne ki? Sus pus seyirci olunuyor.

Bayrağıma uzanan hain eller
Birer birer kırılsın
Ona yan gözle bakan
Bütün gözler kör olsun!!!
l4 Ağustos 1996 tarihinde Magosa sınır kapısında protesto eden daha sonrasında ise Kıbrıs Cumhuriyeti'nin etkin olduğu topraklardan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) topraklarına geçerek sınırda asılı olan Türk Bayrağı'nı indirmeye çalışan Rum. Olayın devamında Türk askerinin "Dur" emrini ve göndere tırmanırken yanından geçen uyarı ateşini dinlemeyip eylemine devam etmesi ve akabinde bayrağı indirmek üzere iken boynundan vurularak öldürülmesiyle son bulmuştur. O günden bu güne ne değişti? Bu soysuzu gören bir Türk olmadı mı acaba?



''Bazı arkadaşlar yoksulluğumuzu bahane ederek memleketlerine dönmek istiyorlarmış. Kimseyi zorla Büyük Millet Meclisi'ne davet etmedim. Herkes kararında özgürdür. Ben, kutsal davaya inanmış bir insan olarak hiçbir yere gitmemeye karar verdim. Hepiniz gidebilirsiniz! Asker Mustafa Kemal olarak ben; mavzerimi elime alır, fişekleri göğsüme dizerim. Bir elime de bayrağımı alır, Elmadağ'a çıkarım. Orada tek kurşunum kalana kadar vatanı savunurum. Kurşunlarım bitince değersiz vücudumu bayrağıma sarar; temiz kanımı, kutsal bayrağıma içire içire tek başıma can veririm. Ben buna ant içtim!'' MUSTAFA KEMAL ATATÜRK


Acaba bizim canlarımız çok mu değerli ki, tepkisiziz, utanıyorum Atam!!!

Bayrağımızı gönderinden indirme cesareti gösteren pkklı soysuza ona sessiz kalan hükümete, TSK ya ve sessiz kalanlara yazıklar olsun, lanet olsun. Onlara inat birleşelim birlikte hareket edelim evlerimizi profillerimizi bayrakla donatalım.   



Hanife MERT


YENİ KİTABIM YOLCULUK ÇIKTI!

Uzun bir aradan sonra merhaba diyerek yeni döneme başlamak istiyorum. Bir süredir bloğumdan ve   değerli blog arkadaşlarımdan uzak kaldım. S...