5 Ocak 2014 Pazar

Sarıkamış'ta Ölenlerin Ağıdı (Sarıkamış Destanı)





Avşarlar,Ceritler,Tecirliler, Bozdoğanlar, Mürsel oğulları ve öteki Türkmen boyları ve oymakları 1865 yılında iskân edildiler. O tarihe kadar göçebe bir yaşam süren bu Türkmenler bundan böyle artık nüfus kütüklerine geçerek resmen Osmanlı vatandaşı oldular.
1914 yılında Birinci Dünya Savaşı başlayınca devlet seferberlik ilan ederek bu Türkmenleri de askere çağırdı. Güçlü yiğit bu delikanlılar Kafkas cephesine gönderildiler.
Enver Paşa yönetimindeki Osmanlı ordusu daha Kars’a ulaşmadan Allahüekber dağlarında Soğanlı dağının eteğinde Şenkaya’ya yakın Bardız Deresi’nde Çil Horoz dağında Çakır Baba’da donarak şehit oldular.Asıl donma zirveye yakın yerde Taht yaylalarında oldu.
Daha savaşa başlamadan Şubat 1915’te doksan bin asker şehit oldu.Sağ kalanlar Ruslar tarafından esir edildiler.
Sarıkamış harekatının yiğitçe ve cüretli bir girişim olduğu genellikle kabul edilir. Ancak, bu cüretli plan uygulamaya koyulurken ordunun manevra yeteneği ve ikmal olanaklarının dikkate alınmaması, harekatın felaketle sonuçlanmasına yol açtı. Üç Kolordunun 90.000 olan mevcudu düşmanla savaşmaktan çok, soğuk ve açlıktan kırılarak yok oldu. Anadolu'da tüten her ocakta binlerce taze gelin dul, çocuklar yetim kaldı. Ana ve babalar bu savaşta geri dönmeyen yiğitlerine günlerce göz yaşı döktü.
Oltu'dan girdik Sarıkamış'a
Akıl ermez yerde yatan üleşe
Askeri kırdıran Enver Paşa
Kitlendi kapılar mekan ağladı.
Birinci Dünya Savaşında Kafkas cephesindeki Türk, Rus savaşları 1 Kasım 1914'de başladı. Sınırı geçen Rus kuvvetleri, Hasan İzzet Paşa'nın komutasındaki 3. Ordu tarafından Pasinler'in doğusundaki Köprüköy'de durduruldu.
Geri çekilmek zorunda kalan Ruslar, Azap sırtlarında mevzilendiler. 16-17 Kasım'da ileri harekata girişen 3. Ordu birlikleri, Rusları Azap mevzilerinden atmayı başaramadılar. Rusların doğu cephesini çökertmek isteyen Başkomutan Vekili ve Harbiye Nazırı Enver Paşa, durumu incelemesi için Miralay Hafız Hakkı Bey'i cepheye gönderdi. Ardından da kendisi, Alman yardımcısı Bronsart ile birlikte cepheye gitti.
Zamansız olduğu için taarruza yanaşmayan Hasan İzzet Paşa'yı görevden alarak 3. Ordu'nun komutasını bizzat üstlenen Enver Paşa, Hafız Hakkı Bey'i de 10. Kolordu komutanlığına getirdi. Bu arada Ruslar, Sarıkamış'a önemli kuvvet yığdıklarından ertesi gün yapılan taarruz da başarılı olamadı. Sarıkamış'a ulaşmak için cebri yürüyüşle Allahüekber dağlarını aşan 10.Kolordu, 28 Aralık günü Sarıkamış doğusuna varmayı başardı. İki Kolordu şiddetli kar ve tipiye rağmen Sarıkamış'ta birleşti. Ancak 9. Kolordu Sarıkamış dağlarında, 10. Kolordu da Allahüekber dağlarında açlık, kar ve soğuktan donarak eriyip yok olmuş, iki Kolordu'nun asker sayısı on bin kişiye kadar düşmüştü. Enver Paşa, 11. Kolordu'nun hareketini hızlandırmak için 9. ve 10. Kolorduları sağ taraf ordusu adıyla, Generalliğe yükselttiği Hafız Hakkı Paşa'nın emrine vererek cepheden ayrıldı ve 10 Ocak 1915'te İstanbul'a döndü. Aynı gün Hafız Hakkı Paşa çekilmeye karar verdi.
Bu dramın bir gününü kısaca özetleyip genelini yorumlamak gerekirse, karanlık bir ormanda bir metreyi aşan kar, gece-gündüz hiç durmadan devam eden deli bir tipi, göz gözü görmeyen kar fırtınası içinde herkesin birbirinden kopuşu. Çaresizlik, açlık, ümitsizlik, soğuk ise sıfırın altında 30 derece. Bu gece Sarıkamış-Allahüekber dramının en korkunç gecesidir. Erler silâhlarıyla düşmana karşı koymadan bir türlü dinmek bilmeyen kar fırtınasının altında birbirlerine sarılarak kıvrılıp kendilerini yavaş yavaş uyuşturan donma ölümüne terk ediyorlardı. İşte o son gece, nice Türk gencinin düşmanla savaşarak değil, buzlarda eridiği gündür.
Yüzbaşılar yüzbaşılar
Tabur taburu karşılar
Tipi yağar kar altında
Yatar şehitler ışılar
Savaşın bu evresi "Sarıkamış Bozgunu" adıyla tarihe geçti. Enver Paşa ise cüretli ve acımasız, ama bozguna yol açan komutanlığı ile "Askeri kırdıran Enver Paşa" namıyla halk türkülerine ve nice ağıtlara konu oldu, eleştirildi.

Kırşehir Kaman'lı Emine ananın, bu savaşta yitirdiği dört oğluna yaktığı ağıt bunlardan birisidir.
Kaman'da uşak kalmadı
Redif gitti sürüyünen
Sabahaca yatılmıyor
Gelinlerin zarıyınan

Moskof'a kavga kuruldu
Redifler orda derildi
Acı acı düdük öter
Mızıkalı boruyunan

Halil gitti Ali'yinen
Süleyman'ım Veli'yinen
İnşallah biner de gelir
Al sekili doruyunan

Ana ağlar bacı ağlar
Ağ gelinler kara bağlar
Hep kapandı böyük evler
Koca kaldı karıyınan

Haçça'nın beliği sırma
Ayşe gelin sarı hurma
Meryem'in gözleri sürme
Aslı ağlar yariyinen

Yüzbaşılar redif dizer
Askerler de tabya kazar
İnşallah Moskof'u bozar
Türklüğünün zoruyunan

Soğanlı'ya yağan karlar
Ağ işliğe kanlar damlar
Kurban olam Enver Paşa
Ağaç gürler dalıyınan

Emine der gayri aman
Başımızda gitmez duman
Bizim meskenimiz Kaman
Mor sümbüllü bağıyınan

Kaynak: Ahmed Hamid - Mustafa Muhsin, Türkiye Tarihi, Milli Matbaa İst. 1926, s.690. Elyazma Destan, nr. 18; Şevket Süreyya Aydemir, Enver Paşa, Remzi Kitabevi İst. 1978, C. III, s.94, 95; Kırşehir Destanları, nr. 13. Yaşar Kemal, Ağıtlar, Toros Yay. İst. 1993, s. 57, 58; Öyküleriyle Kırşehir Türküleri, Destanları, Ağıtları - Baki Yaşa Altınok, Oba Yayıncılık, Mayıs - 2003, Ankara, s.217-218-219-220

Yüreğimizi acıtan kanımızı donduran, açlık, yokluk, soğuk ve kar sebebi ile Sarıkamış da donarak şehit olan 90.000 askerimizin ruhları şad olsun. Mekanları cennet olsun.


Hanife MERT

30 Aralık 2013 Pazartesi

Yeni Yılınız Kutlu Olsun.



Her bitiş yeni bir başlangıca gebedir. Bitişler hüzün, başlangıçlar ise umut ve sevinci müjdeler.
Bu yeni yılda yeni umutlar yeşersin yüreğinizde, sağlık, huzur,mutluluk, dostluk duyguları kök salsın gönlünüzde. Sevdiklerinizle, mutlu ve umutlu yıllar sizin olsun.

Ülkemiz ve dünya insanlığı adına, yanan yüreklerin sona erdiği, göz yaşlarının son bulduğu, acıların, zulmün, savaşların sonsuza kadar bittiği, adaletin sağlandığı, sevgi, barış ve kardeşliğin hakim olduğu bir yıl olması dileğim. Her zaman ki dileğim gerçekleşir inşaallah:) …
Mutlu Yıllar
Hanife Mert

27 Aralık 2013 Cuma

Bir Toplum Utanmayı Unutmuşsa!

Bir Hint atasözü; “bir gün mutlu olmak isterseniz yeni bir elbise giyinin. Bir yıl mutlu olmak isterseniz evlenin. Bir ömür boyu mutlu olmak isterseniz, namuslu olun” der.

Hintlilere hak vermemek mümkün mü? Yaşadığımız dünyada utanmasını, hayasını yitiren insanlığın dramı ortada iken...
 Utanma, sıkılma, ar, namus anlamına gelen haya canlılar içinde sadece insanlara bahşedilmiş bir özellik bir duygudur. O da küçük yaştan itibaren öğrenilir. Asıl olan her şeyden önce Allah’tan utanmasını öğrenmektir. Allah’tan gereği gibi utanmasını bilen insan, diğer insanlar arasında da haya sahibi olur. İnsanlara karşı haya; konuşmada, davranışta, yaşam biçiminde kendini gösterir. Allah’a karşı haya ise; O’nun kendini gördüğü bilinciyle, günah işlemekten kendini alıkoyması, bu durumu yaşantısına yansıtması ile gerçekleşir.
Medeniyetimiz haya üzerine kurulmuştur.Bu topraklar nakış nakış haya ve edeple inşa edilmiştir. Burnunun ucunu göstermekten haya eden ninelerimiz vardı.Bu günlere kolay gelmedik. Lakin  şuan baktığımızda, haya etmekten utanmaktan utanan, her türlü hayasızlığı sadece izleyen, sorgulamaktan, hesap sormaktan yoksun, kutsal değerleri  önemsemeyen bir toplum ile karşı karşıyayız. 
 Kendimizi kapitalist dünyanın aldatıcı süsüne kaptırdık  gidiyoruz. Her şeyimizi paraya endeksledik. Bizi bir arada tutacak ne kadar güzel değerler varsa onları sıradanlaştırdık. İnsana saygı hak getire. Vicdansızlık, merhametsizlik, edepsizlik, riya,adaletsizlik, kap kaççılık, adam kayırma, diz boyu. Rabbena hep bana demekten, yardımlaşmayı paylaşmayı unuttuk.
Toplum olarak öylesine kanıksadık öylesine kabullendik ki, utanmak, yüzümüzün kızarması şöyle dursun, görmezden anlamazdan geliyoruz çoğu şeyi. 
 Hal böyle iken mutsuzluk ve huzursuzluk  peşimizi bırakmıyor. Zira haya duygusundan yoksun olan insanlar mutlu ve huzurlu olamazlar.Onlar tedirgin,şüpheci,sıkıntılı, saldırgan ve güvensiz bir yapıya bürünmüştür. Hayasız davranışlarını sıradanlaştırır, karşı tarafa  doğal bir eylem gibi aktarır. Dolayısıyla hayasını yitirenler düşünme kabiliyetini de yitirirler.
Utanmayan insan her şeyi yapar. “utanmıyorsan dilediğini yap!” ikazını büyüklerimizden duymuşuzdur. Çünkü utanmayan insan her türlüğü kötülüğü, edepsizliği, vicdansızlığı yapmaktan çekinmez. Bu duruma toplum da kayıtsız kalıp bana değmesin de ne yaparsa yapsın felsefesi ile yaklaşırsa artık çirkinliklerin önü alınmaz bir duruma gelmiş demektir. Haksız yere öldürülen savunmasız, zavallı çocuklar, kadınlar. Çöp kutularına atılan bebekler. Açlık ve soğuktan ölüme terk edilen hayatlar.Üç kuruşluk parası için öldürülen insanlar. Gözler önünde kaza geçirip acı içinde kıvranan insanları sadece izlemek veya başım belaya girer endişesi ile o halde bırakıp gitmek, tüyü bitmemiş yetimlerin hakkını gasp etmek, çalmak çırpmak ... Toplumumuzda, insanın tüylerini ürperten kanını donduran öyle olaylara şahit oluyoruz ki, geldiğimiz ve gittiğimiz nokta hiç de iç açıcı bir geleceğe işaret etmiyor.
Oysa insanın en güzel süsüdür utanması, utancından dolayı yüzünün kızarması.İnsan olduğunun göstergesi. Utanmak insanın kalitesini gösteren bir güzelliktir.Utanan insan saygılıdır, edeplidir, faziletlidir, güzel ahlaklıdır. Vicdan merhamet sahibidir. İnsana, hayvana, doğaya karşı merhametlidir. Emek vermediği şeye sahip olmak istemez. Hakkı ve halkı korur gözetir. Erdemli, adaletli, haya sahibidir.

Haya sıyrılmış inmiş, öyle yüzsüzlük ki her yerde
Ne çirkin yüzleri örtermiş, meğer o incecik perde
Vefa yok, ahde hürmet hiç, lafe-i bi medlul
Yalan raiç, hiyanet mültezem, heryerde hak meçhul
Ne tüyler ürperir ya rab, ne korkunç inkılab olmuş
Ne din kalmış ne iman, din harab, iman türab olmuş

Mehmet Akif Ersoy 

Bu vesileyle İstiklal Marşımızın büyük şairi Merhum Mehmet Akif Ersoy'u ölümünün 77.yılında rahmet, minnet ve saygıyla anıyoruz. Ruhu şad olsun.

Hanife MERT


20 Aralık 2013 Cuma

Rabbena Hep Bana!

Kız dilenirken sokaktan genç sağlıklı zengin görünümlü bir adam geçti. Kızı fark etmişti. Ama belli etmemek için dönüp bir daha bakmadı. Geniş ve lüks evine konfor içinde yaşayan ailesinin yanına geldiğinde çok güzel hazırlanmış bir akşam sofrası onu bekliyordu. Fakat az sonra gördüğü o dilenci kız aklına takıldı yeniden. Duyguları bir şeylere itiraz ediyordu.
Sonra kolay yolu tercih etti ve itirazlarını Allah’a yöneltti. Böyle durumların var olmasına izin veren O değil miydi? İçin için O’na karşı:
-Böyle bir şeyin olmasına nasıl müsaade ediyorsun? Neden o küçük kıza yardım için bir şeyler yapmıyorsun?” diye yakınmaya başladı. Biraz sonra ruhunun derinliklerinden gelen şu cevabı işitti:

“Yaptım. Seni yarattım!”
Brıan Cavanaugn
Günlük yaşamımızda da benzer tablolarla sık sık karşılaşırız. Dilenen, mendil satan, vızır vızır trafik yoğunluğuna aldırmadan üç kuruş için arabanın camını silen çocuklar, çöp kutusundan yiyecek arayan insanlar, soğuk kış gününde evsiz barksız aç susuz  kalanlar ... Bu tablolar karşısında bizde tıpkı hikayede ki, genç sağlıklı zengin görünümlü adam gibi, vicdanının sızısından kurtulmak için bahanelere sığınırız. Zira sahip  olduğunun bir bölümünü  paylaşmak insan nefsine zor gelir. Hal böyle iken vicdan sahibi insanlar vicdanlarını sızlatan,rahatsız eden durumdan kurtulmak için sorumluluğu başka yerlere başka şeylere havale ederek kendini rahatlatma yolunu seçer.Gerçeği görmez, görmek istemez . 

Bazen de, "adaletsiz dünya" ya da  "kader" e havale ederek kurtulmaya çalışır sızlayan vicdanından. Dünya adaletsiz değildir. Dünyayı adaletsiz yapan insandır. Onun doymak bilmeyen gözü ve nefsidir. Ne kadar çok sahip olsa da her daim daha fazlasını ister. "Rabbena hep bana der." Oysa sahip olunan bir lokma ekmeği paylaşmanın insana katacağı huzuru anlatmaya kelime yetmez. Salt kendini düşünen, başkasına ne olduğunun umursanmadığı bir toplum haline geldik. 
 Bir tarafta çöpe atılan, diğer tarafta  çöpte aranan hayatlar... Ne acıdır zevkine saçılan yiyecekler, zevkine havalara atılan, saklanan, kaçırılan liralar,milyon dolarlar, eurolar... 
Bu durumda adaletsiz olan dünya mı, yoksa insanlar mı? Bu ayırdımı iyi yapmak gerekir. Zira dünyayı yaratan Allah,asla şaşmayan, en küçük bir adaletsizliğe meydan vermeyecek şekilde, gözle görülemeyecek kadar küçük bir canlının bile  rızkını adaletle yaratmıştır. Lakin insan üzerine  düşeni yapmamakta, ihtiyaç sahibine vermesi gerekeni vermemektedir...

Sözün özü, insan yaşadığı toplumda her düşkünden, fakirden aç ve açıkta kalan her canlıdan sorumludur.Hiç bir şekilde bunun kaçarı yoktur. Zira büyük küçük herkesin yapabileceği mutlaka bir şey vardır. Zenginlerimiz sosyal hayatı adil hale getiren zekat, sadaka, fitre gibi sorumluluklarını yerine getirdiğinde aç açıkta kimse kalmadığı gibi fakirlikte asgari düzeye inecektir.

Unutulmamalı ki, "kefenin cebi yoktur" derler. Kimse bu dünyadan bir şey götüremeyecek. Yaptığı hayırların, kazandığı kalbin ve güzel işlerin dışında.

Hayat paylaşmaktan ibarettir.Güzellikler paylaşıldıkça çoğalır.
Muhabbetle.
Hanife MERT




6 Aralık 2013 Cuma

İnsan ve değeri!

İnsan  değerini kendi belirler.
Kiminin engin deniz gibidir yüreği,  
Açık ve berrak.
Gönlünden taşar sevgisi, 
Gelir başa taç olur. 

Kiminin Ağrı dağı kadar
Yüksektir gururu,
Aydınlığı gölgeler
Güzelliklere ayak bağı olur.

Kimi koşar yardımına düşkünün,
Gönüllerde taht kurar.
Kimi  takar çelmeyi düşürür.
Gözden de gönülden de düşer.

Kimi erdemlidir,

Ahlak edep timsali
Kimi  cehaletin anası,
Yalan, dolan, riya deryası.

Akıl eyle ey insan! 

Özüne dön!
Neye faydası var,
 Biriktirdiğin metaın
Kara toprak değil mi? 
Sanki sonunda yatağın.


Hanife MERT


5 Aralık 2013 Perşembe

Kendini düzeltemeyen başkasını düzeltemez!...

Gül dikensiz, insan kusursuz olmazmış. Kendinde var olan kusurları görmek ve onlarla yüzleşmek hatta kabullenmek insana zor gelir. Lakin başkasında arar kendinde görmek istemediği yüzleşemediği kusurları... Dönüp düzeltmeye çalışır kendince. İnsan kendi kusurlarının farkına varıp kendini düzeltmeden bir başkasını düzeltmede ne kadar başarılı olabilir ki?  Kendi yapmadığı şeyleri karşıdaki insandan yapmasını istemek beklemek ne kadar doğru? "Bir kör başka bir köre yol gösterirse ikisi de çukura yuvarlanır."
Yaşadığımız dünya problemi insanla tanımıştır.Dünyayı inim inim inleten problemlerin çözümü insanda gizli.  Her fırsatta nerede bu insanlık? bu insanlığın hali nice olacak? gibi endişelerle hayıflanıp duruyoruz. Oysa çözüm insanda! İnsanı da insanlığı da kurtaracak olan insanın ta kendisi. İnsanlar kendini düzeltirse dünya da düzelir.  
İnsanlar kendini nasıl düzeltir? Öncelikle insan iç dünyasına dönmeli, yaratılışının gayesine uygun davranmalı, öz güvenini kazanmalı, kendini tanımalı, yüreğine yük olan içini karartan huzursuz eden kıskançlık, kin, nefret, haset, kibir gibi kötü duygu ve düşüncelerden kurtulmalı. Yerine şefkat, merhamet, hoşgörü, hak ve adalet, sevgi, saygı, güzel ahlak gibi ruhu hafifletecek, aydınlatacak huzura erdirecek erdemlerin gönlünde yer etmesini sağlamalı.
 İnsan kendini tanımadan, eğitmeden hatalarını düzeltmesi mümkün değildir. Kendi ile barışık hem hal olmayı başaran insan, kendini düzeltmeyi de başarır ve düzgün insan olur. 
Başkalarının kusurunu araştırmak, açığa çıkararak rencide etmek yerine,  gördüğü yanlışlardan ders almalı kendini korumalı.
" Hz. Ali'ye sormuşlar; sen bu terbiyeyi edebi nereden aldın?  Hz Ali şöyle cevap vermiş;"Terbiyesizlerden!"  İnsanın başkasında görüp hoşlanmadığı şeyi kendisi de yapmamalı.
Kusurlarını görebilmek, onlardan kurtulmanın ilk adımıdır. Hatasını, kusurunu, ayıbını, yanlışını, yanılgısını göremeyenler en büyük hata ve yanılgı içerisindedirler. 
"Başkasının ayıplarını, kusurlarını anlatmak istediğinde hemen kendi kusurlarını hatırla." buyurmuş sevgili peygamberimiz (Hz. Muhammed (S.a.v)) 
Hal böyle iken,  başkasında gördüğü bir hataya karşılık kendi hatasını hatırlamalı. Başkasının kendisine yapılmasını istemediği, bir şeyi başkalarına yapmamalı. Başkalarının hatalarıyla uğraşanlar, kendi hatalarını düzeltmeye vakit bulamazlar. Başkalarının ayıplarını sayıp dökenler, kendilerini ayıpsız sanırlar, bu ise en büyük aymazlıktır. Çünkü kendini noksan ve kusurlu gören her an kendini düzeltmeye, iyilerden olmaya çalışır.

İnsanların düzelmesi ile düzelen bir dünyada yaşamanız dileğiyle.


Muhabbetle,

Hanife Mert

2 Aralık 2013 Pazartesi

Türk Diye Bir Uygarlık Yokmuş Öyle mi?

30 Kasım 2013… AK Parti Merkez Karar Yönetim Kurulu (MKYK) üyesi Prof.Dr. Yasin Aktay, Bayburt’ta katıldığı panelde, “Türk dediğin bir sentezdir zaten. Türk diye bir ırk yok.’demiş, haber bu… Prof. Dr. Aktay şöyle devam etmiş; “Sana demişler ki, ‘Sen Türksün’. Ne demek Türklük? İşte Orta Asya'dan gelmişsin. Bir bakıyorsun, kaçımızın dedesi Orta Asya'dan gelmiş? Bir sor bakayım gerçekten. Var mı böyle bir şey? O milletin yavaş yavaş zaten etnografyası da işlenmeye başlanıyor. Gerçekten de böyle bir şey. Türk nedir mesela? İsmet Özel'in çok ilginç, çok güzel tahlilleri vardır. Türk dediğin bir sentezdir zaten. Türk diye bir ırk yok."
Bu haberi iyi okumamız gerekiyor, anlatayım…
Aslında uzun bir hikâyedir bu, kimse anlatmadı bize, haberimiz olmadı tarihimizden…
Anadolu’nun böylesi kıymetli olduğunu bir türlü anlayamadık biz, “Anadolu bizim” deyip geçtik, Anadolu’nun dünyanın merkezi olduğunu bir türlü göremedik. Anadolu uygarlıkların merkezidir; Hitit, Sümer, Akad, Urartu, Asur, Babil, Med, Pers, Roma, Bizans ve biz Türkler. Ama biz, en aşağı yedi bin yıllık tarihimizi dahi öğrenemedik…
‘Anadolu’ dedik, bu topraklar ‘Ana dolu’ deyip, geçip gittik. ‘Sayın’ dediler ‘uygarlıkları bir bir sayıp geçtik’, bu uygarlıkların mirasçısı olduğumuzu bilemedik. Bu toprakların dünyanın merkezi, kültürün, insanlığın merkezi, tarihin merkezi, insana yaşam veren kaynakların merkeziolduğunu bilemedik, bilemedik, bilemeyince de sahip çıkamadık. Onun için şimdi birileri çıkıp ortaya, ‘Türk yoktur’ diyebiliyor.
Olsun, hepsi geldi geçti bu uygarlıkların ama biz hala varız, yaşayan son uygarlık biziz, biz Türkler. Var isek hala Anadolu’da, demek hala güç bizde ve bu güç bize, uygarlık ve kültürümüzden, adımızdan, tarihimizden geliyor.
Alınız haritayı, alınız Anadolu’yu elinize ve bir bakınız, heybetine, gücüne, güzelliğine bir bakınız;üç tarafı denizlerle çevrili, üç kıtayı birbirine bağlayan yollar bizde, boğazlar bizde, denizlerbizde. Karadeniz’in en uzun sahil şeridi bizde, Doğu Akdeniz’i kontrol eden Kuzey Kıbrıs Türk Devleti bizim, Ege Denizi’nde sorunlar devam etse de, güç yine bizde…
İsrail’in boğazı bizde, istersek yavaş yavaş sıkar, nefes aldırmayız. Ortadoğu’da Amerika’nın kanlı siyasi emellerini durduracak güç yine bizde; kaldırın üsleri, kaldırın İncirlik’i, çıkın NATO’dan, görelim bakalım şu ABD’yi, nereye saldıracak…
Irak ve Suriye’nin toprak bütünlüğünün anahtarı bizde. İran bize tehdit değil, kontrolü bizde. Kafkaslar, iyi bakın haritaya, Kafkaslar, Ermenistan ve Gürcistan, Azerbaycan, Rusya; enerjinin yolu bizde…
Bu Anadolu bizim…
Bu uygarlık ve tarih, bu kültür mirasları bizim…
Şu AB’nin bir temsilcisi olan Karen Fogg ağabeylerine yazmış, “Türk Tarihi’ni nasıl yok edeceğiz” diye… Korku bu zaten: Türk Milleti, Türk Tarihi ve Anadolu’nun gücü… Onun için birileri çıkıyor, Türk diye bir kavim yoktur diyerek tarihimizi yok saymak istiyor.
11 Eylül 2001’de bir saldırı oldu ABD’de, İkiz Kuleler. ABD Başkanı Bush’un, saldırı sonrası yaptığı açıklamadır bu:“Haçlı seferleri başladı”:
Fransa Libya’ya saldırdı, İçişleri Bakanı bakınız ne dedi: “Fransa Haçlı seferlerine öncülük ediyor”…
İngiltere Libya’ya saldırdı, dönemin Rusya Başbakanı Putin ne dedi: “Bu bir Haçlı seferidir”…
Bugün ortaya çıkarak ‘Türk yoktur’ diyenlerin ardında bunlar yatıyor. Bin yıllık Haçlı düşmanlığıdır bu. Bin yıldır süren Türk-Bizans savaşıdır bu ve bu savaş hiç bitmeyecektir. Çünkü bu Haçlı ittifakının emeli, Anadolu’yu ele geçirmek ve Türk varlığını yok etmektir. Özelleştirme diyerek Anadolu’yu parsel parsel satın alsalar da, Türk milleti ve tarihini yok edemedikleri için, TÜRK adını silmek istiyorlar, onun için sadece Anadolu değil, ‘dünyada Türk diye bir ırk yok’diyorlar!
Ve bizim, belki de en çarpıcı özelliğimiz; bu kutsal topraklar para ile satın alınmadı, ne AB kredileri kullanıldı, ne ABD, ne İsrail ne de Rusya, bedel ödendi bedel… Ama bu bedel asla para olmadı, can oldu, can, canımızla ödedik bu toprakların bedelini…
Bakın Fas, Tunus, Cezayir’e…
Bakın Mısır’a, Libya’ya, Filistin, Mekke ve Medine’ye, hepsinde şehitlerimiz yatar.
Bakınız Irak, İran ve Suriye’ye, bakınız Kafkaslara, Balkanlara, orada şehitlerimiz uyur.
Allah aşkına bir bakınız Çanakkale’ye, bu şehitler neden şehit? Bu Anadolu’yu bize vatan yapmak için, bu kutsal toprakları bize yurt olarak miras bırakmak için, bir vatan için vatan!
Dünya tarihinde biz Türkler kadar bu topraklara ağır bir bedel ödemiş ikinci millet yoktur. Anadolu bizimdir, şehitlerimizin mirasıdır, yedi bin yıllık Türk tarihinin mirasıdır, bizimdir bizim…
Biri çıkış demiş ki, ‘dünyada Türk yoktur’! Bunu diyen kimdir, ona bakmalı. Biz Türk’üz, Türk yok diyen de varsa azıcık yürek, çıksın söyleyin bize; kendisi kimdir!..
Konu açık; adımız ve tarihimiz unutturulmak ve silinmek isteniyor. Böylece emellerine ulaşacaklarını sanıyorlar ama aldanıyorlar. Çünkü Türk olmaz ise, Anadolu olmaz!

Bu bir ‘var ya da yok olma’ mücadelesidir, sonsuza dek sürecektir. Bunu çocuklarımıza anlatmalısınız, geleceğe şimdiden hazırlıklı olsunlar için…
Erdal Sarızeybek
http://www.erdalsarizeybek.com.tr/haberler/turk-diye-bir-uygarlik-yokmus-oyle-mi-h424.html


Ben de sayın prof. Dr. Yasin Aktay' a diyorum ki; Türk diye bir ırk anlı şanlı tarihiyle vardı, vardır, sonsuza kadar var olacaktır. Tarih tekerrürden ibarettir. Dünde Türklüğü yok sayma çabaları olmuştur ve sonuçsuz kalmıştır. Varlığını, kanıyla canıyla bedel ödeyerek ispatlamıştır. Şimdi yine aynı eylemler gündemde, bu Yüce Millet  atalarının verdiği cevabı, biz torunlar da vereceğiz. Canımız kanımız pahasına... Türkü Türklüğü yok saymak kimsenin haddi değildir.
...
Eğiliniz ey şerefler, ey şanlar,
Ey ırklara altın destan yazanlar!
Biz devlerin, fillerin, diz çöktüğü kuvvetiz
Eski, yeni dillerin anlattığı milletiz!
Mehmet Emin Yurdakul

Ne Mutlu Türküm diyene!
Hanife MERT

Halimiz Ortada

  Dün, uzun süredir görüşemediğim bir arkadaşım aradı beni. Görüşmememizin özel bir nedeni yok. Hayat gailesi işte... Kendimizi öylesine kap...