22 Aralık 2015 Salı

Mevlit Kandilimiz Hayırlı Olsun






Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir. Tövbe /128

Mevlid Kandii, insanlığın kurtuluşu için gönderilen son peygamber Hz Muhammed Mustafa (s.a.v) in 571 yılında Kameri aylardan Rebiü'l-evvel ayının 12. günü dünyaya teşriflerinin müjdesi olarak müslümanlarca kutlanan mübarek geceye "Mevlid Kandili" denir.

Alemlere rahmet olarak gönderilen sevgili peygamberimizin doğduğu çağda dünyanın her tarafında cehalet, zulüm ve ahlâksızlık almış yürümüş, Allah inancı unutulmuş, insanlık korkunç ve karanlık bir duruma düşmüş, dünya yaşanmaz hale gelmişti.

Sevgili Peygamberimizin tebliğ ettiği İslâm dini ile dünya aydınlandı, tek Allah inancı ile kalpler nurlandı. Eşitlik, adalet ve kardeşlik geldi. O'na inanan toplumlar gerçek huzura kavuştu. O'nun doğduğu gece, insanlığın kurtuluşu için çok hayırlı ve mübarek bir başlangıçtır.

Bu gece, müslümanlar arasında yüzyılllardan beri büyük bir coşku ile kutlanmakta, Sevgili Peygamberimiz derin bir saygı ile anılmaktadır. Büyük Türk Alimi Süleyman Çelebi tarafından yazılan ve asıl adı "Vesiletün'necat" olan mevlid kitabı O'nun doğumunu, üstünlüğünü ve mucizelerini en güzel bir şekilde dile getiren değerli bir eserdir.

Bu vesileyle sevgili Peygamberimiz Hz Muhammed Mustafa (S.a.v)'nın dünyaya teşriflerinin müjdesi olan bu mevlid kandilinin; Milletimiz ve tüm İslam alemine huzur, barış, adalet, sevgi, merhamet, şefkat, hoş görü, güzel ahlak, edep, haya, saygı, onur, kardeşlik, merhamet,ilim, bilim, çağdaş makul ve mantıklı düşünce kazandırmasına ve tüm insanlık alemine de hayırlara vesile olmasını diliyorum.

Mevlid Kandiliniz kutlu olsun.

Muhabbetle,

Hanife Mert

23 Kasım 2015 Pazartesi

Sevgili Öğretmenlerim Gününüz Kutlu Olsun


Sözün Özü

İki düşün bir söyle. Her aklına geleni söylememeli insan iyi düşünmeli yerinde ve zamanında söylemeli ne söyleyecekse. Aksi takdirde olacaklara katlanmalı.Ha ne mi olabilir kalp kırabilir ya da söylediklerin dosdoğru olsa da eleştirilebilir kötü insan muamelesi görebilirsin.Çok sevdiğin kendini çok yakın hissettiğin hatta her şeyini bilip seni çok iyi tanıyan biri bile bazen yanlış anlayabilir seni sırf aklından geçeni söyledin diye. 
   Toplum olarak konuşmayı çok severiz. Severiz sevmesine de bir de dinlemeyi, konuşulanı anlamayı, anladığımızı idrak etmeyi öğrenebilsek diyorum. Bu aşamada bir çok sorunların da üstesinden kolaylıkla gelmiş olacağız. Ama nerede.. Dinlemeye sabrımız yok. Buna karşın konuşmaya mecalimiz hep var.Yerli yersiz gerekli gereksiz hep konuşuyoruz. Konuşmuş olmak için, söylenen sözün altında kalmamak için konuşuyoruz. Fikir üretmek bilgi üretmek yerine laf üretiyoruz. Hani ağzı olan konuşuyor derlerdi ya..! Benim doğrum senin doğrudan üstün, benim sözüm doğru. Lafın altında kalmama zihniyeti ile hareket eder olduk. Halk böyle yapıyor da yöneticiler altında kalır mı? Hani balık baştan kokarmış ya! Hükümetiyle muhalefetiyle laf üretmekte üstümüze yok. Lafa gelince mangalda kül bırakmayız, icraata gelince sorumluluğu başka yerlerde arayan icraattan çok laf üreten bir toplum haline geldik.

  Konuşabilme yeteneği, insana yaratılışıyla birlikte verilmiş ve onu diğer canlılara üstün kılmış en önemli özelliklerinden biridir. İnsan elbette konuşmalı. Zira konuşarak kendini ifade eder. Kişiliğini bu şekilde ortaya koyar. Çünkü, kişiliği konuşmasında gizlidir. Bu demek değildir ki hep konuş ama boş konuş...
Çocukluğumuzda büyüklerin karşısında çok konuşmamamız öğütlenirdi. "İki düşün bir konuş","sana sorarlarsa, söz verilirse konuş", konuşacaksan da dilin doğruyu hakkı konuşsun. Zira "haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır" denirdi. 

  Böyle bir kültürün, medeniyetin varisleri olan bizler, özellikle son dönemlerde yaşadığımız onca haksızlıklara, olumsuzluklara, adaletsizliklere, yolsuzluklara, yoksulluklara, yoksunluklara, zulümlere, ölümlere, tacizlere, tecavüzlere karşı  hep sustuk. Asıl konuşulması, neler oluyor diye yetkililerden yetkisizlerden hesap sorulması gerekirken sesimiz soluğumuz kesildi. Konuşamaz olduk. Belki korktuk, ürktük...
Bana dokunmasınlar da, işime aşıma, kurduğum düzene zarar gelmesin de... Bana değmeyen yılan bin yaşasın gibi felsefelerle kabuklarımıza çekildik. Bireysel çıkarlarımız her zaman toplumsal çıkarlarımızın önüne geçti. Bu durum karşısında susan ağzımız, göz göre göre insan onur ve haysiyetini zedeleyen kadın programlarını, yarışma programlarını, Türk aile yapısı ile uzaktan yakından alakası olmayan evlilik programlarını, dizileri, kime ne yakışır gibi anlamsız faydasız programları ve gazetelerin magazin sayfalarını konuştu. Bu programlar vaktimizi ve zihnimizi meşgul etti. Düşünme üretme yetisi devre dışı kaldı.
  Pusu kurularak kalleşçe şehit edilen Mehmetçiklerimize, polisimize, gerekli önlemlerin alınmadığı için yöneticilerin kazanma hırsı sebebiyle onca toprağa verdiğimiz maden işçilerimiz, neredeyse her gün şiddete uğrayarak canından olan kadınlarımız, yetim hakkı yiyenlerin, haksızlık, yolsuzluk yapanların, adaleti kişiye göre işletenlerin durumu, milli ve manevi değerlerimize yapılan haince saldırılar, eğitim sistemimizdeki düzensizlikler, dışarıda aç ve perişan durumda olanların durumları yukarıda saydıklarım kadar insanımızın zihnini meşgul etmedi...

 Okumaktan, düşünmekten, bilgi üretmekten çağı yakalamak ve çağdaş seviyeye ulaşmak için çaba harcamaktan, yaşamı ve yaratılışımızı anlamaktan uzak geçen, geri gelmesi imkansız olan haybeye geçen günler... 

 Aydınlığın önünü kesen, keşkelerle örülmüş kara bir duvar gibi karanlık dikilince karşımıza, kaçacak sığınacak bir bahane fayda vermez olur.

   Büyük Türk milletini, iktidarından muhalefine herkesi, Türkmen Dağı çevresindeki Bayır Bucak Türkmenlerine ve Suriye’deki Müslüman Türkmen varlığına sahip çıkmaya davet ediyoruz. Herkesin bu zulme tepki vermesi gerekmektedir. Devletimizin ve hükumetimizin bu durum karşısında şu ana kadar koyduğu tavrı da yeterli görmüyoruz... 
http://degirmendenmektupvar.blogspot.com.tr/2015/11/suriyedeki-turkmen-kym.html

Recep Bey'in bu çağrısını ben de yürekten destekliyorum. En kısa zamanda Devletimizin ve Milletimizin kardeşlerimize yardım elini uzatmasını diliyor ve istiyorum. Herkesin Suriye'deki Bayır/ Bucak Türkmen kardeşlerimize imkanları dahilinde elinden geleni yapacağına inancım tamdır...  

  Zalimin zulmünün susturulduğu, hakkın, doğrunun, sevginin, barışın, kardeşliğin,özgürlüğün, insan haklarının, kadın haklarının, hayvan haklarının insanca yaşamın konuşturulduğu, uygulandığı bir dünyada yaşamak dileğiyle...

Muhabbetle,
Hanife Mert



9 Kasım 2015 Pazartesi

ATA'YI ANIYORUZ/ ARIYORUZ














Ulu Önder Mustafa kemal Atatürk'ün ölümünün 77.yılında Onu rahmet ve minnetle anıyoruz.
   Millet olarak ağır bir dönemden geçtiğimiz şu günlerde her zamankinden daha fazla, Ata'sına ve onun emanet ettiği cumhuriyete, vatana, bayrağına sahip çıkmak, bu ülkede yaşayan kendini Türk hisseden herkesin vefa borcudur.

  Bu ülke bu millet sana minnettardır Ataların Atası... Her insan doğar, büyür ve ölür. Kalıcı olan ise bıraktığı emanettir. Millet olarak bize bıraktığın emaneti canımız pahasına koruyacağımızdan kimsenin şüphesi olmasın.

Silah arkadaşlarınla beraber kurduğun Cumhuriyet'inle kalbimizde yaşayacaksın..
Ruhun şad, mekanın cennet olsun...


Hanife Mert



YENİ KİTABIM YOLCULUK ÇIKTI!

Uzun bir aradan sonra merhaba diyerek yeni döneme başlamak istiyorum. Bir süredir bloğumdan ve   değerli blog arkadaşlarımdan uzak kaldım. S...