7 Şubat 2013 Perşembe

Hatalarımız.... ve Rabbimiz'in Merhameti...


İnsan hata yapmaya yatkın bir varlıktır. Kimi zaman bilmediğinden, kimi zaman unutup yanıldığından kimi zaman da nefsinin ya da şeytanın telkinlerine uyduğundan hata yapabilir. Ancak insanın bu dünyadaki amacı zaten Rabbimiz'in kendisi için yarattığı ömür süresi içerisinde bu ve benzeri olaylarla denenmesi, Kuran ahlakını öğrendikçe olgunlaşıp, içerisinde bulunduğu hatalardan kurtulması ve Rabbimiz'in razı olacağı üstün bir ahlaka ulaşabilmesidir. Kuran'da bildirilen tövbe ile ilgili ayetler de insanın bu acizliğinin bir göstergesidir. Rabbimiz, cehalet nedeniyle hata yapan, fark ettiğinde ise hemen tövbe edip tavrını düzelten kimselerin hatalarını bağışlayacağını Kuran'da şöyle bildirmiştir:

"Allah'ın (kabulünü) üzerine aldığı tövbe, ancak cehalet nedeniyle kötülük yapanların, sonra hemencecik tövbe edenlerin(kidir). İşte Allah, böylelerinin tövbelerini kabul eder. Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandır. " (Nisa Suresi, 17)

İnsan aklını ve vicdanını en güzel şekilde kullanıp tüm samimiyetiyle hareket ediyorsa ve buna rağmen hatalı bir tavır içerisine giriyorsa, Allah (cc)'ın kendisini bağışlamasını umabilir. Allah (cc) pek çok ayette "Affedici" ve "Bağışlayan" olduğunu haber vermiştir. Bir ayette şöyle bildirilmiştir:

"Haber ver kullarıma; şüphesiz Ben, Ben bağışlayanım, esirgeyenim. " (Hicr Suresi, 49)

“Ey çok günah işleyerek kendi öz canlarına kötülük etmede ileri giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz. Allah dilerse bütün günahları mağfiret eder. Çünkü O, gafur ve rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı fazladır,(Zümer, 39/53}

Bu âyet, Kur’ân-ı Kerîm’deki en ümit verici âyet sayılabilir. Bununla beraber, yine de tövbeyi kabul etme, Allah’ın dilemesine bağlıdır. Bu âyeti günah işlemeye teşvik sebebi saymak, Kur’ânı maksadı dışına çekmektir. Maksat tövbeye teşviktir. Müteakip âyet, günahların affını tövbenin yanında, Allah’ın gönderdiği hidâyeti kabul etmenin de lüzumu ile birlikte düşünmemizi telkin etmektedir. Hz. Peygamber (a.s.)’dan şöyle dediği nakledilir: “Bu âyeti, dünyaya ve dünyada bulunan bütün şeylere değişmem”

alıntı

4 Şubat 2013 Pazartesi

Ben En Çok İnsandan Korktum

                                                  
Durup durup bana sorma

Bunu bilmek kolay değil
İnsan doğduk insan ama
İnsan olmak kolay değil 

Ben en çok insandan korktum anne 
En çok insandan
Okudukça tarih kitaplarını
Yüzyıl savaşlarını kardeş kavgalarını
Bir saltanat uğruna kıyılan canları
Ve okudukça bugün
Gazetelerin cinnet sayfalarını
Tanıdıkça her gün biraz daha
İnsan adlı insancıkları
Ve yaşadıkça hala bu çağda
Taş devrinin mağara adamlarını
Ben en çok insandan korktum anne
Ben en çok insandan 

Bir düşün anne bir düşün
Atılan bombaları
Patlayan silahları
Yaşadığımız açlığı acıları savaşları
Bir vuruşta kesilen başları
O keskin kılıçları o cellatları
O katliamları o vahşetleri
Ve ardından yükselen çığlıkları
Bir düşün anne
O kefensiz bebeleri çocukları
Hapishanelerde işkenceleri copları
Bir düşün tankları tüfekleri topları
Ben en çok insandan korktum anne
En çok insandan 

İsyanlarım tarifsiz acılarım sahipsiz
Şerefini şerefsiz ben ne satanlar gördüm
Gördüm ahlar çekeni gördüm boyun bükeni
Bir yandan da her yeri cennet sayanlar gördüm 

Şefkate muhtaç gördüm sevgiye muhtaç
Gözü doymaz gönlü aç ben ne yamyamlar gördüm
Gördüm sevgiye muhtaç gördüm sefkate muhtaç
Gözü doymaz gönlü aç ben ne yamyamlar gördüm 

İnsan değil mi anne
Emeğini ekmeğini çalan insanoğlunun
Suyunu bulandıran
Dostuna çelme takan
Sırtından vuran
Yollara mayınlar döşeyen
Bütün köprüleri yıkan 

İnsan değil mi anne
Kendi ozanına kıyan
Sazını kıran
Şairini sürgüne vuran
Sesini sözünü kesen en haklı olanın 

Ah anne ah
Boşuna günahını almışız hayvanların
Masallarda anlattığın devlerin canavarların
İnlerin cinlerin ejderhaların
Hiçbiri bu kadar korkunç değil be anne
Baksana yaptığına insanların
Ah dili olsa bu gecelerin bu sokakların
Haykırsa katili kim bu masum kurbanların
Ve bir bir indirse maskesini bu sahte kahramanların
Bu yalan yüklü karanlık suratların 

Ah anne
Onlar ki sadece
Adı insan soyadı insan
Gel gör ki çoğu
İnsanlıktan noksan be anne
İnsanlıktan noksan
Dünyada kim var anne
Kendi soyuna bu kadar düşman
Ve bu kadar pişman 

Ben en çok insandan korktum anne
En çok insandan 

Ahmet Selçuk İlkkan

28 Ocak 2013 Pazartesi

Sarı Gelin Türküsü ve Hikayesi


                                                                  
Türkünün Hikayesi
Sarı Gelin türküsü, Kuzeydoğu Anadolu Erzurum coğrafyasında ortaya çıkmıştır. Türklerin büyük bir kolunu teşkil eden Kıpçakların diğer adı da Kuman´dır. .
Sarı Gelin, eski çağlardan beri Çoruh ırmağı boyunda yaşayan Hıristiyan Kıpçak beyinin kızıdır. Erzurumlu bir delikanlı sarışın Kıpçak beyinin kızına âşık olur ve Erzurumlu delikanlı ile sarışın Kıpçak kızının arasında Erzurum ve yöresinde yaşanmaktadır.
Türk kültüründen etkilenen Ermeniler arasında birçok şifahî halk edebiyatı ürünümüzün yaşıyor olması, Sarı Gelin türküsünün, bir Ermeni türküsü olduğu iddiasının ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Böyle bir şey yoktur. Sarı gelin türküsünde Ermenice kelime yoktur.
Sarışın Kıpçak kızına âşık olan delikanlının ailesi,oğullarının kıpçak  kızı ile evlenmesine karşı çıkar. Delikanlı ise kıza deli gibi âşık olur ve aşkını şiirle mırıldanarak söyler. Kız bey kızıdır.Bey de kızını vermez bu delikanlıya.
Delikanlı sarışın güzel kızı kaçırmaya karar verir ve kaçırır. Kıpçak beyinin adamları iki kaçağın peşine düşer ve uzun bir takipten sonra bulurlar ve oğlanı öldürürler. O günden beri halkımız arasında bu hikâye dilden dile dolaşır.
Türkü Dadaş türküsüdür ve Rahmetli Faruk KALELİ hocamız türküyü derleyerek bugünkü hale getirmiştir. 

Atatürk Universitesi Fen-Edebiyat Fakultesi Tarih Bölümü öğretim Üyesi Yrd. Doc. Dr.Gürsoy Solmaz da, Sarı Gelin türküsünün kahramanı olan genç kızın 1130'lu yıllarda yörede hüküm süren Gürcü Penek Kralı'nin kızı olduğunu ileri sürmektedir.
Solmaz, ''Türkünün kahramanı kız ne Türk ne de Ermeni'dir.
Sarı gelin aslında Gürcü kızıdır. Demiştir.
Ancak Sarı Gelin türküsünün dilden dile dolaşmasınının, acıklı ve hüzünlü bir aşkın hikâyesi olmasından kaynaklandığı muhakkaktır…

Türkünün Sözleri
Erzurum çarşı pazar leylim aman aman
Leylim aman aman leylim aman aman sarı gelin


İçinde bir kız gezer ay nenen ölsün sarı gelin aman
Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim

Erzurum'da bir kuş var leylim aman aman
Leylim aman aman leylim aman aman sarı gelin

Kanadında gümüş var ay nenen ölsün sarı gelin aman
Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim

Elinde divit kalem leylim aman aman
Leylim aman aman leylim aman aman sarı gelin

Katlime ferman yazar ay nenen ölsün sarı gelin aman
Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim

Palandöken güzel dağ leylim aman aman
Leylim aman aman leylim aman aman sarı gelin

Altı mor sümbüllü bağ ay nenen ölsün sarı gelin aman
Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim

Vermem seni ellere leylim aman aman
Leylim aman aman leylim aman aman sarı gelin

Niceki bu halimse ay nenen ölsün sarı gelin aman
Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim


NOT:
Sarı Gelin türküsü, Kuzeydoğu Anadolu coğrafyasında ortaya çıkmıştır. Türklerin büyük bir kolunu teşkil eden Kıpçakların diğer adı da Kuman'dır. Diğer kavimler, Kıpçakları "sarışın" anlamına gelen "Kuman" adıyla veya bu anlama gelen başka kelimelerle anmışlardır.

Bazen...

Bazen...
Bazen sesin duyulmadığı çığlıklar yükselir yüreğinden!!
Gün olur ki sanki uyandıkların kayıp gider ellerinden..
Herşey yokken var, varken yok edenin adını düşünürsün kendince içinden..
İstesende kurtulamazsın bu ince sızının elinden...
Ne yapsan dolduramazsın yerini "O" lütfedip vermeden.. 
Ta ki Vedud ismi dillenir, bir gün ansızın çıkagelir..
Çünkü O sevgidir ve ancak O isterse kalpleri dize getirir..
Vedud ismine tecelli olmak duasıyla.. 

25 Ocak 2013 Cuma

Çocuklarımıza Neler Oluyor?

Son günlerde çocuklar, işledikleri suçlarla gündemimizde… Anne ve babalar olarak her birimiz aynı soru üzerinde yoğunlaşıyoruz.”Çocuklarımıza neler oluyor?” Kalem tutması gereken o küçük eller, neden tabanca, bıçak gibi öldürücü, kesici aletler, sigara, uyuşturucu gibi zararlı maddeleri tutuyor? Gün geçmiyor ki, annesinin boğazını kesen, babasını öldüren, öğretmenini bıçaklayan, kapkaççılık, hırsızlık yapan  çocukların haberi verilmesin.. Bu çocuklara neler oluyor, onları suç işlemeye yönelten  sebep ne?
Uzmanların görüşüne göre, çocuklarımıza bir şey olduğu yok. Onları suça teşvik eden asıl suçlunun,  şiddeti içselleştiren ve özendiren toplum olduğudur...Bu bağlamda toplumun en küçük ve temel taşının aile olduğunu düşünürsek ilk etapta suçlu aile olduğu ortaya çıkıyor.Çünkü çocuğun  hayatla tanıştığı ve duygusal gelişimini tamamladığı ilk yer ailesidir...Dolayısıyla  ailenin çocuğa yaklaşımı,tavırları, ilgisi, ilgisizliği önemli etken.

Anlaşılamamak, engellenmişlik duygusu, ekonomik yetersizlik, haksızlığa uğradığını düşünmek, kaale alınmamak, sürekli eleştirilmek ve aşağılanmak çocukları suça iten  diğer faktörler.
Adapazarı'nda 15 yaşındaki bir çocuk cadde ortasında tartıştığı annesinin, ekmek bıçağıyla boğazını kesip, 5 yerinden bıçakladı, Hatay'ın Kırıkhan İlçesi'nde psikolojik sorunları olduğu ileri sürülen lise öğrencisi 18 yaşındaki genç annesinin boğazını keserek öldürdükten sonra intihar girişiminde bulundu. İzmir'de bir çocuk, oyun arkadaşını kalbinden bıçaklayarak öldürdü. Sakarya'da 10 yaşındaki kız çocuğu mağazada müşterinin çantasını alıp kaçarken yakalandı... gibi.
Daha endişe verici olan ise; yapılan araştırmalara göre suç işleme yaşının 7 yaşa kadar düşmüş olması. 
Çocuğu suça iten sebepler ve çözüm önerileri ile ilgili bir kaç uzman görüşüne baktığımızda;
Şiddet özendiriliyor.
İstanbul Bilgi Üniversitesi Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Serdar Değirmencioğlu'na göre, şiddet 5 yıldır Türkiye'nin bir numaralı gündemi. Çocukların şiddete yönelmesini doğuran faktörlerin, toplumsal normlardan kaynağını aldığını ifade eden Değirmencioğlu, toplumsal yaşamın her alanında görülen şiddetin ara ara gerçekleştiğini söylüyor. Değirmencioğlu, sistemin işleyişi, ordunun elindeki gücün denetlenememesi, hala silahlı çatışmanın çözüm olduğuna inanan grupların varlığı, emniyetin sert yöntemlere inanması gibi faktörlerin genel çerçevede toplumda şiddeti özendirdiğini kaydediyor. Değirmencioğlu, yoksul ve aşırı göç alan mahallelerde çocukların şiddete daha fazla yöneldiğinin altını çiziyor. Uzman Psikolog Saynur Kaya ise, 
anlaşılmamak, engellenmişlik duygusu, ekonomik yetersizlik, haksızlığa uğradığını düşünmek, kaale alınmamak, sürekli eleştirilmek ve aşağılanmak gibi davranışsal ve zihinsel süreçlerin çocukları öfkelendirdiğine dikkat çekiyor. Kaya, "Öfke temel insani duygu, ancak öfkenin ifadesinde sorun yaşıyoruz toplum olarak" diyor. 
Medyanın etkisi 
Kaya'ya göre, şiddetin yer yer ödüllendirildiği durumlar da var. Çocuklar bunları gerek TV'lerde, gerek sokakta, gerek aile içinde gözlemliyorlar ve kendilerine model alıyorlar. Kaya, "TV dizilerine bakın, şiddetin kurumsallaşması ve şiddetin 'ulaşılmak istenen şeylere ulaşma aracı' olarak kullanılması ile karşılaşırsınız" diye konuşuyor.
Doç. Dr. Değirmencioğlu, medya çocukları şiddete özendiriyor görüşünü dile getiren Kaya gibi düşünmüyor. Değirmencioğlu'na göre, medya tetikleyen faktör gibi görünür ama etkisi ikincil planda. Değirmencioğlu, medya çocukları suça itiyor olsaydı şiddete bulaşan çocuk sayısının daha fazla olacağını dile getiriyor. 
Sizce medyanın etkisi nedir?
Peki ne yapılmalı? 
Doç. Dr. Değirmencioğlu'na göre, çocuğun hayatında kendisinin de taraf olduğu çözümler üretilmeli. Okullar demokratikleşmeli. Aileler çocuk yetiştirmeye hazır hale getirilmeli. Psikolog Kaya'ya göre ise, çocukları şiddet olgusuna yönlendirmemek için toplumun tüm aktörleri şiddetten arındırılmalı. Yoksa şöyle yapın böyle yapınlarla bir yere varamayız. 

Her ne yapılacaksa bir an önce yapılmalı! Konuşmaktan öte, icraat yapma zamanı...Bu bağlamda aile, okul, devlet toplum çözüm konusunda, ortak payda etrafında birleşmeli ve duyarlı davranarak herkes üzerine düşeni en kısa zamanda yapmalı. 
Aksi halde çocuklarımızı, geleceğimizi kaybediyoruz.






23 Ocak 2013 Çarşamba

MEVLİD KANDİLİNİZ KUTLU OLSUN..(Bu Yazı Bir çocuk Tarafından yazılmış, O nedenle okunmalı..)

"Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir.'' (Tevbe:128)

Bu yazı bir çocuk tarafından yazılmış. Bana göre alim de olsa prof. da olsa bir kişi, duygularını bu kadar temiz ve sade anlatamaz. Bunun için çok anlamlı bu yazı...
 Ey alemlerin sultanı,
Senin yaşadığın dönemde ne çok zorluk vardı. Güneş gibi doğdun insanlığa. Yetimin babası,güçsüzün koruyucusu,darda kalanın kurtarıcısı,insanlığın rehberi oldun.
Cahiliye dönemi karanlıktı. Kız çocukları diri diri toprağa gömülüyor,insanlar mal gibi alınıp satılıyor,kadına hiç değer verilmiyordu.Ve birgün sen geldin dünyaya.Bütün kainat seviniyordu.Kainatın efendisi,göklerin resulü gelmişti.Allah-u Teâlâ "Sen olmasan alemleri yaratmazdım buyuruyordu".Dünyaya gelmen ne büyük bir sevinçti Ya Resulallah.
O dönemde yaşayıp da seni görenler ne kadar şanslıydı Ya Resulallah.Senin yürüdüğün yollarda yürümek,seninle aynı camiide secde etmek,seni bir dakika bile görmek ne büyük saadet.Ağlayan bir çocuk gördüğünde başını okşayıp derdini sorardın.Torunlarını öpüp,onlarla şakalaşırdın.Güvenirliliğinle tanınırdın.Ya Resulallah yürüdüğün yollarda toprak olsaydım,gölgelendiğin ağaç olsaydım,dalından kopardığın çiçek olsaydım da seni görseydim.
Ama şimdi sen yoksun.Yetimin hakkı yeniyor.Sokak kaldırımlarında ağlayan biçare çocukların başını okşayan yok.Aksine her geçen bir tekme atıyor!Ya Resulallah sen "Sizin en hayırlınız Kur'an'ı öğrenip öğreteninizdir buyuruyordun.Şimdi öyle kimseler var ki Kur'an'a değer bile vermiyor.."Müslüman,müslümanın kardeşidir..." buyuruyordun.Kardeş kardeşin canına kıyar mı,kardeş kardeşin malını çalar mı Ya Resulallah?"Komşusu açken tok yatan bizden değidir" buyuruyordun.Şimdi insanlar komşusu açlıktan ölse bile tok yatıyor.Hem de hiç içleri acımıyor.Sen olsaydın böyle mi olurdu Ya Resulallah?
Ah keşke herkes seni örnek alsaydı. Herkes senin izinden yürüseydi.Kimsenin canı yanmazdı.Kaldırımlardaki çocuklar ağlamaz,yetimler unutulmazdı.Seni özledim Ya Resulallah.Nerdesin?Yine gel.Işığınla aydınlat kainatı.Seni,seni özledim Ya Resulallah.


YAŞAR GEDİKLİ
(Rabbim kabrini nur , makamını cennet etsin Hocamın..)

20 Ocak 2013 Pazar

Dombra Türküsü ve Hikayesi (Dombra ve Kopuzun Efsanesi )


Eskiden bir hanın kızı fakir bir delikanlıya âşık olur ve gizli gizli buluşurlar. Bu durumu fark eden han, delikanlıyı öldürtür. Ölen delikanlıdan hamile kalan kız, bir kız ve bir oğlan doğurur. Dedikodudan korkan han, çocukları jalmavuza, yani cadıya öldürtmeyi düşünür. Jalmavuz çocukları gözün görmediği, kulağın duymadığı bir yere götürüp yemyeşil yüksek bir ağacın başına; kızı doğuya, oğlanı batıya doğru çevirip bağlar. Çocukların gözyaşlarının ağaca değdiği yer çürümeye başlar…
Çam ağacının gövdesinden, Kesip de yaptığım kopuzum. Asi tekenin boynuzundan, Tiyek yaptığım kopuzum… Orta Asya Türk toplulukları pek çok alanda zengin bir kültürel kimlik oluşturmuştur. Efsane… ve diğer anlatılar sayesinde de köken bilgilerini günümüze kadar taşımışlardır. Türkler kullandıkları müzik aletlerinin değişik sebeplerle meydana geldiğine ve her aletin kendine ait bir tarihi olduğuna inanmaktadırlar.
 Bu manada Kazakistan’da yaygın olarak kullanılan ve hatırı sayılır bir geçmişe sahip olan “Dombıra ve Kopuz”un çıkışı ile ilgili bir çok efsaneden söz etmek mümkündür. Günümüz Kazakistan’ında kullanılan müzik aletleri içinde dombıra ve kopuz, artık müzik yapımcılarımızın sık kullandığı, dizi müziklerimizin vazgeçilmez enstrümanları hâlini almıştır. Telli çalgılar arasında önemli bir yere sahip olan dombıra ile yaylı çalgılar grubuna giren kopuz, en yaygın kullanılan ve üzerine birçok efsaneler yazılarıdır.
 İki Telli Dombıra Evlerin Duvarlarını Süsler
Kazak Türkleri arasında dombıra en yaygın, değerli telli çalgılardan sayılmaktadır. Halk arasında bu çalgıdan atalarının kalbinin sesini, gönül şarkısını dinledikleri inancı yaygındır. O yüzden Kazakistan’da duvarında dombıra asılı olmayan ev yoktur. Bu aletin bu kadar yaygın olmasının en başta gelen nedeni kolay taşınabilir olmasıdır; ikinci nedeni ise yapılışının kolay oluşudur. Bu çalgı uzun ince saplı olup sap başından gövde ucuna kadar iki tel gerilmektedir. Gövde oyuk, üzeri ince tabakayla kaplıdır. Dombıra mızrapsız, parmak uçlarıyla çalınır. Gövdesi Kazak motifleriyle süslenen bu çalgı, bütün ağaçtan içi boşaltılarak yapılır. Telleri bağırsaktandır. Eski şeklinde kulak bulunmamakta, maytap yerine aşık kullanılmaktaymış. Müzikçilerin teknikleri arttıkça telli aletlerin eski şekli korunarak gelişmeye başlamış.
 Ağacın İçindeki İki İp ve Hüzün Nağmeleri
Dombıranın çıkışıyla ilgili yaygın olan efsane hüzünlü bir hikâyeyi barındırır. Eskiden bir hanın kızı fakir bir delikanlıya âşık olur ve gizli gizli buluşurlar. Bu durumu fark eden han, delikanlıyı öldürtür. Ölen delikanlıdan hamile kalan kız, bir kız ve bir oğlan doğurur. Dedikodudan korkan han, çocukları jalmavuza, yani cadıya öldürtmeyi düşünür. Jalmavuz çocukları gözün görmediği, kulağın duymadığı bir yere götürüp yemyeşil yüksek bir ağacın başına; kızı doğuya, oğlanı batıya doğru çevirip bağlar. Çocukların gözyaşlarının ağaca değdiği yer çürümeye başlar. İki bebeğin kalp atışı durduğunda bu ağaç da yaşamını durdurur.
Kız ise halk arasında söylenenlere dayanamayıp ikizlerini aramaya yola çıkar. Gitmediği yer, çıkmadığı dağ kalmaz. Üzüntüyle günleri geceleri uykusuz geçer; umutla ayları, ağlamakla yılları geçer.
 Sonunda yorgun, hâlsiz kalan kız dinlenmek için çürümekte olan ağacın altına gelip uzanır. Uyuyakaldığında onu büyüleyici bir ses uyandırır. İyice dinleyince sesin ağaçtan geldiğini fark eder. Kız gündüz ikizlerini arar, gece ise bu ağacın altında hem dinlenir hem de ağaçtan gelen sesle gönlünü avutur. Günün birinde etrafına bakmak için ağaca tırmanırken onu devirir. Çok geçmeden rüzgâr esince ağaç tekrar canlanır. Kız onun sırrını araştırınca ağacın tepesinden dibine kadar oyuk olduğunu görür. Ağacın tepesinde incecik çekilmiş ipi görür. Bu ipler onun iki çocuğundan kalan iplerdir. Batıdaki ip serbest, doğudaki ip ise sert çekilerek bağlanmıştır. Ölmüş ikizinin ipleri olduğundan haberi olmayan kız ağacın bu şekilde bu güzel sesleri verdiğini anlar. Sonra kendisi de ağacı oyup iki ip bağlayıp çalmaya başlar. Çalınca çok güzel ses çıkarır alet. Kız, ipin gevşek olanına hüzünlü sesinden dolayı oğluna koyacağı Munlık (hüzün) ismini, sert çekilmiş ipe de sesinin acı olmasından dolayı kızına koyacağı Zarlık (aşırı üzüntü, hüzün) ismini verir. Aleti gece gündüz elinden bırakmayıp, ezgi besteleyip, halk arasında dolaşıp ikizlerini ararmış.
 Dombırayı İki Telli Hâle Getiren Cengizhan’ın Evlat Acısıdır
Dombıranın oluşumuyla ilgili başka efsane ise şu şekildedir: Cengizhan’ın büyük oğlu Joşıhan ava çıkar. Yaralı ceylanın peşini kovalarken vefat eder. Oğlundan habersiz kalan Cengizhan onun öldüğünü sezerek “Kim bana bu acı haberi söylerse onun boğazına kurşun dökeceğim.” der. Cengizhan’ın sertliğinden korkan vezirleri haberi vermeye cesaret edemezler. Buna daha çok sinirlenen Cengizhan tüm kahrını, acısını halktan çıkarmaya başlar ve halka zulmeder. Bu kadar ağır eziyetin altında kalan halkını bu ıstıraplardan kurtarmak ümidiyle Kerbuğa-küyşi Hanın huzuruna gelir, bildiklerini gizlemeden anlatmasını ister. Kerbuğa da bildiklerimi ben değil iki telim anlatsın der; “Aksak Ceylan” küyünü yazar ve dombırasıyla Cengizhan’a anlatır. Küyde Hanın katılığı, acımasızlığı, halkın çektiği ağır işkenceler, avcılık hayatı ve Joşıhan’ın ölümü anlatılır. Bunun hepsini çok iyi anlayan Cengizhan Kerbuğa’nın boğazına kurşun dökülmesini emreder. Fakat Kerbuğa acı gerçeklerin kendisi değil dombırasının ağzından çıktığını söyler. Böylece kurşun dombıranın gövdesine dökülür. Sıcak kurşuna dayanamayan dombıranın birkaç teli kopar, eskiden altı telli olan dombıra bugünkü iki telli hâlini alır.
 Efsaneden anlaşıldığı gibi müzik dilinin derinliği, ustalığı gerektiren alet çalma tekniğinin gelişmesi, müzik aletleriyle ilgili efsanelerde önemli bir role sahiptir.
Türkünün Sözleri
Kara kış köyüme gelende
Lapa lapa kar yere düşende
Dombıramı alırım
Yürek sazımı çalarım
Kaygılarımı hiç söylenmem.
Dombıra sazımı işiten babalar 
Manasına kulak veren analar
İşittiğini akıl yorarak,
Yürekleri titreyerek
Göz yaşlarını esirgemezler.
Nogayların derdi sayısız, her gününde 
Yiğitlerin uyumadığı günlerde
Yüreklerini cesaretlendiren
Savaşlarda güç veren
Görüp geçirmiş dombıra
Şamanlar Kopuzu Tedavide Kullanmıştır
Kazaklarda önemli olan bir başka çalgı ise kobızdır. Kobız, yayla çalınan telli çalgılardandır. Kobızın büyülü sesini asırlarca Şamanlar, törenlerinde hasta tedavi etmek, kötü ruhları kovmak gibi amaçlar için kullanmışlardır. Baksı veya Kam adı verilen bu Asya Türk tedavicileri, tedavi seansı sırasında kutsal saydıkları müzik aletlerine özel önem verirlerdi. Yayın tellere sürtünmesinden çıkan sesin, ata ruhu ile bağlantı kurmaya yardımcı olduğuna ve bu sesin iyi ruhları çağırıp kötü ruhları kovduğuna inanırlardı. Bu nedenle kılkobız baksılar tarafından kullanılmıştır.
 Dede Korkut’un Sazı Kopuz
Kopuz, Dede Korkut’un sazıdır ve yayla çalınır. Baş kısımdaki tellerin bağlandığı ses burgularından birisi güneşi diğeri ayı temsil eder. Gövdede telleri taşıyan köprü kısmının altı yeri, üstü de göğü temsil etmektedir.
 Geliştirilip dört telli orkestra kobızına dönüşen “Narkobız” da bunların devamı niteliğindedir. Kazaklar kılkopuzun Dede Korkut’la bağlantılı olduğuna inanmaktadırlar. İki telli kılkopuzun telleri at kılındandır. Gövdesinin üstü açık oyuktur, alt tarafı deriyle kaplıdır. Yüzü genelde düz değildir. O yüzden telleri yüksek durmaktadır. Diz üzerine konularak çalınır. Kopuzu çalmak için kullanılan ağaç yay şeklindedir. Kopuz yapmak için kayın, meşe, ıhlamur gibi ağaç türleri seçilir. Kopuz yapılacak ağaç fidanken özel bakıma alınır ve sadece sonbahar günlerinde kesilmektedir. Ustalar yılın diğer mevsimlerinde kesilen ağacı ham görmekte ve kullanmamaktadırlar.
 Dede Korkut Kopuzu Rüyasında Keşfeder
Dede Korkut’un kopuzu nasıl icat ettiği ile ilgili efsane günümüze kadar korunmuştur. Bu efsaneye göre; Korkut küçüklüğünden kavrama yetisi yüksek ve hafızası kuvvetli bir çocuk olarak büyür. O dönemde kullanılan müzik aletlerin hepsini çalabilecek seviyeye gelir. Fakat bununla yetinmeyen Korkut kendi elleriyle, insan ve hayvanların tabiat olaylarının, kâinattaki varlıkların sesini çıkarabilen bir müzik aleti yapmak istemiş. Aleti nasıl yapacağını çok düşünmüş, kesip getirdiği bir çam ağacının gövdesine tasarladığı şekli vermeye çalışmış. Fakat bundan sonra ne yapacağını bilemeyip çok zorlanmış. Günler hep böyle çam ağacına şekil vermekle ve nasıl bir alet yapacağını düşünmekle geçmiş. Bir gün artık iyice yorulan Korkut otururken bir anlık uykuya dalmış. Rüyasında bir melek ona: “Ey, Korkut! Yapmakta olduğun kopuz altı yaşındaki erkek devenin kemiği kadar olmuş. Fakat onun deve derisinden gövdesi, erkek keçinin boynuzundan oyularak yapılmış tiyeği (teli yüksek tutmak için altına konulan köprü), beş yaşındaki aygırın kuyruk kıllarından örülmüş işegi (bağırsak) eksiktir. Bunları sağlarsan, aletin kuş gibi ötmeye dünden hazırmış.” diyerek kopuzu nasıl tamamlayacağı hakkında bilgi verir. Korkut uyanır uyanmaz meleğin anlattıklarının hepsini yapmış.
 “Çam ağacının gövdesinden,
Kesip de yaptığım kopuzum.
Üyenkinin gövdesinden,
Oyarak yaptığım kopuzum.
Jelmaya’nın derisinden,
Şanak yaptığım kopuzum.
Asi tekenin boynuzundan,
Tiyek yaptığım kopuzum.
Beş yaşındaki aygırın kuyruğundan,
İşek yaptığım kopuzum.
Kulaklarını ayarlayayım,
Olmazsa bu dediklerim.
 Tekrar yere vurup seni parçalayacağım!” diyerek kopuzu eline almış, kendi elleriyle yaptığı bu müzik aletinin tellerinden güzel nağmeler dökülmeye başlamış. Uçan kuş, koşan hayvan, esen rüzgâr, bütün tabiat hareketlerini durdurmuş, kopuzun sesine kulak vermişler.
 Bibigül OSPANALİYEVA

Halimiz Ortada

  Dün, uzun süredir görüşemediğim bir arkadaşım aradı beni. Görüşmememizin özel bir nedeni yok. Hayat gailesi işte... Kendimizi öylesine kap...