17 Ağustos 2012 Cuma

Bayramlarınız Bayram Ola..

…..
Serilsin gönüller döşek misali
Patlasın sevgiler fişek misali
Hakikat, durmadan, şimşek misali
Çaksın, BAYRAM OLSUN BAYRAMLARINIZ.
ABDURRAHİM KARAKOÇ
Yine bir bayram arifesindeyiz.Bayramı bayram tadında, bayram sevincinde yaşamak; küsleri barıştıran, insanları kaynaştıran, çocukları sevindiren, Ülkeme, Milletime barış, sevgi, güven, huzur ve mutluluğun hakim kıldığı bir bayramda bayramı yaşamak en büyük dileğim..

Klışeleşmiş bir söz vardır, hani hepimizin geçmişe olan özlemini ifade etmek için kullanırız. ”Nerde  o eski bayramlar.” Her birimizin hayalinde farklı anıları çağrıştıran bir söz..Oysa hiç birimiz eski bayramları bayram yapan o dönemlerde yaşayan insanımızın kültürel, milli ve manevi değerlere olan bağlığını sorgulamayız.. Elbette eski bayramlar çok güzeldi. Çünkü eski bayramları güzelleştiren güzel zihniyette olan güzel insanlardı. İnsanların düşünce ve hayat felsefeleri  değiştikçe bayramların da ifade ettiği anlam değişime uğradı. Eski örf ve adetlerin yerine modern dünyanın  makineleşmiş düşünceleri , kuralları hakim olunca da eski bayramların saflığını, güzelliğini, sevincini, yardımseverliliğini insanı huzura mutluluğa boğan günlerini özler olduk..
Nerde, o günler öncesinden özene bezene seçilen tebrik kartları ve yine aynı hassasiyetle gönlünden yüreğinden gelen ifadelerle yazılıp gönderilen ve beklenen  tebrikler? ..Nerde o arife günü   alınan bayramlıklarla birlikte yattığımız, günler öncesinden içimizin kıpır kıpır olduğu, çocukça saf,  tertemiz bir heyecan ve coşkuyla beklediğimiz bayram sabahı? .. Arife günü herkesi bir telaş alır, ev temizlenir, banyo yapılır, çamaşır yıkanır. Bir taraftan bayramda ikram için baklava ve su böreği yapılır.Elde yapılan baklava ve su böreğinin tadına doyum olmaz..O telaşın arasına bayram alış verişi de sıkıştırılır. Sonra ilginç bulduğum  yöresel bir adet diyeyim. Yoğurt, yumurta, un karışımından oluşan, elde açılan yağda kızartılan adına bişi dediğimiz hamur kızartması yapılır.. İlginç bulduğum nokta herkes yapar ve herkes yaptığı bişiden birbirine göndermesi.. Sanırım insanlar arası paylaşımın güzel bir örneği olsa gerek..
Bayram sabahı erken kalkıp bayramlıkları  giydiğimizde, o sevinci anlatmaya sanırım kelime yetmezdi. Anne ve babamızın elini öpüp  aldığımız harçlığın sevinciyle, kendimizi dışarı atar, mahalledeki diğer çocuklarla bir araya gelip bir taraftan kıyafetlerimizi karşılaştırır, kimlere gideceğimizi planladıktan sonra  komşuları gezmeye başlardık. Bu gezme  bir çoğumuzun  çocukluk anılarını süsleyen   şeker toplama . .Bazı komşular şekerle birlikte mendilin arasında bayram harçlığı da verirlerdi.. Topladığımız paralarla lunaparka gider  bayram sevincini son demine kadar yaşardık...
Hanımlar sabahın erken saatinde kalkıp eşini bayram namazına gönderir, kendisi de evin önünü balkonu bir kez daha yıkar ve o günün yemeğini, erkekler camiden çıkmadan hazırlardı. Çünkü, bayram namazı sonuna kadar çeşmelerden akan suyun zemzem suyu olduğuna inanırlardı.. İnanç hurafe yada batıl olabilir..Sonrasında büyüklerin elleri öpülür, bayramlaşma merasimleri bayram sonuna kadar devam ederdi. Ben aynı geleneği kendi evimde de uygulamaya çalışıyorum..Ne güzel günlerdi o günler..
Günümüzde ise metropolleşmenin sonucu ortaya çıkan  şehirlerimizde,  insanlar kendini hayatın keşmekeş çarkına öylesine kaptırmış ki. Kimine göre sadece bir tatil, kimine göre ise anne baba akraba ziyareti için bir vesileden öteye gitmiyor..Hissedemiyor  bayramı bayram sevincini,kendini  bu güzelliği yaşamaktan mahrum ediyor..Dolayısıyla   bayramlar da, ramazanlar da eski heyecanını kaybetmiş durumda..

Velhasıl bayram büyük bir heyecan dalgası, mutluluk patlamasıdır. Kanaatin zirvesi, bereketin ta kendisidir.
İşin doğrusu, kendimiz ve çocuklarımızın bu mutluluk ve bereketten yoksun kalmamasını ve gelecek kuşaklara  aktarılmasını sağlamak, bayram sevincini  yaşama ve yaşatma bizim elimizde..
 Tadı bayramlarda değil kendimizde aramak lazım. Çocukluğun verdiği sayfiyette. Onun getirdiği küçük şeylerden büyük mutluluklar çıkarabilme yeteneğinde. 


Bayramınız bayram tadında geçsin...
Hanife Mert

14 Ağustos 2012 Salı

Kadir Geceniz Mübarek Olsun..



Allah’ım sen affedicisin, affı seversin, beni affeyle. (Allahümme inneke afüvvün kerîmün, tuhibbül afve fa’fü anni) Tirmizî, Daavât 84.
 Kadir Gecesi, Kadir Sûresi'nde de ifade edildiği üzere, "Kur'an'ın indirildiği; bin aydan daha hayırlı olan; Rab'lerinin izniyle Ruh ve meleklerin her türlü iş için indiği; tan yeri ağarıncaya kadar esenlik, huzur ve güven kaynağı olan" (Kadir, 97/1-5) bir gecedir.  
Ey Rabbimiz! Senden; Senin sevmeni, Senin sevdiklerinin sevgisini ve bizi Senin sevgine ulaştıracak amellerin sevgisini dileriz. Senden tertemiz bir hayat, dosdoğru bir ölüm, rezil etmeyen ve ayıpların sayılıp dökülmediği bir dönüş istiyoruz
Ey Rabbimiz! Senden hidayet, takva, afiyet ve gönül zenginliği istiyoruz. Bize talihsiz ve nankör olmayan, şirkten arınmış, tertemiz kalpler lutfeyle .
Ey rabbimiz ; Aşk ile yanmayanlar öleceğin sanmayanlar sözlerini dile getiren kulların arasında yüreğimi ve yüreklerimizi dualarla süslemeni ümit ediyoruz... Ölümün bakiliği gökyüzüne ulaştığı an ki! O an Sen hep varolacaksın, Af kapında dizilirken sonsuz merhametinden bizleri de gül kokularıyla sevindir...
Amin...

 Mübarek Kadir Gecemizin  hayır ve bereketle yaşanmasını Ülkemize ve bütün İslam alemine  huzur , barış, sevgi - kardeşlik getirmesini  ve hayırlara vesile olmasını diliyorum. 

 
Hanife MERT

13 Ağustos 2012 Pazartesi

Ela Gözlüm Ben Bu Elden Gidersem Türkü ve Hikayesi



TÜRKÜ SÖZLERİ
Ela Gözlüm Ben Bu Elden Gidersem,
Zülfü Perişanım Kal Melül Melül.
Kerem Et, Aklından Çıkarma Beni,
Ağla Göz Yaşını, Sil Melül Melül.

Elvan Çiçekleri Takma Başına,
Kudret Kalemini Çekme Kaşına,
Beni Ağlatırsan Doyma Yaşına,
Ağla Göz Yasini, Sil Melül Melül

Yeter Ey Sevdiğim Sen Seni Düzet
Karaları Bağla,Beyazı Çöz At
O Nazik Ellerin Bir Daha Uzat
Ayrılık Şerbetin Ver Melül Melül

Karac’oğlan Der Ki Ölüp Gidince
Bende Güzel Sevdim Kendi Halimce
Varıp Gurbet Ele Vasıl Olunca
Dostlardan Haberim Al Melül Melül

KARACAOĞLAN

                                               TÜRKÜ HİKAYESİ
 Büyük bir halk şairi olan Karacaoğlan'ın hayatı üzerine yapılan araştırmalarda kesin bir bilgi yoktur. Son yıllarda yapılan araştırmalarda ve şiirlerinde yapılan incelemelerden onun 1606 da doğmuş 1670 yılında ölmüş olduğu tahmin edilmektedir. Her nekadar doğduğu yer bilinmiyorsa da öldüğü ve mezarının bulunduğu yer bellidir. Kendisinin Güney Anadolu'da yaşayan Türkmen aşiretinden olduğu daha doğrusu Mersin'li olduğu muhakkaktır.Şiirlerinden anlaşıldığı kadarıyla kendisi pek çok yer gezmiş,aşkı ve tabiat sevgisini yaşadığı hayatı, çağının konuşma dili ile öz türkçe olarak işlemiş ve anlatmış bir halk şairidir.
 Bugün kesin olarak bilinen bir şey varsa o da mezarının Mersin'in Mut İlçesi'ne bağlı Karacaoğlan Köyü'ndeki Karacaoğlan tepesinde Karacakız tepesi ile karşı karşıya olduğudur.
 Mezar 1997 yılında anıt mezar haline getirilerek Kültür Bakanı İstemihan Talay tarafından ziyarete açılmıştır. Karacaoğlan aynı zamanda tarihte heykeli dikilen, bilinen ilk ozandır. Mersin'in Mut İlçesine Heykeltraş Prof.Hüseyin GEZER tarafından yapılan heykeli 8 haziran 1973 günü dikilmiştir.Yörede onun şiirlerinden pek çoğu halk arasında söylenir bazıları türküleştirilmiştir.
 Çeşitli kaynaklara göre Kozana bağlı Feke İlçesi'nin "Gökçe" köyünde, "Mamalı" da, "Binbuğa"da, "Erzurum"da "Zobular"da, "Gökçeli"de, "Varsak da, hatta "Belgrad"da doğduğu öne sürülmüştür. Fakat, kanımızca en sağlam ve eski kaynak, Akşehirli Ahmet Hamdi Efendi'nin hatıra defteri olup, inandırıcı delillere da-yanmaktadır. Hamdi Efendi, Varsak köyünde 1876 da hatıra defterine şu satırları kaydetmiştir: "Malum ola ki Karacaoğlan Varsak karyesinde dünyaya gelüp babası Türkmen aşiretinden Kara İlyas, fakir-el hal olmağla sayd-ü şikarla taayyuş eder olup 1013 (M .1604) tarihinde Kozan dere-beylerinden Hüsa m Beyin sayıl namıyle tut-kap asker devşirdiği hengamda İlyas dahi tutulup götürülerek orada gaip olduğu için lakapları Sayıloğlu kaldığı ve el- yevm karyei mezbur hanedanı Sayılzade Mehmet Efendi'den anlaşılmıştır.
 Karacaoğlan'ın ismi Hasan olup öksüz büyümüş. Vechen karayağız ve fakir çocuğu olduğu için buna Karacaoğlan denülüp böylece anıldığı. Karacaoğlan delikanlı iken munis ve zeyrekliği hasebiyle ol vaktin karye ağalarından serdengeçti Osman Ağa Karaca Oğlan'ı evlatlık şekliyle diğer fakir bir aile kızıyle teehhül ettirmiş ise de kız hor ve çirkin olduğundan Kara caoğlan babası gibi Sayıl askerliğine tutulacağını anlayup yirmi dört yaşında Varsak'tan firar-la mekanın gaip ederek, encam Maraş'ta Zülgaroğlu (Zülkadir olacak) Hüsam Bey' in himayesinde altı sene teehhül ümidiyle kalıp, teehhül ümidi münkesir olunca ora-dan müfarekatla yine geşt-i diyara başlayıp on dokuz sene sonra vatanına gelmişse de fazla barınamayıp elli beş yaşında Tarsus tarikıyla tekrar geşt-i diyara der-ban oldu-ğu (1)", kayıtlıdır. Han Mahmut adli halk hikayesinde ve diğer bazı anlatımlarda Karacaoğlan'ın Tarsus'ta Karaca Kız adındaki bir yörük beyi'nin kızına aşık olduğu, vermedikleri için kızın, arkasından da Karacaoğlan'ın Kırklar mağarasına, bazı kaynaklara göre de Eshab-ı Kehf Mağarasına çekilerek orada öldüğü rivayet olunur. İshak Refet Işıtman ise, 1933 yılında yayınladığı Karacaoğlan adlı eserinin 33. sayfasında "Şairin menkıbeleri arasında Karaca Kız adlı birisini sevdiği söylenir ve ölünceye kadar bu sevginin devam ettiği, fakat birbirlerine kavuşamadıkları, en sonunda Karacaoğlan'ın bir tepeye, Karaca Kız'ın da onun karşısındaki bir tepeye gömüldükleri anlatılır. Bu tepeler Çukurovada imiş", demektedir.
 Bizim görüşümüze göre buradaki Çukurova'dan Çukur Köyü'nün anlaşılması gerekir. Zira Çukur köyü (şimdi Karacaoğlan) Karaca Kız ve Karacaoğlan Tepeleri'nin düzlüğündedir. Fuat KöPage Rankingülü'nün araştırma yaptığı dönemlerdeki ulaşım imkanları dikkate alınırsa, Mut İlçesi dahi belli çevre dışında bilinmezken Çukur köyünün bir araştırmacı için bilinmesi elbette mümkün değildir. Esasen şimdiki Çukur (Karacaoğlan) köyü 1286 yıllarında Sarıkavak beylerinden Hacı Kadir ağa zamanında eski yerinden nakledilmiştir. Karacaoğlan tepesinin birkaç kilometre kuzey batısına düşen eski Çukur içme ve kullanma sularını sarnıçlardan sağlayan bir kıraç yayladır. Sarıkavak beylerinin yaylası olan bu köyün 8 kilometre kadar doğuya nakledilmesinin bir de hikâyesi vardır.
 Rivayete göre köyün çobanı, sürünün içinden bir tekenin sık sık ayrılarak sakalı ıslanmış şekilde geriye döndüğünü görür ve merakla takip eder. Görür ki şimdiki köyün hemen yakınında bir kaynak vardır ve teke tesadüfen bulduğu bu kaynaktan iç güdüsüyle şaşırmadan gidip, suyunu içtikten sonra dönmektedir o Bundan sonra sadece yazları oturulan eski Çukur su kaynağına yakın yerde yeniden iskân sahası haline getirilir. Köy devamlılık kazandıktan sonra halk Karacaoğlan mezarını adeta ziyaretgâh haline getirmiş, ona evliyalık izafe etmiş, tepenin adına zamanla Erenler Tepesi de denmeye başlanmıştır.

Alıntı

Özlü ve Anlamlı Sözler..



Cahil İnsan her sözünde kendini aklar, Alim insan her sözünde kendini yoklar...

12 Ağustos 2012 Pazar

Atatürk'ten Özlü Sözler..

.
Ulusal varlığımıza düşman olanlarla dost olmayalım. Böylelerine karşı, “Türk’üm ve düşmanım sana, kalsam da bir kişi” diyelim. 

M.KEMAL ATATÜRK

7 Ağustos 2012 Salı

Güven Sevgiden önce gelir..

Başkalarına karşı beslediğimiz güvenin en büyük kısmını doğuran, kendimize olan güvenimizdir.. La Rochefoucauld
İnsan hayatını  etkileyen önemli  faktörlerden biridir güven duygusu.. Gerek kendimiz, geleceğimiz, insanlarla olan ilişkilerimiz ve gerekse  toplumumuz ve insanlık adına yapacaklarımızın teminatıdır . İnsanı başarıya götüren yoldur.
 Güven duygusu özünde cesaret , saygı, sevgi, kendini değerli hissetme gibi olumlu , güvensizlik ise; korku, endişe ve çekinme  gibi olumsuz duyguları barındırır.
Kendine  güveni kazanabilmek için, öncelikle kendimizle ilgili artı eksi yönlerimizi gerçekçi bir şekilde teşhis etmeli, olumlu yönlerimizi besleyerek desteklemeli ve öz güven arttırıcı tutum ve davranışları sergilemeliyiz. Aksi halde güvensizlik kişinin kendine olan saygınlığının kaybolmasına, kendini değersiz biri olarak hissetmesine ve toplumdan kendini soyutlamasına neden olduğu gibi, kişinin hata yapma riskini de arttırmaktadır.
Kendine güvenini kazanan, iç dünyası ile barış yapmış kimse artık bir çok şeyi aşmış demektir. Öncelikle kendine güvenen kimse karşı tarafa da güven telkin eder. Tabiri caizse ayakları yere sağlam basar. Kendinden emin hareket eder, yalandan, riyadan, uzaktır. Emanete hıyanet etmez, verdiği sözü her halükarda yerine getirir. İnsanlarla ilişkilerinde dürüstlük, doğruluk ve saygı ön plandadır. Dostluğa, arkadaşlığa önem verir. Kendine  güvenen insanların bu kadar güzel özelliklere sahip olmaları çok normal. Çünkü böyle insanların saklayabilecekleri bir “BEN”i yoktur. Dolayısıyla,bu kişiler hiç kuşkusuz  herkes tarafından sevilen aranan insanlardır.
“Güven sevgiden önce gelir” güvenilen insan sevilir, değer görür. Kendisine güvenemediğimiz, davranışlarından emin olamadığımız, ama hasbel kader sevgi beslediğimiz bir arkadaşımız, dostumuz veya bir yakınımız  ile olan ilişkimiz kısa bir süre sonra bitecektir. Çünkü güvensizliğin insanın iç dünyasında oluşturduğu şüphe;  ateşin odunu yakıp bitirdiği gibi, sevgiyi bitirir..
Bir gün merhum Mehmet Akif Ersoy, bir arkadaşı ile randevulaşır. O gün yağmur yağar buna rağmen M. Akif  randevu yerine gider ve arkadaşını bir süre bekler. Ancak arkadaşı hava yağmurlu olduğu için M. Akif’in gelmeyeceğini düşünür ve randevu yerine gitmez. Sonra M.Akif arkadaşına gider onu beklediğini ancak gelmediğini söyler ve senden dost olmaz diyerek dostluğunu bitirir. M.Akif Ersoy’un bu güzel anısında da gördüğümüz gibi, verilen sözde durmamak, dostlar arasında ki güvenin zedelenmesine ve  dostluğun arkadaşlığın bitmesine sebep olmuştur.
 Günlük yaşamımızda bir çok kişi ile etkileşim halindeyiz. Kimileriyle ticarî, kimileriyle birlikte çalışma, kimileriyle sadece selâmlaşıp geçme veya ayak üstü kısa bir sohbet şeklindedir. Bazı kimselerle ise dertlerimizi, sıkıntılarımızı, endişelerimizi, sevinçlerimizi, mutluluk ve hasretlerimizi paylaşırız. Hayat onlarla daha güzel ve daha anlamlı hâle gelir. İç dünyamızı açabildiğimiz bu insanlar doğrularımızı ve yanlışlarımızı, iyi ve kötü yönlerimizi dostça söylerler. Hayâllerimizi, isteklerimizi, daha doğrusu kendimizi gerçekleştiririz onlarla birlikte. Ve onların yanında "gerçek BEN" oluruz. Dostluğu, arkadaşlığı, kardeşliği, sırdaşlığı, dürüstlüğü onlarla yaşarız. Gerçek dostluk ve arkadaşlıklar yılların geçmesi, insanların birbirini tanıması, anlaması ve güven duygusuyla kurulur. Güveni sarsmadan bu güzel ilişkileri hayat boyu sürdürmek gerçekten zordur. Güven sarsılınca bütün ilişkiler bir anda yıkılır; yere düşen cam misali paramparça olur. Çünkü güven duygusu insanları birbirine bağlayan, birbirleri ile olan ilişkilerini perçinleyen bir mıknatıs gibidir. 
Güvensizlik ailede; eşler arasında, çocuklarla anne-baba arasında, işyerinde; işverenle işçiler, yönetilenlerle yöneticiler arasında, ülkelerde; devlet ile fertler arasında ve kurumlar arasında olduğu zaman hiçbir şey yolunda gitmez. Bu durumda insan gücünü kullanamaz, güzel duygularını sergileyemez, yapabileceklerini yapamaz, yenilikleri deneyemez, ilişkiler sıradanlaşır, hayat rutin hale gelir, maddî ve manevî kazanımlar biter. 

Güven duygusu olmayan bir aile düşünün; anne-baba birbirine, çocuklar anne-babaya güvenmiyor, aynı çatı altında olmalarına rağmen kimse niyetini, yapacaklarını çeşitli endişelerini açıkça söyleyemiyor. Orada ailenin hangi ferdinin düşüncesi, sevinci, acısı veya derdi paylaşılır ki? Kim gerçek duygusunu açıklar ve kim dürüst olur? Bu ailede olsa olsa, sorunlu, kendine güveni olmayan, sevgiden mahrum çocuklar; birbirini yiyip bitiren, kendi menfaati için diğerini istismar eden, kızgın, bunalmış, yorgun eşler olur. 

 Duygu ve düşüncelerini, ideallerini, hayallerini, güçlü ve zayıf yanlarını açıkça ortaya koyabilme ve bundan zarar görmeme güvencesine sahip fertlerden oluşan bir ailede bir toplumda, bir ülkede, anlayış, sevgi, hoşgörü, şefkat, merhamet, huzur ve mutluluk esintileri hâkimdir; acılar, sevinçler, endişeler hep birlikte paylaşılır; hayâl ve özlemler birlikte gerçekleştirilmeye çalışılır. 



Hep birlikte güvenli yarınlara.. 


Hanife Mert












.

1 Ağustos 2012 Çarşamba

Biz Küçükken Çok Büyüktük..



Biz küçükken çok büyüktük. Mesela kollarımızı bir açardık, dünyayı kucaklardık. Güzeldik biz küçükken. Kaşlarımızı almayı bilmezdik, makyaj çok büyüklerin işiydi sevmezdik. Arkadaşlarımızla beraber bir gece uyuyabilirsek eğer velinimetti bizim için, lükstü, zenginlikti. Ailelerimiz en az beş kez arardı eve beş dakika geç kaldığımızda. Otobüsteyim bile diyemezdik, otobüsle bir yere gidemezdik. Otobüs lükstü, zenginlikti. Koşa koşa eve varana dek nefes almazdık ve nerdesin sen sorusunu duymadan cevabı verirdik. Biz bir gülerdik küçükken, kalbimiz kahkahalar atardı.

Biz küçükken öğretmenimiz en yakın arkadaşımızla sıralarımızı ayırmasın diye,teneffüse kadar konuşmazdık. Not yazardık birbirlerimize. Biz diyorum küçükken bizdik böyle bayağı bir kalabalıktık. Yani biz diyebileceğim kadar çok. Biz küçükken bir büyüktük ki böyle kollarımızı açsak sığmazdı eni boyu. Sonra mı? Büyüdük... Kollarımızı açtığımızda bir kişiyi bile sığdıramayacak hale geldik. Küçülene kadar büyüdük, çok büyüdük yani. Biz olamadık bir daha. Sen, ben olduk. Büyüklük lüks değildi, zenginlik değildi. Koşa koşa büyüdük. Büyürken ne de çok küçüldük...


NAZIM HİKMET RAN









YENİ KİTABIM YOLCULUK ÇIKTI!

Uzun bir aradan sonra merhaba diyerek yeni döneme başlamak istiyorum. Bir süredir bloğumdan ve   değerli blog arkadaşlarımdan uzak kaldım. S...