30 Temmuz 2012 Pazartesi

Kadın Dövülür mü?



Hiçbir canlı dövülmez, "Kadınlarınıza iyi davranın, onlar size Allah'ın emanetidir, kadınlarını dövenler hayırlı kimseler değildir" sözleri İslâm'ın aziz Peygamberine (s.a.v.) aittir. O'na on yıl hizmet eden Enes, "Bir kere bile sert söz söylemedi, yaptığım veya yapmadığım bir işinden dolayı beni sorgulamadı, 'nasip olsaydı olurdu' der geçerdi" diyor. Hem cezâda hem eğitimde hem de zorla yaptırmada en yaygın aracın sopa olduğu bir toplumda İslâm, insanların vicdanlarını ve duygularını eğiterek sopayı zaman içinde bıraktırma yolunu tutmuştur. Kur'an'da hafifçe dövmeye izin verilen (tavsıye veya emredilen değil) tek durum, ailenin huzur, düzen ve şerefini ihlâl eden, öğüt ve uyarılara kulak kapatan kadının durumudur, bu durumda bile Hz. Peygamber'in (s.a.v.) yönlendirmesi işin başka yollardan çözülmesidir. Özetle İslâm sopayı getirmemiş, var olanı asgarîye indirerek bıraktırmayı amaçlamıştır. Ama uygulamada hem İslâm dünyasında hem de başka toplumlarda "cezâda, eğitimde, öfkeyi teskinde, zorlamada" sopa hep kullanılmıştır; bunun vebalini dînlerde ve ahlâkta değil, nefsinin arzularını, duygularının tatminini dinin ve ahlâkın önüne alan ham insanda aramalıdır. Uygulamadan bildiğim pek çok örnek içinde, Kur'an'ın son derecede nadir ve özel bir durumda izin verdiği dövme örneğine hiç rastlamadım. Ama sudan sebeplerle, tamamı meşrû olmayan sayısız dövme olayını biliyorum ve bunu yapan erkeklerin de çoğu namazında niyazında adamlardır. Allah elbette bunları iki sebeple sorumlu tutacaktır: 1. Meşrû olmayan bir sebeple ve şekilde kadınları dövdükleri için. 2. İslâm'a ve müslümanlara söz getirdikleri için. Öte yandan kadın dövenlerin, kadına karşı şiddet kullananların çoğunun fetvâyı dinden almadıklarını, davranışlarını din kurallarına göre ayarlamadıklarını da biliyoruz. Şu hâlde kadına karşı şiddet kınanıyorsa ve bu çirkin uygulamaya son verilmek isteniyorsa bilinmelidir ki, İslâm da bunu istemektedir, bu rahmet dini dövmeden değil, sevmeden yanadır.

Meselenin İslâmî yönüne yukarıda kısaca değinmiş olduk. Bizim bu yazıda "kadının dövülmesi" meselesini konu edinmemizin asıl sebebi, hemen her gün ekranlarda gördüğüm, kadınlarımıza ve kızlarımıza karşı resmî görevlilerin kullandıkları şiddettir. Bunun en sık rastlanan örneği de "hak arayan, haksız buldukları bir uygulamaya veya karara karşı demokratik tepkilerini ortaya koyan kadınlarımıza ve kızlarımıza" uygulanan şiddettir. Deniyor ki, "Efendim izin alsınlar ondan sonra gösteri yapsınlar, izinsiz gösteri yaptıkları sürece biz engelleriz, engellerken de biraz döveriz!" Buna karşı iki çift sözümüz var: 1. Haksız kararı alan, uygulamayı yapan izini de vermiyor, verdirmiyor; o zaman gösteri ve toplanma özgürlüğü/hakkı/denetim aracı nasıl kullanılacak? 2. İzinsiz gösteri yapanların dövülebileceği hangi kitapta yazıyor.
Âlemin gözü önünde komutan, öğretmen, polis... kadın olsun erkek olsun insanı döverse koca karısını, çocuk çocuğu, sokaktaki insan da birbirini döver. İslâm'a, Kur'an'a saldırmak için -bilir bilmez- dövme olayını kullananların çevrelerinde olup biteni görecek gözlerine, işitecek kulaklarına ne oldu acaba!

Prof.Dr.Hayrettin Karaman
(islam Hukuk Profesörü)

28 Temmuz 2012 Cumartesi

Hayatın İçinden Satır Araları "ŞİDDET!!!!"

ŞİDDET!!Bu iki hecelik kelimenin söylenmesi bile tüyleri ürpertip,insanın gerilmesi için yeterli..
Kelime anlamı; güç ve baskı uygulayarak insanların bedensel veya ruhsal açıdan zarar görmesine neden olan bireysel veya toplu hareketlerin tümüdür. Şiddet maalesef toplumumuzun her kesiminde mevcut neredeyse bu tanımdan çok, uygulamaya geçmiş durumda.
Aile içi şiddet toplum içinde sıkça karşılaştığımız konular arasında en başta geliyor. Bir kişinin eşine, çocuklarına, anne babasına, kardeşlerine veya yakın akrabalarına yönelik uyguladığı her türlü saldırgan davranışların tümü..Tabi bu tanıma sadece kaba kuvvet içeren davranışlar değil aşağılamak, tehdit etmek, ekonomik özgürlüğünü kısıtlamak gibi..Son yıllarda öylesine arttı ki, neredeyse şiddet haberlerini okumadığımız, duymadığımız gün yok..
En acısı da, anaya, eşe, kadına uygulanan şiddet. Toplum olarak öylesine kanıksadık ki, her şeyde olduğu gibi bu konuda da tepkisiz, duyarsız kalıp, başımızı kuma gömmekten, bana değmeyen yılan bin yaşasın felsefesinden kendimizi kurtaramıyoruz.
Akşam üzeri iftara, yaklaşık yarım saat kalmıştı. Masayı hazırladım bekliyoruz..Bir ses duyduk öylesine bir ses ki; adeta feryat ediyor sanki yer deliniyordu..Şaşkın ve korku ile kapıya koştuk. Ses üst kattan geliyordu..Apar topar yalın ayak koştuk. O durumda kimin aklına terlik ayakkabı giymek gelir..Tam kapıya koşup ne oldu? Diyerek merakımı gidermek istedim ki..Bir el “hiçbir şey yok” diyerek Kapıyı suratıma kapattı..Aslında çok şey vardı..Cevap alamayacağımı düşünerek diğer komşularla birlikte eve döndük..
Bir süre sonra tekrar üst kata çıktık. Bu defa saçlar dağılmış, surat kıpkırmızı, koltuğuna minicik daha 25 günlük yavrusunu sıkıştırmış bir ana..Ne sorumu sorabildim, ne de cevabını bekledim.. Soru ve cevap o kıpkırmızı yüzde ve ağlamaktan kan çanağı olmuş gözlerde gizliydi..Alt komşu evine almış. Belli ki, benden çekiniyordu..Olayın geçmişini, ben bilmiyordum..O anda kendi içimde öylesine bir acı hissettim ki, kelimelerle ifade edemem..Son zamanlarda etrafımda ki dostlarımı, arkadaşlarımı, komşularımı ihmal ettiğim için kendime kızdım..
Hatamı telafi için ve ne olduğunu anlamak için, ben de alt komşuya indim..Ne olduğunu sorduğumda, o kapkara gözlerden akan yaşlar, o mahcubiyetle karışık, incinen onuru, kırılan gururu öylesine yansımıştı ki yüzüne..Şiddete uğradığını, hem de daha doğum yapalı yirmi beş gün olmuş, bir anaya..Daha da acısı nedir biliyor musunuz? Beni kahreden o kadına o hakareti, aşağılanmayı, reva gören yine bir kadın..O dayağı yemesine,aşağılanmasına, öldürmekle tehdit edilmesine sebep komşumun eşine kancayı takmış ve hemcinsim olmasından utanç duyduğum bir kadın..Merak ediyordum, evli üstelik üç tane çocuğu olan birinden ne bekleyebilirdi ki? O çocukların , ananın gözyaşları üzerine mi kuracaktı mutluluğu?

Bir yuvanın yapılması hiç kolay değil.. Tabiri caizse hani derler ya, dişiyle tırnağıyla kuruluyor.Belki çok uzun mücadelenin, sabrın,özverinin çok şeyden feragat etmenin, taviz vermenin eseri bir yuva..Temeli sevgi, saygı ve güven olmazsa olmazı bir ailenin.. Bu üç sac ayağından biri yok olduğu zaman o temel sallanmaya başlar. Saygı ve güven yok olduğu zaman da o evlilik bitmiş demektir. Bunun sonucu şiddet, aşağılamak, onur kırmak, gurur incitmek değildir, olmamalı..Medeni insanlar karşılıklı konuşarak bir sonuca bağlamalı..Korku, tehdit, kaba kuvvet insanın acizliğinin bir sonucudur..
Şurası unutulmamalıdır ki,çocuk ailenin yansımasıdır.Bir çocuk nasıl bir ortamda yetişirse büyüdüğünde aynı şeyi kendi çocuklarına, eşine ve ailesine uygular. Dileğim şiddetten uzak nesillerin yetişmesi umuduyla..
Hanife Mert


26 Temmuz 2012 Perşembe

Küsmek Nedir Bilir misin?


                     
Küsmek DÜRÜST' LÜKTÜR.
Çocukçadır ve ondan dolayı SAF' TIR..
YALANSIZ' DIR.
Küsmek; SENİ SEVİYORUM' dur...
Vazgeçememektir.
Beni anlatır KÜSMEK.
KIZDIM ama hala buradayımdır, gitmiyorumdur, gidemiyorumdur.
KÜSMEK; nazlanmaktır, yakın bulmaktır, benim için değerlisindir.
KÜSMEK, sevdiğini SÖYLE demektir... Hadi ANLA demektir...
KÜSMEK; umuttur, acabaları bitirmektir, emin olmaktır...

Yani, diyeceğim o ki:
BEN SANA KÜSTÜM !..



Nazım Hikmet

Allah'ın Kullarına Merhameti..


Hiç düşündünüz mü; Hazreti Allah (cc) kullarını ne kadar seviyor, cehenneme gitmemelerini ne kadar istiyor?
 İsterseniz sözü uzatmadan bir kudsî hadisin hatırlatmasına bir göz atalım, sonra diğer misallere geçebiliriz.
Rabbimizin en çok sevdiği şey nedir, biliyor musunuz?
Kudsî hadiste şöyle bildiriliyor:
– Rabbimiz kulunun işlediği amelleri içinde en çok tövbesini sever.
– Neden?
– Çünkü tövbe eden kul cehennemden kurtulur da ondan. Rabbimiz de kulunu cehennemden kurtaran ameli çok sever.

Hatta bir ana, yavrusunu ateşe atmayı nasıl istemezse Rabbimiz de kulunu cehenneme atmayı ondan çok daha fazla istemez.

Nitekim bir defasında ashabdan biri bir çocukluk hatırasını anlatırken demişti ki:
– Çalılıkta dolaşırken bulduğum bir kuş yuvasından yavruları alıp koynuma koymuştum. Tam bu sırada yavrunun anası başımda dolaşmaya başladı, acıdım, yavruları bırakmak için ihramımı açmaya çalıştığım sırada kuş hemen koynumdaki yavrusunun yanına daldı, kanatlarını yavruları üzerine gerip kollamaya başladı.

Efendimiz (sav)in buna sorusu şöyle oldu:
– Bu annenin yavrusuna bu kadar acıması sizi hayrete mi düşürdü?
Efendimiz (sav) şunu ilave etti: – Hiç şüpheniz olmasın Allah (cc)ın kullarına acıması bu annenin acımasından (kıyas kabul etmeyecek derecede) fazladır.

Bir defasında kadının biri çocuğunu kaybetmiş, deli gibi bir oraya bir buraya koşuyor, yavrusunu arıyor, bulduğu yabancı çocukları da bağrına basıp hemen oracıkta emdiriyordu.
Kadının bu heyecanını gören Efendimiz (sav) yanındakilere;
– Böylesine şefkatli şu kadın hiç yavrusunu ateşe atar mı, diye sordu.
– Atmaz! dediler.
Efendimiz (sav) de tasdik etti;
– Ben de öyle biliyorum, atmaz, dedikten sonra buyurdu ki:
– İşte Allah (cc) da bu kadından çok fazla merhametlidir. Kullarını ateşe atmaz, onlar kendilerini ateşlik amelin içine atmadıkça!

Evet, evet. Allah (cc) kullarını ateşe atmaz, kullar kendilerini ateşlik işin içine atmadıkça!

Bir yolculuktan dönülüyordu. Mola verilmiş, bir kadın da ateş yakarak hazırlık yapmaya başlamıştı. Ateşin alevleri yükselince kadın koşuşturan çocuğunun ateşe düşmesinden korktuğu için hemen onu bağrına bastı ve ateşe düşmesi halindeki dehşeti de tasavvur ederek buna gönlünün dayanamayacağını hayal edip orada bulunan Efendimiz (sav)e dönerek sordu:
– Sen Allah (cc)ın peygamberisin değil mi? Efendimiz (sav) de;
– Hiç şüphen olmasın, buyurdu.

Bunun üzerine kadın şöyle dedi:
– Allah (cc)ın kullarına merhameti bir ananın yavrusuna olan merhametinden daha çok değil mi?
Efendimiz (sav):
– Hiç şüphen olmasın öyledir, buyurunca kadın:
– Öyle ise bir ana yavrusunu ateşe atmaz, diye sızlandı.

Efendimiz (sav)in gözleri yaşardı da buyurdu ki:
– Yüce Allah (cc) ancak kendisine isyan edenleri ateşe atar. Müstahak olmayanları asla!
Demek oluyor ki, Allah (cc) kullarını ateşe atmayı asla istemiyor, sonsuz merhamet ve şefkati ateşi gerektirmiyor. Ancak kullar dürüst hareket etmiyor, ille de ateşlik işler yapıyor, birilerine zulmediyor, haksızlıkta bulunuyor, Yaradanına da isyandan geri kalmıyor, böylece kendi amelleriyle kendilerini ateşe attırıyorlarsa bu da kulların kendi tercihleri...

Sözün özü bu olsa gerektir!.. 
 
alıntı

25 Temmuz 2012 Çarşamba

Özlü Sözler..



             
  Okuyun, diyor okuyun. Çünkü mürekkebin akmadığı yerde kan akıyor.
                                            Ali Şeriati

24 Temmuz 2012 Salı

Sevgi üzerine sözler..



Anladım ki insanlar kendilerini düşünerek yaşıyor gibi görünse de hakikatte onları yaşatan tek şey sevgidir. Kim severse, Allah'a yaklaşır; çünkü o sevgiyi yaratandır...


                          LEV TOLSTOY


















20 Temmuz 2012 Cuma

Dost ile Dost muyuz?

...Nasılki sizi evine davet eden ve sizden en ufak bir beklentisi olmayan bir arkadaşınızın, siz daha gelmeden sizin sevdiğiniz yemekleri, yatacağınız yeri, sizin memnun kalacağınız hizmetleri s hazırlamaya girişmesi, bu arkadaşınızın size olan sevgisinin ciddi bir delilidir. Ve aynı zamanda bu yapılanlar sizinle yakınlığa, yürekten dost olmaya bir davetiyedir. İşte, Alemlerin Rabbi olan Allah, her şeyden yüce, hiçbir şeye muhtaç olmadığı halde bizi kendi mekanına davet etmişti. Hem de biz gelmeden önce sevdiğimiz ve sevebileceğimiz her şeyi hazırlamıştı. En aciz olduğumuz zamanlarda bizi en fazla seven ve bize en sevgili olan hizmetkarlarını emrimize vermişti. Gözlerimizi açtığımız yüzler, yüzlerin en sevgilileri, gördüğümüz gökyüzü mavilerin en güzeliydi, sevmiştik. Toprağın kahverengisini, denizin mavisini, ağacın yeşilini tereddütsüz beğenmiştik. Bize ikram ettiği ellerimizi, ayaklarımızı, gözlerimizi dünyalara değişmezdik. Oysa mecbur değildi bunca güzelliği bir arada yaratmaya, bunca ikramın hiçbirini yapmaya… Öyle ise mecbur olmadığı halde bu kadar ikramlara boğması dostluğa açık bir davetten başka bir şey olamazdı.

Nihayetsiz bir sukunet ve tevazuyla “Ben gelmeye hazırım, ya siz hazır mısınız? İkram etmeye hazırım, benim verdiklerim müstesna ikram edecek bir şeyiniz yok, esirgeyecek misiniz? Ben sizden gelecek her türlü sıkıntıya, mihnete razıyım, yeter ki af dileyin bağışlamaya hazırım, ya siz benden gelebilecek sıkıntılara katlanmaya sabredebilecek misiniz? Çağırın, çağrınıza icabet etmeye hazırım, siz benim çağrılarıma açık mısınız? Ben dostum!” diyordu yücelerin yücesi Allah. “Ya siz dost musunuz?”…

Lebbeyk! Allahümme lebbeyk!…

“Keşke bizi de çağırsa” demiyor muyduk dost için, dosta dostluğu ispat için. “Hazırım!” diye dostluğumu ilan edebilmem içindi çağrılar, ibadetler bunun içindi. İcabetin olmadığı bir dostluğun tasavvuru elbette mümkün değildi. Mümkün bir dostluğu daha kurulmadan iptal etmek, kurulmuş bir dostluğu riske etmek için acaba kaç çağrı beklemem gerekirdi? ...


Halimiz Ortada

  Dün, uzun süredir görüşemediğim bir arkadaşım aradı beni. Görüşmememizin özel bir nedeni yok. Hayat gailesi işte... Kendimizi öylesine kap...