Bu sitede yayınlanan öykü şiir ve makalelerimi izinsiz kopyalamak ve yayınlamak, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu uyarınca suçtur!
22 Aralık 2015 Salı
Mevlit Kandilimiz Hayırlı Olsun
Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir. Tövbe /128
Mevlid Kandii, insanlığın kurtuluşu için gönderilen son peygamber Hz Muhammed Mustafa (s.a.v) in 571 yılında Kameri aylardan Rebiü'l-evvel ayının 12. günü dünyaya teşriflerinin müjdesi olarak müslümanlarca kutlanan mübarek geceye "Mevlid Kandili" denir.
Alemlere rahmet olarak gönderilen sevgili peygamberimizin doğduğu çağda dünyanın her tarafında cehalet, zulüm ve ahlâksızlık almış yürümüş, Allah inancı unutulmuş, insanlık korkunç ve karanlık bir duruma düşmüş, dünya yaşanmaz hale gelmişti.
Sevgili Peygamberimizin tebliğ ettiği İslâm dini ile dünya aydınlandı, tek Allah inancı ile kalpler nurlandı. Eşitlik, adalet ve kardeşlik geldi. O'na inanan toplumlar gerçek huzura kavuştu. O'nun doğduğu gece, insanlığın kurtuluşu için çok hayırlı ve mübarek bir başlangıçtır.
Bu gece, müslümanlar arasında yüzyılllardan beri büyük bir coşku ile kutlanmakta, Sevgili Peygamberimiz derin bir saygı ile anılmaktadır. Büyük Türk Alimi Süleyman Çelebi tarafından yazılan ve asıl adı "Vesiletün'necat" olan mevlid kitabı O'nun doğumunu, üstünlüğünü ve mucizelerini en güzel bir şekilde dile getiren değerli bir eserdir.
Bu vesileyle sevgili Peygamberimiz Hz Muhammed Mustafa (S.a.v)'nın dünyaya teşriflerinin müjdesi olan bu mevlid kandilinin; Milletimiz ve tüm İslam alemine huzur, barış, adalet, sevgi, merhamet, şefkat, hoş görü, güzel ahlak, edep, haya, saygı, onur, kardeşlik, merhamet,ilim, bilim, çağdaş makul ve mantıklı düşünce kazandırmasına ve tüm insanlık alemine de hayırlara vesile olmasını diliyorum.
Mevlid Kandiliniz kutlu olsun.
Muhabbetle,
Hanife Mert
23 Kasım 2015 Pazartesi
Sözün Özü
Konuşabilme yeteneği, insana yaratılışıyla birlikte verilmiş ve onu diğer canlılara üstün kılmış en önemli özelliklerinden biridir. İnsan elbette konuşmalı. Zira konuşarak kendini ifade eder. Kişiliğini bu şekilde ortaya koyar. Çünkü, kişiliği konuşmasında gizlidir. Bu demek değildir ki hep konuş ama boş konuş...
Çocukluğumuzda büyüklerin karşısında çok konuşmamamız öğütlenirdi. "İki düşün bir konuş","sana sorarlarsa, söz verilirse konuş", konuşacaksan da dilin doğruyu hakkı konuşsun. Zira "haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır" denirdi.
Böyle bir kültürün, medeniyetin varisleri olan bizler, özellikle son dönemlerde yaşadığımız onca haksızlıklara, olumsuzluklara, adaletsizliklere, yolsuzluklara, yoksulluklara, yoksunluklara, zulümlere, ölümlere, tacizlere, tecavüzlere karşı hep sustuk. Asıl konuşulması, neler oluyor diye yetkililerden yetkisizlerden hesap sorulması gerekirken sesimiz soluğumuz kesildi. Konuşamaz olduk. Belki korktuk, ürktük...
Bana dokunmasınlar da, işime aşıma, kurduğum düzene zarar gelmesin de... Bana değmeyen yılan bin yaşasın gibi felsefelerle kabuklarımıza çekildik. Bireysel çıkarlarımız her zaman toplumsal çıkarlarımızın önüne geçti. Bu durum karşısında susan ağzımız, göz göre göre insan onur ve haysiyetini zedeleyen kadın programlarını, yarışma programlarını, Türk aile yapısı ile uzaktan yakından alakası olmayan evlilik programlarını, dizileri, kime ne yakışır gibi anlamsız faydasız programları ve gazetelerin magazin sayfalarını konuştu. Bu programlar vaktimizi ve zihnimizi meşgul etti. Düşünme üretme yetisi devre dışı kaldı.
Pusu kurularak kalleşçe şehit edilen Mehmetçiklerimize, polisimize, gerekli önlemlerin alınmadığı için yöneticilerin kazanma hırsı sebebiyle onca toprağa verdiğimiz maden işçilerimiz, neredeyse her gün şiddete uğrayarak canından olan kadınlarımız, yetim hakkı yiyenlerin, haksızlık, yolsuzluk yapanların, adaleti kişiye göre işletenlerin durumu, milli ve manevi değerlerimize yapılan haince saldırılar, eğitim sistemimizdeki düzensizlikler, dışarıda aç ve perişan durumda olanların durumları yukarıda saydıklarım kadar insanımızın zihnini meşgul etmedi...
Okumaktan, düşünmekten, bilgi üretmekten çağı yakalamak ve çağdaş seviyeye ulaşmak için çaba harcamaktan, yaşamı ve yaratılışımızı anlamaktan uzak geçen, geri gelmesi imkansız olan haybeye geçen günler...
Aydınlığın önünü kesen, keşkelerle örülmüş kara bir duvar gibi karanlık dikilince karşımıza, kaçacak sığınacak bir bahane fayda vermez olur.
Büyük Türk milletini, iktidarından muhalefine herkesi, Türkmen Dağı çevresindeki Bayır Bucak Türkmenlerine ve Suriye’deki Müslüman Türkmen varlığına sahip çıkmaya davet ediyoruz. Herkesin bu zulme tepki vermesi gerekmektedir. Devletimizin ve hükumetimizin bu durum karşısında şu ana kadar koyduğu tavrı da yeterli görmüyoruz...
http://degirmendenmektupvar.blogspot.com.tr/2015/11/suriyedeki-turkmen-kym.html
Recep Bey'in bu çağrısını ben de yürekten destekliyorum. En kısa zamanda Devletimizin ve Milletimizin kardeşlerimize yardım elini uzatmasını diliyor ve istiyorum. Herkesin Suriye'deki Bayır/ Bucak Türkmen kardeşlerimize imkanları dahilinde elinden geleni yapacağına inancım tamdır...
Zalimin zulmünün susturulduğu, hakkın, doğrunun, sevginin, barışın, kardeşliğin,özgürlüğün, insan haklarının, kadın haklarının, hayvan haklarının insanca yaşamın konuşturulduğu, uygulandığı bir dünyada yaşamak dileğiyle...
Muhabbetle,
Hanife Mert
9 Kasım 2015 Pazartesi
ATA'YI ANIYORUZ/ ARIYORUZ
Ulu Önder Mustafa kemal Atatürk'ün ölümünün 77.yılında Onu rahmet ve minnetle anıyoruz.
Millet olarak ağır bir dönemden geçtiğimiz şu günlerde her zamankinden daha fazla, Ata'sına ve onun emanet ettiği cumhuriyete, vatana, bayrağına sahip çıkmak, bu ülkede yaşayan kendini Türk hisseden herkesin vefa borcudur.
Silah arkadaşlarınla beraber kurduğun Cumhuriyet'inle kalbimizde yaşayacaksın..
Ruhun şad, mekanın cennet olsun...
Hanife Mert
29 Ekim 2015 Perşembe
Cumhuriyet'imiz Bayramımız Kutlu Olsun
Bütün çekilen çilelerin, yapılan fedakârlıkların bilincinde olmalı ve Türkiye Cumhuriyeti'nin ilelebet yaşamasını sağlamak için var gücümüzle mücadele etmeli. Bu mesuliyeti bizden sonraki nesillere aktarmak hepimizin boynunun borcu olmalıdır.
Bu vesileyle Cumhuriyeti kurarak bizim özgür bağımsız bir ülkede yaşamamıza vesile olan başta Gazi Mustafa kemal Atatürk ve silah arkadaşları ile, canını bu vatana feda eden tüm şehit ve gazilerimizi minnet ve şükranla anıyoruz. Cumhuriyet Bayramımız hepimize kutlu olsun.
25 Ekim 2015 Pazar
Bakış Acı'sı (... Bölüm)
Ona bakarken gözlerinin altındaki torbacıklar, yüzünde yavaş yavaş belirginleşmeye başlayan çizgiler ve saçına çok erken yaşta düşen aklar içimi acıtıyordu. O daha çok gençti. Şairin
Yaş otuz beş!yolun yarısı eder.
Muhabbetle,
6 Ekim 2015 Salı
Dünyanın çivisi mi çıkmış?
Halk arasında sıra dışı gerçekleşen olayları anlatmak için "bu dünyanın çivisi çıkmış" deyimi kullanılır. İnsanlığın geldiği noktaya baktığımızda halka hak vermemek ne mümkün? Zira nereyi tutsak elimizde kalıyor. İnsanlığın ele alınacak bir yanı kalmamış. Her yerden bela musibet yağıyor. Yaşadığımız dünyada ne düzen intizam, ne hak hukuk adalet, ne ahlak, edep, ne insana, hayvana doğaya saygı, ne vicdan, merhamet, ne hoşgörü... Kalmamış. "İnsanlık" insanı terk etmiş, vesselam!.. Şu içinde yaşadığımız ve burada kalışımız belirlenen bir günle sınırlı olan dünyada öyle olaylar yaşanıyor ve öylesine şahit oluyoruz ki; bırakın dudak uçuklamasını, içimizde öyle derin yaralar oluşturuyor ki, yaşananları aklımız almıyor, kanımızı donduruyor, yaşama sevincimizi bitiriyor adeta. Güzel ülkem yangın yerine çevrilmişken, neredeyse her gün gencecik yiğitlerimiz kalleşçe şehit edilirken, toplum suni sebeplerle birbirinden ayrıştırılmaya çalışılırken, ülkeyi yönetenler koltuk derdine düşmüşken, dolardaki kontrolsüz yükselişler sonucunda s.o.s veren ekonomik gelişmeler sonucunda kriz kapıda beklerken, güzel ülkemde hak, hukuk, adalet kişilere göre farklılık gösterirken, kadına şiddet, çocuğa şiddet, öğretmene şiddet, doktora şiddet, olmadı gazeteciye şiddet derken şiddet toplumu oluverdik. Kimse kimseyi dinlemiyor, anlamıyor. Ben haklıyım, ben doğruyum, ben bilirim, ben söylerim ben yaparım olur, ısrarında "benlik" mücadelesine girmişken. İnsanın insana, insanın hayvana, insanın doğaya sevgisi, saygısı, hoşgörüsü, vefası kalmamışken. Konan kanunlara yasalara kurallara uymak yerine kendi kurallarını uygulayan insanların sayısı her geçen gün artarken, haklı olarak halkı gelecek kaygısı, hatta günü yaşama kaygısı sarmakta... Kurallar insanların huzur içinde yaşamaları için konur. Bu konuda öyle uzun bir yol katettik ki bırakın konulan kurallara uymayı adeta kendimiz kural koyar olduk. Sonrası malumunuz yangınlar, kazalar, ölümler, yaralanmalar. Ha bu arada covit19 belasını da unutmamak lazım. Dördüncü dalgayla vaka sayıları önü alınmayan bir hızla artmakta... Atalarımız ; "sıkıntı bir yerden başladı mı, arkası çorap söküğü gibi gelir." demiş çok da doğru demiş. Tüm bunlar yetmezmiş gibi son iki- üç gündür devam eden yangınlarla da cennet vatanımızı cehenneme çevirmeye çalışanların hışmına uğradık. Hal böyle iken yana yakıla insanlığı arar durur, nerede bu insanlık, vicdan, merhamet diye sorarız da! Çözümü dışarılarda ararız. Durumumuz umutsuz gibi gözükse de çözümsüz değil. İnsanımız birlik olmalı, özü sözü bir olmalı, birlikte hareket etmeli. Yaratılış amacını hatırlamalı, okumalı, düşünmeli, sorgulamalı ki kaybettiği insanlığı ve onun erdemine tekrar kavuşabilsin. Kavuşabilmeli ki kendinden sonra gelecek nesillerin bu topraklarda huzur, barış, kardeşlik, sevgi, hak, adalet ve güven içinde yaşamalarına olanak sağlamalı. Bu sebeple güzel ülkemi cehenneme çevirenler en kısa sürede yakalanmalı, hak ettiği ceza verilmeli derken, yangında ölen vatandaşlarımıza rahmet, yaralılara acil şifalar diliyorum.
Okurlarıma sevgilerimle
Hanife Mert
29 Ağustos 2015 Cumartesi
BEN DE..!
Mustafa Kemal ATATÜRK
28 Ağustos 2015 Cuma
Büyük İşleri Büyük Milletler Başarır!
Şanlı tarihimiz sayısız zaferlerle doludur. Fakat 30 Ağustos 1922’de
zaferle sonuçlanan Başkomutanlık Meydan Muharebesi ile Türk Milleti adeta
yeniden dirilmiştir. Malazgirt Savaşıyla 26 Ağustos 1071'de Anadolu'nun
Türk’lere kapılarını açan kahraman ordumuz; Başkomutanlık Meydan Muharebesiyle
de Anadolu topraklarının Türk vatanı" olduğunu önünde durulmaz bir
iradeyle düşmana ispatlamıştır. 30 Ağustos 1922 tarihi, Türk ulusunu esir etmek
isteyen emperyalist güçlere karşı; kadınıyla çocuğuyla, ordusuyla topyekün
verdiği bir savaşın ve ulusal benliğini kurtardığı ve zafer destanının
yazıldığı gündür.
Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Atatürk büyük Nutuk’(Söylev)unda Kurtuluş
Savaşının nasıl kazanıldığını anlatır. Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa, Batı
Cephesi Komutanı ve İnönü Savaşları kahramanı İsmet Paşa ve Genelkurmay Başkanı
Fevzi Çakmak Paşa büyük bir gizlilik içinde taarruz planlarını hazırlarlar.
26 Ağustos sabah, saat 05.30’da Türk topçu birlikleri Afyon’un güneyinden
düşman siperlerini ateşle vurmaya başlar. Ardından piyadeler hücuma geçerler.
Planlandığı gibi Büyük Taarruz devam eder ve düşman gerilemeye başlar, bozguna
uğrayarak ikiye ayrılır.
30 Ağustos’a kadar düşman ordusu çembere alınır. 30 Ağustos sabahı, 1. Ordu ve
avcı hatlarını ve 4. Kolordu’yu denetleyen Başkomutan Mustafa Kemal Paşa; saat
14.00’da Aslıhan’lar yakınındaki "Komuta Karargâhından taarruz emrini
verir. Dumlupınar’da ordumuz düşmana son darbeyi vurur. Düşman askerleri
kaçmaya başlar. Mustafa Kemal Paşa; kaçan düşman askerlerini kovalamak için,
"Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!" komutunu verir. Yunan
Başkomutanı General Trikopıs dâhil çok sayıda asker esir alınır.
Şahlanan Türk Ordusu düşman güçlerini İzmir’e kadar kovalar. 9 Eylül 1922 günü
Türk Ordusu İzmir’e girer. Batı Anadolu’yu yakan yıkan düşman kuvvetleri
canlarını zor kurtararak, geldikleri gibi gemilere binerek giderler.
Atalarımızın destanlar yazarak bize emanet ettiği bu kutsal vatanımıza,
bayrağımıza, tarihimize, sahip çıkmak en öncelikli görevimizdir. Vatan sevgi
demektir, bağımsızlık demektir, özgürlük demektir, İman demektir, vefa
demektir.
Millet olarak içimizdeki coşkuyu heyecanı diri tutmalı bizi birbirimize
düşürerek ayrıştırıcı, ötekileştirici politikalarla kendisine rant sağlamaya
çalışanlara cevabımız aksine birleşerek, birlikte kenetlenerek sevgi,
kardeşlik, birlik ve beraberlik bağlarımızı güçlendirmek olmalı. Bu vesileyle,
30 Ağustos zafer bayramımızı kutluyor, başta Cumhuriyetimizin kurucusu Büyük
Önderimiz Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere, onun silah arkadaşlarını ve
bu vatan için canlarını feda eden aziz şehitlerimizi rahmetle, kahraman
gazilerimizi şükranla anıyoruz.
Okurlarıma sevgilerimle,
Hanife Mert
16 Ağustos 2015 Pazar
Sevginin Bittiği Yerde Şid-det Başlar!
Her genç kızın hayalini süsler beyaz gelinlikle, kınalı elleri ile dünya evine girmek. Beyaz gelinlik masumiyetin, saflığın, temizliğin simgesi. Kına ise; eskiler kınanın eşleri birbirine sevgili yapmak, bir ömür boyu aşklarının devamını sağlamak amacı ile yapıldığını söyler. Kına gecesi dendiğinde aklıma “hüznün ve mutluluğun aynı anda yaşandığı gece” gelir. İroniktir ki hem ağlayıp hem de gülerek kutlama yaparız.
Saf ve masum niyetlerle ideal bir koca, mükemmel bir eş olacağını, üstün vasıfları sayesinde baş tacı edileceğini umarak, çoğunlukla da severek-anlaşarak yuvalar kurulur.
Evlilik bir ast üst ilişkisi değil, "DOST" ilişkisidir
Aile, kar amacı güden bir şirket değildir. Dolayısıyla eşler de birbirlerine üstünlük sağlamaya çalışan yöneticiler değil. Bu bağlamda eşler bir elmanın iki yarısı gibi birbirini destekleyen birbirini tamamlayan bir bütünün parçalarıdır. Zira onlar kurulan yuvanın sürekliliğini sağlamak için bu uğurda birlikte mücadele eden, sabır gösteren iki dost olmalı.
Ailede huzurun temini ve devamlılığının sağlanması eşlerin, birbirini ast- üst olarak değil, candan bir dost olarak görmesi ile mümkün olacaktır.
Sevginin bittiği yerde şid-det başlar!
Hiç şüphesiz bir aileyi ayakta tutan, onun uzun ömürlü mutlu ve huzurlu bir yuva olmasını sağlayan en önemli etken; eşlerin birbirine sevgiyle bakması ve sevgi ile bakan gözlerin birbirine güven duyması. Sevgi ve güvenin olduğu yerde saygı olmaz mı hiç..?
Boşanmaların hızla arttığı günümüzde, sayıları az da olsa uzun yıllar mutlu bir şekilde evliliklerini sürdürmüş nice insanlar tanıyorum. Onlara uzun süren evliliğin sırrını sorduğumda aldığım yanıt şu; Yüreklerini sıcacık yapan ve hiç tüketemedikleri "sevgi", birbirlerine karşı duydukları "güven" ve "saygı" olduğudur. Bu üç sac ayağı devamında uzun süren bir evliliği beraberinde getirecektir. Sevginin açamadığı kapı var mıdır? Elbette yoktur. Günümüzde yaşanan en büyük zulümlerin temeli değil midir, sevgisizlik..?
Buraya kadar güzel. Peki birbirine deli divane olan, büyük bir aşkla severek evlenen eşleri çıkmaza sürükleyen ve boşanmaya kadar götüren sebep ne? Cevap çok basit. Ekonomik, psikolojik, sosyolojik, felsefik… sebeplerin yanında bana göre en önemlisi; yüreklerinde var olan sevgiyi kurutmaları. Besleyip büyütememeleri... Şiddete kapı aralamaları. Bunun için sebep çok. Arayana bahane mi yok!
Başkalarıyla kendini mukayese etmek, başkaları üzerinden kendi ilişkilerimizi yorumlamak ciddi bir mutsuzluk kaynağı aslında. Üzerinden yıllar geçse bile bu sebepler aile tarihi içerisinde dipdiri ayakta tutuluyor.
Örnek mi? buyurun; yeni doğan çocuğa isim verme meselesi – kocanın bir süre işsiz kalması veya çalışma hayatının düzenli olmaması – doğum yaptığında bilezik alınmaması – eltiye daha ihtişamlı bir düğün yapılıp kaliteli eşyalar alınması – emekli olan kocanın evde ona-buna karışarak varlığını hissettirmesi – bazı kocaların ev işlerine yardım etmesi, kendi eşinin kaytarması – çocukların derslerine yardımcı olmama – gezdirmeme – sülaleden herhangi birini eleştirme – tasarrufa zorlama – dilediği eşyaları almasına izin vermeme vs. vs… Geleneksel kültürümüzde erkek çocuklarımızı kızlardan farklı yetiştiririz. Anneler olarak onlara biraz daha esnek davranıp, isteklerini daha çok önemseyip, fedakarca yerine getiririz. Böyle bir ortamda yetişen erkek doğal olarak evinde eşinden de benzer ilgiyi alakayı bekleyecektir. Sabah işe geç kalma telaşı içinde önüne doğru düzgün bir kahvaltı konmaması, İşten eve döndüğünde beklediği karşılamanın yapılmaması, kadının çok konuşuyor olması, kadının evde özensiz, çekicilikten uzak olduğu mazeretleri gibi...
Ayrılık durumunda çocuklar iki şekilde kullanılmaya mahkumdurlar: Çocuğu hangi taraf almış ise, en kısa zamanda karşı tarafa nefret duymasını telkin etmek. İkincisi, yüreği cız etse de çocukları karşı tarafa terk edip , kendi yoksunluğunu hissettirerek kendi kıymetini bildirmeye çalışmak… Bu iki tavrın dengeli ve sağlıklı bir orta noktasını uygulayabilmek ne yazık ki pek mümkün olmuyor...
Şüphesiz bir yuvanın kurulması kolay değil. Tabiri caizse hani derler ya, dişiyle tırnağıyla kuruluyor. Belki çok uzun mücadelenin, sabrın, özverinin çok şeyden feragat etmenin, taviz vermenin eseri bir yuva...Temeli sevgi, saygı ve güven olmazsa olmazı bir ailenin. Bu üç sac ayağından biri yok olduğu zaman o temel çatırdamaya başlar. Saygı ve güven yok olduğu zaman da o evlilik bitmiş demektir. Bunun sonucu şiddet, aşağılamak, onur kırmak, gurur incitmek değildir, olmamalı. Medeni insanlar karşılıklı konuşarak bir sonuca bağlamalı. Korku, tehdit, kaba kuvvet insanın acizliğinin bir sonucudur...
Yuvanızdan sevgi, huzur, mutluluk eksik olmasın...
Muhabbetle,
Hanife Mert
Halimiz Ortada
Dün, uzun süredir görüşemediğim bir arkadaşım aradı beni. Görüşmememizin özel bir nedeni yok. Hayat gailesi işte... Kendimizi öylesine kap...
-
TÜRKÜ SÖZÜ Bin cefâlar etsen almam üstüme Gayet şirin geldi dillerin dostum Varıp yad ellere meyil verirsen Kış ola...
-
TÜRKÜ SÖZLERİ Ela Gözlüm Ben Bu Elden Gidersem, Zülfü Perişanım Kal Melül Melül. Kerem Et, Aklından Çıkarma Beni, Ağla Göz Yaşı...
-
TÜRKÜ SÖZLERİ Derdim çoktur hangisine yanayım Yine tazelendi yürek yarası Ben bu derde nerden derman bulayım Meğer şah elinden ola çar...